Yusuf Kaplan / Yeni Şafak
Geliyorum diyen felâket: Çocuklarımızı kaybediyoruz!
Türkiye’deki 18-25 yaş kuşağının % 70’i ülkeyi terketmek istiyor.
Bu oran, zeki çocuklarda % 95‘ten fazla bir rakam olarak çıkıyor karşımıza!
Ürpertici bir manzara var karşımızda!
Sizce de ürpertici değil mi, bu manzara?
Nedir bu, peki?
Bu ülkenin intiharıdır!
Oysa ülkesini seven insan, en zor şartlarda bile ülkesini terketmez, ülkenin o zorluklardan çıkması için mücadele eder.
(Burada, ülkesinden asla nefret etmeyen, aksine her an ülkesi burnunda tüten, ekmek parası için gurbet ellere giden gurbetçilerimizin durumunun çok farklı olduğunu söylememe bile gerek yok!)
Burada gençleri değil, ülkeyi bu hâle getiren iki asırlık çarpık ve çağdışı zihniyeti sorguluyorum.
Ülkeye tepeden köksüz, sığ bir kimlik dayatan, Kendini de, Batı’yı da tanımayan, umutsuz ve ufuksuz kuşaklar yetiştiren, mankurtlaştırıcı eğitim, kültür, medya rejimini sorguluyorum.
Peki, bütün bu savrulmanın, çözülmenin sebepleri neler acaba?
Kanımca, bunun hem dış hem de iç iki temel varoluşsal ve kültürel sebebi var. Önce dış sebebi gözden geçirmek isterim, kısaca.
DİJİTAL SÖMÜRGECİLİK: ÜÇ EPİSTEMİK KÖRLEŞME VE ONTOLOJİK KÖLELEŞME BİÇİMİ
1980’lerde ve 1990’larda çokça tartıştığımız küreselleşme süreci nihâî hedefine ulaşmak üzere gibi, belki de çoktan ulaştı bile: Bütün sınırlar ortadan kalktı. Bütün kültürel, dînî, millî, etnik aidiyet biçimleri buharlaştı.
Dijital sömürgecilik çağındayız: Dijital sömürgecilik, popüler kültür üzerinden bütün aidiyet biçimlerini, inanç, değer, anlam ve bağlanma kiplerini yerle bir ediyor!
Sınırların ortadan kalması, ufukların genişlemesi anlamına gelmiyor; aksine sınırlar ortadan kalktıkça ufuk daralıyor, şaşırtıcı bir şekilde: Seküler-kapitalist tekno-pagan popüler kültür biçimleri, sadece hız, haz ve ayartı ekseninde ilerliyor ve kitleleri baştan çıkarıyor; kendinden, ailesinden, ülkesinden, değerlerinden uzaklaştırıyor; dünyaya, dünyanın sorunlarına yabancılaştırıyor: Egosunun, hazlarının, arzularının kölesi yapıyor! Hedonizmin zaferi bu: Pasif nihilizmin yani.
Pasif nihilizm, ateizmle zirveye ulaşan aktif nihilizm’den daha tehlikelidir: Çünkü pasif nihilizm, daha örtük, daha dolaylı, daha ayartıcı ve sinsi yöntemlerle zihni, bedeni ve ruhu kölesi yapıyor insan nefsinin.
Çağımızda bütün aidiyet biçimlerinin buharlaşmasıyla birlikte insan, özellikle genç kuşaklar üç epistemik körleşme ve ontolojik köleleşme biçiminin kurbanı oluyor: Birincisi, gemleyemediği nefsinin ve arzularının.
İkincisi, özellikle Los Angeles’ta üretilen, insanın duyma ve düşünme meleklerini iptal eden, ruhsuz, mekanik bir makinaya, robota dönüşmesine yol açan pornografik ya da dromokratik popüler kültürün.
Üçüncüsü de, film kültürü, müzik kültürü ve dijital kültür üzerinden bu popüler kültür endüstrilerini üreten tekno-pagan kapitalist sistemin.
LİNÇ KÜLTÜRÜ: YENİ BARBARLIK BİÇİMİ
Burada kurduğum cümleleri bile kurmak cesaret istiyor artık bu ülkede!
