Geleceğini özgürlükte arayan nesil

Serdar Demirel

Toplumda kutuplaşma var, evet. Farklı zeminlerde yaşananan ve fakat bazı yönleriyle yapay ve bazı yönleriyle hakiki bir kutuplaşma bu.

Bu kutuplaşmaları farklı perspektiflerden okumak mümkün elbette. Çevre ve merkez çatışması, gelenek ve modernite çatışması gibi. Buna yasakçılıktan istikbal devşiren statükocularla, geleceğini özgürlükte arayan neslin çatışmasını da ekleyebiliriz.
Yani gözlerini daha özgür, yasakların daha az olduğu bir dünyada açan nesille, gözlerini yasakların olabildiğince yoğun yaşandığı bir dönemde dünyaya açan nesil arasındaki çatışma.
Davranış reflekslerimizin start aldığı nokta olan zihin kodlarımızın hangi dönemde şekillendiği meselesinin siyasi temâyüllerimize nasıl etki ettiğini iyi sorgulamak gerek.
Çünkü hangi olay karşısında ne tür tepki vereceğimizin şekli, zihin kodlarımızın oluştuğu atmosferle alakalıdır. İnsanın geçmişinden, o geçmişi yaşarken edindiği kültürel terbiyeden kurtulması pek kolay olmuyor. Burada sebep sonuç ilişkisini mutlaklaştırmıyor, inkârı da mümkün olmayan bir duruma dikkat çekiyoruz.
Statükocuların dayattığı kutuplaşmaya genç nesiller dur diyecek; karşılıklı müzakere ve toleransla birlikte yaşamanın zor olmadığını çatışmayı körükleyen büyüklerine gösterecek ve ülkenin siyasi atmosferinin normalleşmesini onlar sağlayacak.
Zaten toplumun önemli bölümü çatışmadan yana değil. Bizim kastettiğimiz ise, çatışmayı körükleyen siyaset, iş dünyası ve bürokrasideki statükocular, kutuplaşmadan iktidar uman miadını doldurmuş kesimlerdir...
Dijital çağın ürettiği yeni imkân ve handikaplarla beraber yaşayan gençler, onları anlamıyor bugün.. Gençler, yeni trendin kompleks yapısında daha özgür bir geleceğin eşiğinde duruyor. Büyüklerin yasakçı dünyasına, anlamsız korkularına da eyvallah demeden.
Ne mi anlatmak istiyorum?
Zihin kodları yasakların dünyasında şekillenmiş neslin daha etkin olduğu on beş yıl öncesinde Türkiye için başörtülü bir first lady ne anlama geliyordu? Şuur dünyasını bugün inşa eden nesil için ne anlama geliyor? Bir düşünün...
Bugün 20 yaşlarında olan nesil 28 Şubat’ı bilmiyor. O meş’um sürecin kurbanı olan dindar kesimin çocukları da bilmiyor.
Refahyol hükümetini ne tür hurafe gerekçelerle düşürdüler, bunu gençlik bilmiyor. O süreçte gelecekte Cumhurbaşkanı’nın, TBMM Başkanı’nın, Başbakan’ın, bakanların ve milletvekillerinin önemli bir bölümünün hanımlarının başörtülü olma ihtimaline dair katı laikçi yasakçıların ne tür kıyamet senaryoları hazırladıklarını da bilmiyor.
Bu ihtimal gerçekleştiğinde darbe üstüne darbe planlarının yapılmasını anlamaları hiç mümkün değil. Çünkü onların zihin dünyaları korku senaryolarının boşa çıktığı bir dönemde oluştu.
Kısacası yeni nesil gözlerini namaz kılan Cumhurbaşkanı, namaz kılan Başbakan, bakanlar ve milletvekillerinin olduğu bir dönemde dünyaya açtı. Yasakçı büyükler bunu bir türlü içlerine sindiremeseler de, yeni nesil bu realiteyle algı dünyalarını oluşturdu/oluşturuyor.
Başörtülü first lady’ler onlar için gâyet normal bir durum. Büyüklerinin öcü gördüğü kıyafet tarzını, onlar bir tercih olarak görmekteler.
‘Dindarlar iktidara gelirse üçüncü dünya ülkesi oluruz, ekonomi batar, ilerleme durur, muasır medeniyet seviyesine yetişemeyiz’ gibi korkulara onların dünyasında yer yok.
Zira onlar yukarıdaki iddiaların ne kadar saçma olduğunu tecrübe ederek büyüyor. Dindarların da söz sahibi olduğu bir ülke yönetiminde ekonomi dibe vurdu mu? Hayır.
Statükocular dibe vurmadı diye üzülüyorlar zaten...
Rejim değişti mi? Hayır. Toplumda başörtülülerin sayısı arttı mı? Hayır. Peki ne değişti o zaman?
Değişen şu: Halka rağmen kendilerini rejimin sahibi gören kesimler güç kaybettiler. Devleti felç eden çeteler geriletildi. Devlet-toplum arasındaki tansiyon düşmeye başladı. Kendini hukukun üstünde görenler, Ergenekon dâvasında sorguya alındı.
Dış siyasette ülke itibarı her zamankinden daha iyi noktaya ulaştı. Uluslararası güç denkleminde, Türkiye, “Ben de varım” demeye başladı. Komşularla iyi ilişkiler herkesin takdirini topluyor.
Bunların neresi kötü?
Peki, kötü diyebileceğimiz hususlar yok mu hiç?
Olmaz olur mu? Meselâ sosyal anlamda Batı’nın hedonik kültürüne daha fazla entegre olduk. Bu gibi durumlar da bizi rahatsız ediyor, statükocuları değil. Yeni neslin hayatta aktif olarak yerini alması bir dönemi kapatacak, biz de, yeni döneme has yeni sorunlarla didişmeye başlayacağız. Gidişat bu.
Not: Vakit Gazetesi’nin susturulmaya çalışılması özgürlüğün hiçbir şekline statükocuların tahammülünün olmadığını daha görünür kılmıştır.

VAKİT