"Genelgeyle Devrim Olmaz"

Cemil Koçak bugünkü yazısında Kemalizm'in en sinsi ve büyük zulümlerinden olan "Harf İnkılabı"nı ele alıyor.

CHP Tekirdağ milletvekili Celâl Nuri İleri'nin Harf İnkılabı'nın temsil ettiği yörede harf inkılâbının geldiği noktayı, nasıl uygulandığını görmek için yazdığı mektup üzerinden ortaya çıkan çarpık sonuçlara değiniyor. Koçak,  Cumhuriyetin inkılâplarının geniş kitlelerde karşılık bulamamasının en önemli nedenlerinden birinin ‘tamimle devrim yapma’ anlayışı olduğunu belirtiyor. 

Celâl Nuri İleri'nin harf inkılâbı üzerine mektubu - Cemil Koçak

Harf inkılâbı, yeni bir heyecandı;  onun hayata geçirilmesi ve geçirildiğinin de izlenmesi gerekiyordu. Ciddîye alınmış mıydı; yoksa genel bir vurdumduymazlıkla mı karşılanmıştı?  Bu soruların yanıtının en kısa sürede ve güvenilir bir şekilde verilmesi istenmişti.

CHP Tekirdağ milletvekili Celâl Nuri İleri, 20 Ekim 1928 tarihinde, yani daha yasa kabul edilmeden hemen önce, CHP Genel Sekreterliği’ne yazdığı bir mektupta; temsil ettiği yörede harf inkılâbının geldiği noktayı anlatıyordu. Hatırlanmalıdır ki; harf inkılâbı ile ilgili yasa 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilecektir. Fakat elbette inkılâp çok daha önce kamuoyuna duyurulmuş ve süreç çoktan başlamıştı. Yasa, olsa olsa sürecin son aşamasıydı.

Mükemmel karigrafi

İleri, mektubunda Tekirdağ’ı dolaştığından söz ediyordu. Bu şekilde daha bu sırada harf inkılâbının vardığı aşamayı kendi gözleriyle görmüştü ve parti merkezini bu konuda bilgilendirmek istemişti. Köylerde büyük bir ilerleme görmüştü. İşini ciddîye alan nahiye müdürleriyle öğretmenler köylüye yedi ilâ otuz gün gibi kısa süre içinde yeni yazıyı öğretmeyi başarmışlardı. Yeni yazıyı öğrenenlerin yazısı da (kaligrafisi de) mükemmeldi. Her yerde böylesine becerikli idareciler ve öğretmenler olsa yeni yazı hızla yayılacaktı.

Lâkin şikâyetçi de

Ama İleri’nin şikâyetleri de vardı: Bazı yerlerdeki kaymakamlar, gayet çalışkan; fakat diğerleri ise çalışmayanlar grubundaydı. Bu konuda Çorlu gayet başarılı iken; meselâ Malkara pek geri kalmıştı. Yeni yazıyı öğrenmek açısından hiç okuma yazma bilmeyenler daha şanslıydı. Onlar daha kolay kavrıyorlardı. İleri, Çorlu’da bizzat avamdan (yani; halktan, fakirlerden ve cahillerden) yirmi sekiz kişiyi imtihan etmişti. Hepsine de tam not vermişti.

Köy imamları da yeni yazıya başlamışlardı. Üstelik kendiliğinden. Sonuç fena da değildi. Fakat köy imamlarının çoğu Latin harflerini de sağdan yazıyorlardı! İleri, başka yerlerde de benzer uygulamaya şâhit olduğundan dem vuruyordu. Bu konuda öğretmenlerin dikkatini çekecek genelgeler gönderilmesinin yerinde olacağından söz ediyordu.

