Geride bıraktığımız hafta sonunda iki buçuk milyona yakın genç üniversite sınavlarına girdi. Bu sene yapılan sınav, koronavirüs salgınından dolayı farklı tartışmalara sebep oldu. Salgının ilk dönemlerinde sınav tarihinin ertelenmesi yönünde bir karar alınmışken, sonrasında sınav tarihi güncellenmiş ve bir ay öne alınmıştı. Alınan bu karar sınav tarihine kadar gündemde kaldı ve tartışıldı. Sınav tarihinin öne alınması kararına tepki gösteren gençler, hemen hemen hergün twitterda en çok konuşulanlar listesinde yer alarak seslerini duyurmaya çalıştılar. Bu gençler ülkede bin beşyüze varan koronavirüs vakası varken sınavın yapılmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak gençlerin bu talepleri karşılık bulmadı ve nihayetinde bir dizi önlemlerin ışığında sınavlar yapıldı.
Sınav günü Diyarbakır’dan eve döndüğümüzde acı bir haber aldım. Sınava giren bir genç kendisine silah sıkarak intihar etmişti. Bu satırları yazarken gencin hayatını kaybettiğini öğrendim. Arama motorunda bu konuyla iligili küçük bir araştırma sonrasında bu konuyla ilgili çok sayıda haberin olduğunu gördüm.
O haberlerden bir kaçı şöyle:
‘’Antalya'nin Gazipaşa ilçesinde YKS sonuçlarının açıklanmasının ardından hedeflediği puanı alamayan lise öğrencisi Melis Cılız, 5. kattaki evinin balkonundan atlayarak intihar etti.’’
‘’Çanakkale’nin Biga İlçesi’nde 12 Mart pazar günü yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı’na bir dakikalık gecikme nedeniyle alınmayınca bunalıma giren 18 yaşındaki Büşranur Kalaycı, intihar etti.’’
‘’Samsun’da Yükseköğretime Geçiş Sınavı'na (YGS) girmek için hazırlanan lise öğrencisi Damla Orhan, sınav stresi nedeniyle sabah kalp krizi geçirdi. Genç kız tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.’’
‘’YGS'nin ardından barajı geçebilen öğrencilerin girdiği LYS, Şeyhmuş Şimşek'in hayatına mal oldu.’’
...
Ve Diyarbakır Kulp’tan Ömer Ateş kardeşimin haberi de eklendi bu haberlerin arasına.
Binlerce kişi Ömer’in ölümünün sorumlusu olarak sistemi suçluyor, kimileri onu sınav salonuna almayan öğretmeni sorumlu tutuyor. Ömer’in neden böyle bir şey yaptığını bilmiyoruz, en doğrusunu Allah bilir. Olayın sınavlardan hemen sonra yaşanması ve sınav günü Ömer’in sınavla ilgili bazı sıkıntılar yaşaması bu sorunu tekrar gündemimize getirdi.
Gençler sınavlarda başarılı olamadıkları için canlarına kastediyorlar. Peki bu durum neden böyle oluyor? Bu gençler üzerlerinde nasıl bir psikolojik baskı hissediyorlar ki böyle bir duruma yöneliyorlar. Meseleyi biraz geriden alarak anlamaya çalışalım.
Bir çocuk düşünün ki daha yedi yaşındayken günde altı yedi saat boyunca dört duvar arasında bir sıraya oturtuluyor. Daha küçük yaşlarında kendisinin kilosundan daha ağır olan kitapları sırtında taşıyor. İstemediği halde anne babası tarafından özel öğretmenlerin ilgisine(!) maruz bırakılıyor. Hiç unutmam bir keresinde gittiğim bir kırtasiyenin camında şöyle bir ilan vardı: ‘’Birinci sınıf öğrencilerine özel ders verilir’’ önce inanmadım ilanda yazılana, inanmak istemedim. Sordum. Yanlış anlamamışım ilanı veren kişi ilkokul birinci sınıfa giden öğrencilere özel ders verebileceğini yazmıştı. Üzüldüm...
