Önce eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Salim Dervişoğlu konuştu ve Cumhuriyet’in ünlü “Genç subaylar rahatsız” manşetinin zamanında “provokasyon amacıyla” üretildiğini söyledi (Yeni Şafak, 16-17 Mart 2009). Şimdi de aynı şeyi, eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt gayet açık bir şekilde dile getirdi. Büyükanıt, 32. Gün programında ilgili soruya aynen şu karşılığı verdi:
“‘Genç subaylar rahatsız’ ibaresi üretilmiş bir haberdir, birileri tarafından enjekte edilmiş. Genelkurmay Başkanlığı üzerinde baskı yaratır mı düşüncesiyle üretilmiş bir şeydir. Tabii bunu bu kadar açık söylediğime göre itimat buyurun böyledir.”
Şimdi artık bu haberin eni, boyu, yüksekliği ve tabii ki çapı ortaya çıktığına göre, Türk basınının en kirli bölümlerinden birini oluşturan “kaynağı belirsiz haberler” sayfasını, bu en kirli satırı üzerinden biraz didikleyebiliriz.
Fakat oraya geçmeden önce, size bu yazıyı hazırlarken giriştiğim kazı çalışması sırasında karşıma çıkan komik bir bulgumu aktarmak isterim...
Google’a “Genç subaylar, kronik medya” yazdım ve karşıma, 7 Kasım 2004’te benim Yeni Şafak’ta kaleme aldığım (fakat zihnimden uzaklaşmış) bir yazıyla karşılaştım. O yazıdan anladım ki, bu meşhur manşet ve benzeri performans ortadayken, Cumhuriyet’te çıkan bir başyazıda “Hükümete yakın medya, ordu üst kademesinde çelişki yaratmaya çalışıyor” (aynen böyle) diye suçlanıyormuş. Hatta ve hatta Hürriyet’çiler bile bu muhteşem zeytinyağı tavrına sinirlenip, gazetelerinin “Ankara kulisi” tadındaki bir bölümünde “Genç subaylar” manşetini hatırlatarak “Bu işi asıl siz yapıyorsunuz” diye isyan etmişler.
Şimdi, Balbay Günlükleri’nden sonra Cumhuriyet’in o başyazısı iyice pespaye bir sadâ veriyor. Düşünün; bir yanda İlhan Abi, Şener Eruygur’la iş pişiriyor, Balbay not tutuyor, gazetelerine dönünce de “Hükümete yakın medya, ordu üst kademesinde çelişki yaratmaya çalışıyor” diye başyazı döşeniyorlar...
Bilin bakalım, o başyazıda kullanılan edebi sanata ne ad verilir?
Yoksa, yoksa, tümüyle “fabrikasyon” mu?
32. Gün’de Mehmet Ali Birand, haberin “TSK içinden birileri tarafından” mı “enjekte edildiği”ni soruyor... Cevap şöyle: “Hayır... Sadece bu kadarını söylüyorum ama enjekte edilmiştir.”
Bu cevapta, haberin herhangi bir kaynağının olmayabileceği, tersine tümüyle “fabrikasyon” olabileceği yönünde güçlü bir ima var. Böyle bir şey olabilir mi? Ben, bilhassa “Ankara gazeteciliği”nin “asker haberciliği” varyantının zaman zaman buna dahi tevessül edebileceğinden hep kuşkulandım. Fakat kaynağı açıklanmamış haberler meselesinde bunun bir istisnadan öteye gittiğini düşünmüyorum. Buradaki asıl sorun şudur: Gerçekte bir kaynak vardır, gazeteci onun ilettiği enformasyonun “eksiklik”ten “yalan”a uzanan bir dizi defoyla malûl olduğunu bilir ve buna rağmen o enformasyonu haberleştirir; çünkü haber militan gazetecimizin de içinde bulunduğu “mücadele”nin ihtiyaçlarıyla uyum içindedir. Kaynağı açıklanmamış haberler konusundaki bu “asıl sorun”u önceki yazılarımdan birinde şöyle izah etmiştim:
“Türk gazeteciliğinin en sorunlu pratiklerinden biri, birtakım ‘ciddi’ kaynakların dezenformasyon amacıyla gazetecilerin kulaklarına fısıldadıkları sözde bilgilerin, gazeteciler tarafından hiç sorgulanmaksızın okurların üzerine boca edilmesidir. Aktarılan bilginin gerçekle bir ilgisinin bulunmadığının ortaya çıkması durumunda ileri sürülen standart gazeteci savunması da çok can sıkıcıdır: ‘Beni niye eleştiriyorsunuz ki, yazdıklarımı kafadan atmadım, kaynağım söyledi, ben de yazdım...’ Gazeteciler üzerinden ortalığa dezenformasyon yaymak isteyen kaynaklar iki şeyi çok iyi bilir... Bir: Bilirler ki, Türk gazetecileri çoğunlukla duydukları ilginç ‘bilgileri’ soruşturmak eğiliminde değildir. İki: Bilirler ki, gerçek çok kısa bir süre içinde ortaya çıksa bile, dezenformasyonun ilk etkisi yapacağını yapar, yalanlamalar pek bir işe yaramaz.