Diğer yandan, yaşlı memurlarda yeni yazıya karşı bir antipati görülüyordu. Oysa halkta bu konuda hiçbir taassup yoktu. Tam tersine, her yerde büyük bir heves vardı. Yetenek de vardı. İleri’ye soracak olursanız; eğer bütün öğretmenler ve memurlar muktedir olsalar, yeni yazı bir yıl içinde yaygınlık kazanırdı. Bu sûretle “Türkiye’de cahil denilen eski zaman tipi kalmaz”dı. Halkın çoğu yazı şekillerini öğrenmişti; şimdi yeni yazıyla hazırlanmış kitapları bekliyordu. “Ufak yazılar, alfabeler, gazete parçaları” artık yeterli değildi. Buna karşılık memurlar, yeni harflerle gayet yavaş yazıyorlardı. İşlerle başa çıkamamaktan korkuyorlardı. Bu sorunu alt edebilmek için memurlara çok sayıda alıştırma yaptırmak gerekirdi. Böylece yazma yeteneklerini artırmaları söz konusu olurdu. Fakat bunun için de emir verilmeliydi.

Bir sorun da, telâffuz farkından dolayı imlâda çelişkilerin görülmesiydi. Meselâ; bazı kelimeler, “geldum, gittum, yavri, bene” şeklinde yazılıyordu. İleri’nin bir şikâyeti de, yörede nüfusça yoğun olan Yahudilerdi. Yahudilerin imlâsı berbattı; “dilimizi turfa etmişler”di. Yani, Türkçeyi tuhaf ve şaşılacak bir hale sokmuşlardı. İleri, Tekirdağı’nda çok sayıda Yahudinin yaşadığını belirtiyordu. “Miktarları da az değil”di. İleri’nin bu konuda şikâyeti vardı, fakat âdetâ satır arasında dile getiriyordu. İleri’ye göre, telâffuz ve kaligrafi konularında ilgililerin sürekli olarak dikkatleri çekilmeliydi. Bunun için de sürekli genelgeler yayınlamak iyi olurdu; bir de müfettişlerce denetim sağlanması gerekiyordu. Fakat İleri’ye göre, her vali ya da kaymakamın iyi müfettiş olması da beklenemezdi; çünkü, “bunlar içinde de yeni yazıyı lâyıkıyla kavramış olmayanlardan da vardı.”

Memnuniyet tamdır

Şikâyet ve gözlemlerinin yanında İleri, mektubunda seçim bölgesindeki gelişmelerden duyduğu memnuniyeti de yansıtıyordu. İlerleme bir hayliydi. Hatta kendi ifadesiyle şöyle diyordu: “Geçende ders verdiğim İstanbul’da şehremini mahallesindeki ameleden (Zeytinburnu ve tabakhaneler müstahdemleri) Tekirdağlılar biraz daha ileri”ydi. İleri’nin bu mektubu harf inkılâbının merkezden yakından izlenmekte olduğunu göstermektedir. Acaba başkaca milletvekilleri de kendi seçim bölgelerinde benzer gözlemler yapma ve bunları merkeze bildirme fırsatı bulabildiler mi? Bunu şimdilik bilemiyoruz. Bu bakımdan İleri’nin mektubundan bir genelleme yapacak durumda değiliz. Eğer bu türden başkaca mektup ya da raporlara rastlarsak, harf inkılâbının ilk evresinde değişik bölgelerdeki durumu, bizzat CHP milletvekillerinin kaleminden okumak mümkün olabilir. Böylece en azından merkezden bakıldığında gelişmelerin nasıl değerlendirilmekte olduğu ortaya çıkabilir. Bu arada; İleri’nin mektubunu da görsel olarak iletmeyi uygun gördüm; kendisinin kaligrafisinin de mükemmel olduğu tesbitini yaparak tabiî!

GENELGEYLE DEVRİM YAPMAK

Şimdi burada anlatacağım öyküyü çok uzun yıllar önce, daha ilk gençliğimde ilk kez babamdan işitmiştim. Cumhuriyetin daha ilk yıllarının birinde Atatürk yurt seyahatinde bir köyde halkla görüşürken; onu yeni sultan olarak karşılayan köy ahalisine karşı, ilgili kaymakama kızmış ve çıkışmış. Nasıl olur da ahalinin cumhuriyetten habersiz olduğunu kaymakamdan sormuş. Kaymakam da, bu serzeniş karşısında, “ama ‘tamim’ (genelge) yazmıştık” diye yanıt vermiş. Bu yanıt karşısında Atatürk sinirli bir şekilde gülümsemiş ve ‘evlâdım, tamimle inkılâp olmaz’ demiş.

