Lüleburgaz Lisesi'nde, Rahim Balkan adında bir müzik öğretmenimiz vardı. Zayıf, ince bir adamdı.
Güzel keman çalardı. Sanatçı mizacı olan hassas biriydi. Bir gün bana, "Bütün meslek hayatım boyunca tokat attığım tek öğrenci sensin" deyince, utanmıştım. İlk defa "demek ki yanlışlık öğretmenlerde değil bende" diye düşünmüştüm. Rahim Balkan hocayı, bana uyguladığı istisnaî muameleye rağmen severdim. O sevgi yüzünden bir yerden bir melodika bulup, kurduğu okul korosuna enstrümanla katılmıştım. O koroda, 2/4'lük basit parçalar icra ederdik: "İzmir'in Kavakları", "Manastırın Ortasında" , "Gelin Ayşe" gibi. Ama en çok hocamızın aynı formda bestelediği bir parçayı, büyük bir aşkla çalardık. Bu parça 'Gençliğe Hitabe' idi. Bu parçanın bestekârı kendisi olduğu için biz çalarken hocamız çok mutlu olurdu; biz de bestekâr olduğu için hocamızla gurur duyardık. Ancak o zaman bile çocuk aklımla beni rahatsız eden, kulağımı tırmalayan, musiki zevkime aykırı düşen bir şeyler vardı. Meselâ "Vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın..." derken peş peşe gelen iki "için" gibi.
Beste hâlâ aklımda ve hatayı, aklım ermeye başladıktan çok sonra kavradım. Beste aslında fena değildi; ama güfte uyumsuzdu. Çünkü güfte bir nesirdi. Üstelik eski zamanlardaki gibi secîsi (yani nesir kafiyesi) olan bir metin de değildi. Gençliğe Hitabe'yi şu an da ezbere okuyabilirim. Kanaatim o ki, besteye uygun bir metin değil; ama yine de çok iyi bir Türkçesi var. Parlak bir retorik örneği. Gençlere Türkçenin zenginliğini göstermek, edebî zevk aşılamak için ideal bir metin. Hitabe'de geçen "bedhah" kelimesinin "bedbaht" olmadığını anlatırken eski dilin kapısından içeri girme mecburiyeti sadece bir örnek. Metnin Atatürk'ün kaleminden çıkıp-çıkmadığı belki araştırılabilir; zira diğer metinlerindeki dil ve üsluptan farklı bir yapısı var. Ama kesinlikle Namık Kemâl'in nesri gibi kuvvetli, zihni zorlayıcı ve akıcı bir metin.
İçeriğe, yani temel fikre gelince. Bence orada da çok fazla sorun yok. Kuvvetli bir istiklâl vurgusu, en zor şartlarda bile vatan için mücadele azmi metnin ana fikrini oluşturuyor. "İşgalcilerle işbirliği yapan dahilî düşmanlar" sonradan affa uğrayan 150'likleri hedef alıyor. "Damardaki asil kan"ı genlere işlemiş bir "bağımsızlık karakteri" olarak ve Mehmet Akif'in İstiklâl Marşı'ndaki 'ırk'ı gibi yorumlamak mümkün. 1927 yılına ait bir metnin kullandığı metaforları, elbette kendi çerçevesi içinde değerlendirmek gerekir. Özetle metnin kendisinde herhangi bir sorun yok. Ana fikri muhkem, Türkçesi selis bir metin. Peki problem nerede?
Problem bu metne kutsal bir metin hüviyeti verilmesinde ve resmî olarak bu kudsiyetin kanun ve yönetmelik zoruna dönüştürülmesinde. Ben bu metni, Mamak Askerî Cezaevi'nde hazırolda iken ve cop darbeleri arasında defalarca okudum. Yine de Türkçesini ve ana fikrini beğeniyorsam, sözüme kulak verilmeli.
Bütün okullarda yönetmelik gereği mecbur tutulan bina girişindeki Atatürk Köşesi'nin, Atatürk'e de, Cumhuriyet'e de hiçbir katkısı yok. Tersine eğitime çok büyük zararı var. Sağda İstiklâl Marşı, solda Gençliğe Hitabe ve ortada Atatürk büstünün veya resminin olduğu üçleme, eğitimi şekilci bir ideolojik tahakküme mahkûm ediyor. Okul şayet bu şekil şartlarını yerine getirmişse, geride hiçbir şeyin değeri ve anlamı kalmıyor. Teftişe gelen müfettiş önce bu köşeye bakıyor. Her şey yerli yerinde ise, eğitimin içeriğinin, öğretmenlerin performansının bir anlamı kalmıyor. Öğretmen de aslî görevinin bu şekilciliği muhafaza etmek olduğunu düşünüyor. Bu köşe tipik bir otorite ve denetim sembolüne dönüşüyor.
Mantık bütünüyle askerî mantık. Üniformalar ve kokartlar nasıl bir düzen ve hiyerarşi getiriyorsa, disiplin, nasıl her hareket bir şekil kuralına dönüştürülerek sağlanıyorsa, okullardaki Atatürk köşeleri de eğitime bir düzen ve disiplin getirmiş oluyor. Askerliğin mantığı doğru. Dev bir makinenin küçük bir dişlisi olanın görevi, verilen emri sorgulamadan uygulamaktır. Ama eğitim sorgulama olmazsa beyin yıkamaya dönüşür. Beyni yıkanan çocuklar ise en hafif "ahval ve şerait içinde dahi" vatanın istiklâlini koruyamaz.
Bana kalırsa mesele Gençliğe Hitabe değil. Eğitimin kutsallık halesine alınmış bir şekilciliğe feda edilmesi. Üstelik güzelim Gençliğe Hitabe'ye de yazık oluyor.
ZAMAN