İnanılmaz bir linç yiyorsunuz. Yer yer organize linç girişimine maruz kalıyorsunuz.
Ama linç girişiminin organize olması da gerekmiyor artık: Linç kültürü hükmediyor hayatımıza: Linç kültürü, tam da Jean Baudrillard ya da Michel Maffesoli’nin diyebilecekleri gibi, yeni bir barbarlık biçiminin, yeni kabile savaşlarının, dijital göçebe kavgalarının ortasına fırlatıyor insanı.
Bunlar, küreselleşme fenomeninin postmodern süreçte bütün aidiyet biçimlerini nasıl dümdüz ettiğini gözler önüne seriyor.
BÖYLE GİDERSE, KENDİ ÇOCUKLARIMIZ KOVACAK BİZİ BU ÜLKEDEN!
Tabii meselenin bir de iç boyutu, bizimle ilgili yönü var: Bu ülke, iki asırdır köklü bir medeniyet krizi yaşıyor: Ülkede uygulanan radikal modernleşme / laikleştirme projesinden ötürü topluma tepeden dayatılan katı seküler kimlik, Tanpınar’ın bile açıkça itiraf ettiği gibi, toplumu “kültürel inkâr”ın eşiğine sürükledi; toplumun ruh köklerini kuruttu, kültürel ve entelektüel direnç noktalarını ve iradesini yok etti; insanımızı dışarıdan gelebilecek her tür saldırıya, kültürel ve entelektüel sömürgecilik biçimine karşı savunmasız hâle getirdi.
Ödünç akılla, simülatif (sığ, sahte ve yüzeysel) yöntemlerle simülatif bir kimlik dayatıldı: Mankurtlaştırıcı medya rejimi, ülkesine ve değerlerine yabancılaştırıcı eğitim sistemi ve yoz, yozlaştırıcı, ruhsuz, köksüz sanat dünyası; dışarıdan gelen, bütün değerleri değersizleştirici, anlamları anlamsızlaştırıcı hazcı, yıkıcı popüler kültür biçimlerinin bu ülkenin çocuklarının bu ülkeye, bu ülkenin kültürüne, değerlerine zaten zayıf olan, sürgit zayıflayan aidiyet biçimlerini, bağlılıklarını yok etmesine, genç kuşakların kendilerine olan güvenlerini dümdüz etmesine, özgüvenlerini yitirmesine yol açtı, ürpertici bir aşağılık kompleksinin hatta kendi insanından ve kültüründen nefret duymanın eşiğine fırlattı.
O yüzden bütün genç kuşaklar hiç tanımadıkları bir dünyaya (vahşî Batı’ya) kaçmanın hayalleriyle dolup taşıyorlar.
Bu süreçte, meselâ Almanlar, ülkenin enparlak tıpöğrencilerini Almanya’ya çekmek için inanılmaz çalışmalar yapıyorlar! İyi de devletimiz bunu görmüyor mu?
Böyle giderse, ülkesine, değerlerine yabancılaşan, ülkesinden ümidi kesen genç kuşaklar hem bu ülkeyi terkedecekler hem de giderayak bizi bu ülkeden sürecekler!
Bu gözlemlerimizi sosyal medyada yayınladığımızda yapılan ürpertici ve iğrenç yorumlar, daha doğrusu karakter suikastını hedefleyen saldırılar, bu ülkenin insanının nasıl celladına âşık edildiğini, fiilen işgal edilemeyen bu ülkenin nasıl zihnen işgal altında olduğunu gösteriyor!
Asıl felâket bu oysa: Ülkemizin en parlak çocuklarının zihinlerinin işgal edilmesi ve celledına aşık edilmesi!
Elbette ekonomi, adalet ve eğitimde büyük sorunlarımız var.
Ama zor zamanlar, tarihin hem kırılma ânları hem de yeniden kurulma zamanlarıdır.
Yılmayacağız!
Yıkılmayacağız!
Asırlık nefes alacağız: Hem bu deveyi güdeceğiz hem bu diyardan gitmeyeceğiz ve bu ülkeyi leş kargalarına yem etmeyeceğiz!
Bu ülke, Nuh’un gemisi, insanlığın son adasıdır.
Vesselâm.