Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Hayırlar feth ola!
Gideceği, elvedalarla bezenen ilahilerin kulaklarımızda yankılanmaya başlamasıyla belli olmuştu. Hep böyle olmuyor mu? Merhabalar bir anda yerini elvedalara bırakıvermiyor mu her Ramazan? Sanki daha dün, “Allah’ım bizi Ramazan’a kavuştur” diye dualar ediyorduk, şimdi bir yakınımızı gurbete uğurlar gibiyiz, içimiz buruk... O bir sene sonra yine gelecek, Ramazan-ı Şerif sahiline ulaşmayı dileyen kullar yine onu heyecanla bekleyecek. Biz burada olacak mıyız, bekleyenlerle birlikte heyecanlanıp, kavuşmanın sevincini de yaşayacak mıyız? El açıp yıl boyu biriktirdiğimiz günah dağlarını eritip gidermesini Rabbimiz’den niyaz edecek miyiz?
Her gelen gidiyor, her Ramazan-ı Şerif üzerimize sağanak sağanak rahmet yağdırarak vaktini tamamlıyor ve yerini bayrama bırakıyor. İlahi devranın tabiatı bu. Malum ya dünya bir gölgeliktir, burada hiçbir şey kalıcı değil... Her şey bir ânın içinde oluyor ama bir ânın içinde her an sonsuz kere değişiyor. Böyle biliyor, böyle görüyor, böyle hissediyor. O’nun ilminde olmuşla olacak aynı şey, O zamandan, gelip geçmekten, bize sabit ya da değişken gibi görünen her şeyden münezzeh... Mekandan da münezzeh ama bir yandan da her anımızın içinde, zihnimizin içinde, kalbimizin içinde... O, uzaklıktan da münezzeh, şah damarımızdan daha yakın bize... Bu ‘yakın’ kelimesi, asırlar boyunca inanan gönüller için en ince soru olmuş. Bizler, bizim dünyamızda mesafe ölçüleriyle ‘yakın’a bir ölçü, bir ölçek, bir isim koyabiliyoruz. Allah’ın yakınlığı ise bütün bunlardan münezzeh... O’nun yakınlığı bizim bildiğimiz gibi bir şey değil; insana şah damarından daha yakın olanı anlamaya idraklerimiz yetmiyor. Belki öyle ama belki bilmeye en yakın olduğumuz iklim bu iklim... Ramazan-ı Mağfiret-Nişan’ın yanında getirdiği rahmet ve bereket iklimi... Belki bilemiyor ama bir şekilde seziyoruz ki oruç ayında Rabbimiz’le aramızdan su sızmıyor.
“İnsanın yasak ağaçları (günahlar) bulunmasaydı, insan neyle insan olduğunu ayrımsayabilirdi? Bütün bir Ramazan ayı boyunca, insan, yasak ağaçlara yaklaşmamayı denedi. Hem de nasıl? Nefsinin, o yasak olanlara en çok meylettiği bir sırada. Böylece yasak ağaçlara yaklaşmaktan, Allah’ın rızası uğruna nefsini men etmeyi başardıkça, Allah da onu rahmetle, mağfiretle ve arınmayla ödüllendirdi” diye yazmış ‘Eşikte Duran İnsan’ kitabında Rasim Özdenören. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
Son saatlerine girdik artık rahmet, bereket, mağfiret ayının. Onu uğurlarken bayramı hanemize buyur edeceğiz, Şevval’den yaşamaya devam edeceğiz. Bütün vakitler bizim... İnsanlık, önünü görebilmek için zamana bağlıyor her şeyi... Bu dünyanın seyrüseferini işaretleyebilmek için gerekli bu... Bu dünya gerçekliğinin gerçekleri bunların hepsi... Biz dahi öyle değil miyiz? Hakikatte ne gelen var ne geçen! Yalnızca O var, Sonsuz ve Baki olan... Hepimizi kendi hakikatimizin içine koyan ve bir nimet olarak sonlu olanı sonsuzlukla taçlandıran. İdrak edene ne mutlu...
“Geldin. Seni bekliyorduk. Hoş geldin. Mutluluk getirdin. Gelişin bir bayramdır. Giderken de bir bayram bırakarak gidersin. Yalnız bir ayı değil, yılı ve ömrü onaransın. Zamana yakut, cevher özünü veren bir ustasın. Kentleri de ruhlar gibi aydınlatırsın” diyor Sezai Karakoç, ‘Samanyolu’nda Ziyafet’ kitabında. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
...
Hayırlar feth ola, şerler def ola. Gönüller şâd-u handân ola. Müşkilatlar hall-u asân ola. Kalplerimiz mesrûr, ayıplarımız mestûr, günahlarımız mağfûr, dünya ve ahiretimiz mâmur ola. İçimiz, dışımız pürnûr ola. Ahir ve akıbetimiz hayr ola. Alemin, insanın ve cümle mahlûkâtın bayramı bayram ola.