Gençlik, Mücadele ve Okuma Sorunları Üzerine

Benim genç kardeşlerimle sorumluluk gereği paylaşmam gereken şey bilginin ve inancın eylemden önce geldiği gerçeğidir. Bilgisiz inanç, inançsız düşünce, düşüncesiz eylem olmaz. Olsa da makbul olmaz.

Mustafa Yılmaz yazdı:

Ya Leyli Ya Meccani Havası

Kestirmeden söyleyeyim. 1985 ila 1995 yılları arası Türkiye İslamcılığı açısından düşünce üretiminin, emeğinin en yoğun olduğu yıllardı bana göre. Bunu söylerken ne bu tarihten önceki samimi çabaları ne de sonrasındaki fikir işçiliğini görmezden gelmiyorum. Ancak o yıllarda ben lise ve üniversite dönemlerindeydim ve seksen öncesini bir grubun içerisinde geçirmiş büyük ağabeyim sayesinde evimize birkaç dergi gelirdi. Beyazıt’ta, Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı olarak bildiğimiz, halihazırda otele dönüştürülmüş olan, ilgililerinin yakinen bildiği o çarşıya kendi başıma, Pınar Yayınları’nda duran Hikmet Abi’ye büyük ağabeyimin selamı sayesinde uğrar, başka kimseyi de tanımaz, ancak kitapçılar çarşısını gezmiş olmanın verdiği gençlik heyecanıyla büyük bir zaferden dönen komutan edasıyla eve dönerdim. Bu arada satın aldığım birkaç kitap bana bugünlerde pahalı bir araba, bir ev satın alsam, bunların veremeyeceği sevinci, huzuru ve sahip olma duygusunu verirdi. Kendi adıma her kitap alışımda hala aynı sevinci yaşadığımı söylemeyi ukalalık saymazsanız, gurur duyarak söyleyebilirim.

O dönemde, şimdi birçoğu kapanmış yayınevlerinden aldığım veya ağabeyimin getirdiği kitaplar arasında Seyyid Kutup’un Hikmet Neşriyat’tan yayınlanan Külliyatı, ‘İslam Kapitalizm Çatışması’ kitapları, Mevdudi’nin ‘Dört Terim’i, Ali Şeriati’nin Bir Yayıncılık’tan ve Birleşik’ten çıkan birçok kitabı, Humeyni ve Mutahhari’nin kitapları, Garaudy’nin ‘İslam’ın Vadettikleri’ kitabı, Aliya İzzetbegoviç’in o zamanlar okuyunca anlayamadığım ‘Doğu Batı Arasında İslam’ kitabı gibi daha birçok kitap, ilk göz ağrılarım diyeceğim, aşağı yukarı o dönemlerde herkesin alıp okuduğu kitaplardı.

Bununla beraber kitap evleri ve dergi merkezleri bir eğitim ve öğretim müessesesi gibi çalışırdı o zamanlar. Bir kitap evinde veya dergi merkezinde oturunca birçok meseleyi dinler ve birçok şey öğrenirdiniz. Usta çırak ilişkisi üzerine kurulu bir eğitim modeliydi aslında o doğal ortamda yaşanan.

Meydanlarda sloganlar; “Kahrolsun Laik Diktatörlük”, “İslami Hareket Engellenemez”, “Kahrolsun İsrail”, “Kafir Devlet Yıkılacak Elbet” gibi mevzua göre değişen sloganlardı. Ancak kitaplar ve dergiler sıkıca takip edilir, çıkacak kitaplar sabırsızlıkla beklenir, kitaplar bugünkü gibi 1000 adet basılmazdı. En az 3000 olmak üzere, 5000, 10.000 adet baskı yapılır bunun önemli bir kısmı doğu illerindeki önemli kitapçılara gider, alınan kitaplar okunur ve tartışılırdı. Benim kıyısından köşesinden dahil olduğum, kendimi her zaman parçası saydığım bu düşünsel ve siyasal sürecin okuma, yazma, düşünce üretimi ile ilgili bir kaba özet şeklinde ifade ettiğim yıllar, tekraren söyleyeyim ki son 30 yılın en canlı süreciydi bana göre. Bu tarihi bihakkın anlatmak benim harcım da değil hakkım da değil. Bu dönemlerin çok daha yetkin ve çok daha birikimli tanıklarını dinlememiz gerekir. Ancak ben vurgumu başka bir noktaya odaklamak istiyorum. (...)

YAZININ DEVAMI >>>

 

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!