Muhtemelen bazılarımız unutmuştur ama 10 Ekim 2021’de Irak’ta ilk erken genel seçimler yapıldı. Seçimlerin üzerinden altı ayı aşkın bir süre geçtiği halde henüz Cumhurbaşkanı seçilemedi ve bununla bağlantılı olarak hükümet kurulamadı. Seçim sonuçlarını yeniden hatırlayacak olursak özetle:
Mukteda es-Sadr liderliğindeki Sadr Grubu (Şii) 73, İran’a yakın diğer Şii partiler (Koordinasyon Çerçevesi İttifakı): 71, Eski Meclis Başkanı Muhammed Halbusi'nin Takaddum Partisi (Sünni) 37, Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (Kürt) 31, Hamis Hançer'e bağlı Azim Koalisyonu (Sünni) 34 , Kürdistan Yurtseverler Birliği + Gorran (Kürt) 17, Yeni Nesil Hareketi (Kürt) 9, Nasıriye merkezli İmtidad Koalisyonu 9, Diğer irili ufaklı partiler, bağımsız ve azınlık kontenjanları dahil toplam 329 sandalyeli bir meclis aritmetiği ortaya çıktı.
2003 yılından sonra Saddam rejimi enkazı üzerinde kurulan hükümetlerde çoğunluğu teşkil eden Şiiler; ülkeyi siyasi, ekonomik ve idari anlamda domine ederek, sahip oldukları bu avantajlı konumlarını; bürokrasiyi ve diğer devlet kurumlarını kendi uhdelerine alarak iktidarlarını daha da pekiştirme yoluna gittiler. Irak’ta Şiilerin hâkimiyeti demek doğal olarak bölgede mezhepsel temelde siyaset üreten ve Şiiliğin bayraktarlığını yapan İran’ın hâkimiyeti demekti. Zaten savaştan bitap düşmüş, bir milyon civarında can kaybının yaşandığı Irak’ta perde gerisinde İran’ın mezhepsel taassuba dayalı müdahaleleri Suriye, Lübnan ve Yemen’de olduğu gibi kaosu daha da derinleştirdi. Mezhep asabiyetine dayalı bu politika tabiatı itibariyle diğer tüm grupların kendi ortak siyasal çatıları olan ‘devlet’ kimliğine hizmet yerine dar grupsal maslahatlarla hareket etmelerine sebebiyet verdi. Böylece devlet kurumsallaşması ve bütüncül yönetim yerine bozulmuş devlet yapısı, liyakate dayanmayan, etnik ve mezhepsel aidiyetlerin ve grup asabiyetlerinin belirleyici olduğu işlemez bir yönetim yapısı ortaya çıktı. ABD’nin vadettiği özgürlük ve demokrasi gelmediği gibi huzur, güven ve istikrar da delmedi. Öyle ki bütün olumsuzluğuna rağmen insanlar Saddam dönemini mumla arar hale geldiler.
Seçimlerin üzerinden altı ayı aşkın bir zaman geçtiği halde Irak’ta hükümet kurulmuş/kurulmamış kimsenin pek umurunda değil, çünkü, kimsenin seçimlerden bir beklentisi kalmadığı gibi (resmi açıklamalara göre seçimlere katılım oranı 44) kimsenin yeni kurulacak hükümetten de pek bir beklentisi yok.
Halihazırda bütün fevri, dengesiz ve güven vermeyen mizacına rağmen Irak’a istikrarı getirmesi muhtemel kişi olarak umutlar Mukteda EsSadr’a bağlanmış. Kazandığı 73 Milletvekilliğiyle kilit parti konumunda olan Sadr grubu diğer Şii partilerle değil, Irak’ın istikrarı adına Sünnilerle ve Kürdistan Demokrat Partiyle koalisyon hükümeti kurmaya daha sıcak bakıyor. Cumhurbaşkanı seçimi ve hükümet kurma çalışmalarının arapsaçına döndüğü bir ortamda Sadr, Ramazan’ın birinci gününden Şevval ayının onuna kadar toplam kırk gün İ’tikata olacağını, bu süre boyunca siyasi işlerle uğraşmayacağını duyurdu. Belki size biraz tuhaf gelecek ama tüm gözler Sadr’ın İ’tikaftan çıktıktan sonra hangi duygu ve düşüncelerle hareket edeceğine çevrilmiş durumda.