Babam, bu öyküyü bana sanırım birkaç kez anlatmıştır. Babamın bunu bana sık sık anlatmasındaki amacı, merkezden genelgeler ve duyurular göndererek halkın devrime katılmasının asla sağlanamayacağını, bu eski tarz kaymakam tipi örneğine takılarak, bana anlatmaya çalışmasıydı. Cumhuriyetin inkılâplarının geniş kitlelerde karşılık bulamamasının bir önemli nedenini de, bu ‘tamimle devrim yapma’ anlayışında buluyordu. Cumhuriyet asıl bu anlayışı yıkamamıştı ve bu nedenle de halkta oturmuşluğu bulunmuyordu. Benim erken gençliğimde öğrendiğim bu örnek, yıllar sonra tek-parti dönemi araştırmalarımda hep karşıma çıktıkça, babamın bu saptamasının ne kadar gerçekçi ve aynı zamanda yaşanarak edinilmiş bir tecrübe olduğunu anladım. Kim bilir belki de hayatım boyunca merkezden tamimle devrim yapma gibi bir anlayış içinde olmamamı da bu derin anlayışa borçluyumdur. Kim bilir?

HARF İNKILÂBININ RESMÎ GEREKÇESİ

Bu arada; harf inkılâbının resmî gerekçesini de hatırlayalım; 31 Ekim 1928 tarihli yasa tasarısının gerekçesinde, yeni harflere geçişin nedenleri şöyle özetlenmişti: “Türk dili şimdiye kadar bünyesine uymayan Arap harfleriyle yazılıyordu. Arap harfi sistemi, bir taraftan lisanımızın muhtaç olduğu sadalı harfleri ihtiva etmiyor; diğer cihetten, Türk, hakkıyla telâffuz eyleyemediği bir takım seslere mâlik bulunuyordu. Bu yüzden Türk çocuğu ana dilini yazabilmek için uzun zaman muayyen kalıpları bellemek ızdırarında kalıyor; hayalî zihninde mevcut olmayan yeni bir kelimeyi doğru yazmak veya okuyabilmek için uzun uzadıya Arap ve Acem sarf kaidelerini bilmesi lâzım geliyordu. Bu hâlin meydana çıkardığı zorluklar herkesçe malumdur. Medenî bir yazının muttarit bir imlâya sahip olması iktiza ettiği halde, eski yazı ile buna da imkân bulunmuyordu.

Çünkü, aslen Türk olan kelimelerin sadalı harflerle yazılması icab eylediği halde, eski harf sistemimizde bunun için kâfi işâret mevcut değildi. Mevcut sadalı harflerin ayrıca birer samit olması, yazılan bir Türkçe kelimenin bile başka başka yollardan okunmasını iktiza ettiriyordu. Eski harf sistemi bâki kaldıkça, ecnebi asıldan gelen kelimeleri, gerek telâffuz ve gerek sarf itibariyle lisana mal etmek mümkün değildi. Bu sebeptendir ki, Türkçeyi iyi yazabilmek ve yazılanı okuyabilmek için öğrenilmesi uzun senelere muhtaç kâidelerle meşgul olmak iktizâ ediyor ve yazı yazmak, doğru okumak, ancak muayyen bir sınıfın imtiyazı haline geliyordu. Bu müşkülât yüzünden millî ve binaenaleyh bütün halk tarafından okunabilecek ve yazılabilecek bir lisan için icab eyleyen bir gramer vücuda gelmiyordu. Buna bir de, eski Arap harflerinin Türk matbaacılığını nasıl ilerlemekten alıkoyduğu, telgraf gibi medenî vasıtaları kullanmakta milletimizi beyhude masraf ve zorluklara sürüklediği ilâve olunursa, eski harf sistemimizi değiştirmek zarureti meydana çıkar.” Nitekim “kısa bir zamanda milletimizin bu harfleri kolaylıkla öğrenmeleri, bu harf sisteminin de lisanımızın bünyesine uygun olduğunu ayrıca meydana” çıkarmıştı.

Star

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!