“Fakat şu da var: Bir şeyin suyunu çıkarırsanız, zamanla o şeyin etkisi de azalır. Türkiye’de bu ‘teknik’ o kadar çok kullanıldı ki, etkisi hayli azaldı. İşte bu nedenle dezenformasyon kaynakları, yaymak istedikleri bilgileri itibarlı gazeteciler üzerinden yaymak isterler. Toplumun, hakkında şöyle düşüneceği gazeteciler üzerinden: Bu gazeteci bu bilgiye yer verdiğine göre başka bilgileri de olsa gerek... O mutlaka kendisine iletilen bu bilgiyi deşmiş, inandırıcı bulmuştur, yoksa yayımlamazdı...”
Eğer siz bu genel yaklaşıma itiraz ederseniz; “Genç subaylar” manşetinin “uyanık” kaynakların “saf ve iyiniyetli” gazetecileri aldatması genel şablonuna uymadığını, burada çok daha “organize işler” bulunduğunu söylerseniz haklı olursunuz... Ben eski yazılarımdan yaptığım bu alıntıyı, “kaynağı açıklanmamış haberler” sorunumuza genel bir çerçeve olsun diye aktardım. Benim “Genç subaylar” manşetiyle ilgili nihai kanaatim, bu haberin, “mücadele”nin bir parçası olan “militan” gazetecilerin bile isteye dezenformasyona uğraması pratiğinin en cüretli örneği olduğu şeklindedir. Ben bu pratiğe uzun yıllardır “gönüllü dezenformasyon” diyorum.
Okay Gönensin’in naif beklentisi
Meselenin, Vatan yazarı Okay Gönensin’in (9 mayıs) işaret ettiği bir boyutu daha var. Gönensin’e göre, Yaşar Büyükanıt’ın “Genç subaylar” haberiyle ilgili açıklaması, Ergenekon’un “tümüyle komplo” olduğuna inananlar üzerinde dönüştürücü bir etki yapabilir... Şöyle diyor:
“Eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın bu sözü, davası görülmekte olan ‘Ergenekon’un hâlâ tümüyle ‘komplo’ olduğunu düşünenleri herhalde bu kanaatlerini bir daha gözden geçirmeye yöneltecektir. Ankara’daki çalkantılı günlerde iki genelkurmay başkanının, Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt’ın askerî müdahale isteyenlere karşı durdukları, bu nedenle de yıpratma kampanyalarının hedefi oldukları iyice ortaya çıkıyor.
“‘Genç subaylar rahatsız’ haberinin Silahlı Kuvvetler’in tepesine yönelik bir mesaj ve baskı unsuru olarak üretilmiş bir haber olduğunu savunanlar haklı çıktı. Maalesef bu haberin ‘üretiminde’ şu anda tutuklu bulunan bir meslektaşımız başrolü oynamış ve bunu kendi günlüklerinde de kayıt altına almıştır. (...) Ergenekon soruşturmasının tümüyle komplo olduğunu düşünenler Büyükanıt’ın sözlerini tekrar tekrar okumalıdır. Bir önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün savcıya verdiği ifade öğrenildiğinde kuşkusuz birçok soru daha ortadan kalkacaktır.”
Bence, çok iyi niyetli, çok naif beklentiler bunlar...
Bu türden beklentiler, “Ergenekon davası durdurulsun, yargılanan yurtseverlere özgürlük” sloganlarını atanların gerçekte darbelere karşı oldukları, fakat 2003-2004’teki iddiaları inandırıcı bulmadıkları için böyle sloganlar attıkları varsayımına dayanıyor. Ve daha güçlü kanıtlar gösterilirse onların da “Darbeciler cezalandırılsın” deyip Ergenekon saflarını terk edeceklerine inanılıyor.
Bu varsayım yanlıştır, dolayısıyla oradan üretilen iyiniyetli beklentiler de temelsizdir.
TARAF