Gruplar arasındaki bölünmüşlük sadece Şiiler arasında değil, diğer Sünni ve Kürt gruplar (KDP – KYB- Yeni Nesil) arasında da ileri düzeyde yaşanıyor. En büyük Kürt partisi olan KDP, Sadr ve Sünnilerle daha yakın dirsek teması içerisindeyken KYB+Gorran İran yanlısı Şii partilerle beraberlik görüntüsü veriyor. Halihazırda Irak’ta siyasi tablo bu şekilde ancak kilit parti konumundaki Sadr grubunun tutumu bir anda tüm dengeleri değiştirecek boyutta.
Irak’tan söz ederken İran etkisini ve nüfuzunu göz ardı etmemek lazım. İran yanlısı Şii gruplar seçimlerden büyük bir hezimetle çıktıkları halde diğer grupların birlikte hükümet kuramamaları da İran’ın müdahalelerinden kaynaklanıyor. İran yanlısı gruplar meclis oturumlarına katılmadıkları için Cumhurbaşkanı ve dolayısıyla hükümeti seçecek meclis çoğunluğu bir türlü sağlanamıyor. Dahası, İran tarafından Erbil’e yapılan füze saldırılarının bir sebebinin de KDP’nin Sadr ve Sünnilerle birlikte hareket etmesinden kaynaklanan bir gözdağı olduğu ifade ediliyor.
KDP’nin tek sorunu İran’la sınırlı değil. Irak Anayasasının 140. Maddesinin uygulanmamasından kaynaklanan ihtilaflı bölgeler, merkezi bütçeden Kürt bölgesine aktarılacak pay, gümrük kapıları ve petrol gelirinin bölüşümünden kaynaklanan sorunlar sebebiyle merkezi Irak hükümetiyle; Berhem Salih’in cumhurbaşkanlığına yaptığı itiraz sebebiyle KYB ile ve Türkiye’nin Pençe-Kilit Operasyonu sebebiyle PKK ile ciddi ihtilaflar yaşamaktadır.
Kim ne derse desin Irak’ın merkeziyetsiz ve dağınık yapısı, Kürtlerin bölünmüşlüğü ve Irak üzerindeki İran nüfuzu 15.yüzyıl şartlarıyla büyük benzerlik göstermektedir. O dönemde Osmanlı - Safevi mücadelesine sahne olan ve Çaldıran Savaşı sonrasında büyük oranda Şiilik ve Sünnilik üzerinden ayrışan bölge, birinci dünya savaşında Osmanlı’nın dağılmasından sonra İngilizler’in güdümünde kurulan mutlakiyet rejimleri ve akabinde Baas rejimi ülkede istikrar sağlayamadı.
15. yüzyıllardaki Osmanlı – Safevi mücadelesinden konu açılmışken Kürt entelijansiyası tarafından ihanet/feraset sarmalında itham ve değerlendirmelere konu olan İdris-i Bitlisi’nin Yavuz Sultan Selim’e 25 Kürt Beyi’nin ortak kararını iletmek üzere kaleme aldığı mektubu hatırlamamak eksik kalır diye düşünüyorum: “Bilad-ı Ekrad denilen Diyarbekir ve civarındaki mazlum Müslümanlar Devlet-i Aliyenizin hizmetine taliptirler ve devlet ile din düşmanlarının şerlerinden sizin yardım ve merhametinizle masun olma ümidindedirler. Bilad-ı Ekrad’ın Osmanlı Devleti’ne iltihakı, İstanbul’un fethi zaferini tamamlayacak derecede ehemmiyetlidir. Zira bu bölgenin ilhakıyla bir taraftan Irak yani Bağdat ve Basra’nın yolları - diğer taraftan Azerbaycan yolları ve diğer taraftan da Halep ve Şam yolları açılmış olacaktır. Allah’ın yardımı pek yakındır.”
Yukarıdaki satırlarda aktardığım mektup ve akabinde yaşanan olaylar silsilesi gerçekten de İdris-i Bitlisi’nin öngördüğü şekilde Osmanlı için Bağdat, Basra, Halep ve Şam’ın yolarının açılmasına vesile olmuştu.
Evet, Irak’ta ortaya çıkan durumun 15. Yüzyıl şartlarına benzeyen yönlerine dikkat çektim. Ayrıca birçok boyutuyla farklılaşan ve ayrışan yönleri olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Ayrışan ve farklılaşan yönlerin neler olduğu üzerinde hep birlikte düşünelim. Bunu bulursak neyi kaybettiğimizi de anlamış oluruz.