Öğrenciler, anne babaları tarafından sürekli bir şekilde etrafındaki arkadaşlarıyla karşılaştırılıyor. Daha çocuk yaşlardeyken başlıyor yarış. ‘’Durumun nasıl, neler yapıyorsun?’’ diye sorduğum daha on iki on üç yaşlarında bir çocuk şöyle diyordu: ‘’Nasıl olacak abi önümüzdeki sene LGS var.’’ Henüz on üç yaşındaki çocuğun ağzından dökülüyor bu kelimeler. Gündem sınavlar...
Bakıyorsunuz ki lise öğrencisi hafta içi okula gidiyor, okuldan sonra kursa gönderiliyor, haftasonu dershaneye gönderiliyor, o da yetmiyor bir de özel ders için öğretmen tutuluyor. Sormak gerek bu telaş neden? Sonra bir de bakıyoruz ki, kişi öğretmen olmuş, doktor olmuş, savcı olmuş ama psikolojik durumu iyi değil. Ya da kendine ve topluma faydalı bir şahsiyet olamamış.
Bugün anne-babalar, çocuklarının iyiliklerini istediklerini düşünerek, onların yerine birçok şeyi yapıyorlar. Yaptıkları, çocukları daha iyi şartlarda hayatlarını sürdürsünler diye! Eminim ki şu cümleler sizin de etrafınızdaki insanlardan duymaya alışık olduğunuz cümlelerdir.
‘’Biz sıkıntı çektik, zorluklar gördük, onlar görmesin, rahat olsunlar.’’
Anne babaların, çocuklarının ileride rahat bir hayat yaşamalarını istemeleri çok normal bir şey aslında. Sorun, bu rahat yaşamın sanki sadece memur olunarak elde edilebileceği düşüncesinde yatıyor. Oysa Türkiye’de kaç memur var diye baktığımızda, bu sayının ülke nüfusunun çok az bir kısmını oluşturduğunu görürüz. Para kazanmanın tek yolu memurluk yapmak değil. Hatta memurluğun çok fazla dezavantajından da bahsedebiliriz. Memur olmaya çalışanlar, genelde daha düzenli bir gelirlerinin olmasını isterler. İnsanları bu yönde bir çabaya iten en temel şeylerden birinin bu olduğunu söyleyebiliriz. Ama mesele bahsettiğimiz durumla kalmıyor maalesef.
Daha rahat bir iş, daha rahat bir ev, daha rahat bir araba... Başka şeyleri de ekleyebiliriz listeye. Bu listede yazılanları hayatın amacı haline dönüştürmüş yığınca insan var. İş, ev, araba bir de eş eklenebilir belki listeye. Oysa hayat bu kadar anlamsız değil ve olmamalı. Rabbimiz bizleri, O’na kulluk edelim diye yarattığını söylüyor. Hayat ancak gerçek anlamda Rabbimizi razı edecek bir şekilde yaşandığında anlamlı olur. İnsan da ancak Rabbini andığında huzur bulur. Ancak bugünün insanları huzuru hep başka yerde aradıkları için birçok şeye hakkettiğinden fazla anlam yüklüyorlar.
Hepimiz bilir ve söyleriz ki, her insan aynı değildir. Hiç kimse matematik, edebiyat sorularını çözdüğü için değerli olmayacağı gibi, bu dersleri yapamamak da kişiyi değersiz kılmaz. Gençlerimizi bu konuda rahatlatmak için elimizden geleni yapmalıyız. Allah korusun elimizden kayıp gittiklerinde ağlamamızın hiçbir anlamı olmayacak. Bu yüzden gençlerimize hayatın bu sınavlardan ibaret olmadığını gerçek anlamda anlatmalı, sınavlarda başarısız olan gençlerimiz için alternatifler üretebilmeliyiz.
Selam ve dua ile..