Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Donup kalan ve rüzgârla sürüklenen
Yaşarken sürekli değişim içindeyken, zihinsel dünyamızda aynı oranda bir akışkanlık ve hareket oluşmuyor. Hayatımız değişirken bizim hayat hakkındaki düşüncelerimiz evvel zamanda bir yerde şekillendiği gibi kalmaya devam ediyor. Bu düşüncelerin hayatla sağlamasını yapmakla ilgilenenimiz de yok pek. Bir şeyleri ezbere tekrarlayıp duruyor ve bunun bir düşünsel mesai olduğunu varsayıyoruz. Yani yaşarken fazlasıyla, hatta aşırı derecede pratik öncelikliyiz; ancak düşünürken statik, adeta donuk zihinlerle durumu idare etmeye çalışıyoruz.
Zamanın bir yerinde kendimize, düşüncelerimize, inanışlarımıza dayanak kıldığımız şeyler, yaşarken hâlâ bizim rehberimiz olabilseydi, değişimin gerisinde kalmak gibi tartışmalı tespitlere çok aldırmayabilirdik. Çünkü kendi doğrularıyla yaşayan insanlar, o doğruların tartışmaya açık tarafları olsa bile sırf tutarlı davrandıkları için kendi doğrularıyla çelişen insanlardan daha bütünlüklü kalabilirler. Oysa biz, büyük ekseriyetle, bir şeye inanıyor, başka bir şeyi yaşıyoruz. Hem de bunu giderek daha itirazsız, daha içselleştirmiş, daha sindirmiş bir hal ve anlaşılması güç bir rahatlıkla yapıyoruz.
Elbette hayatın değerler ve inanç temelinde değişmez doğruları var ve bunlara bağlı kalmalıyız. Değişim rüzgârlarıyla sağa sola savrulmamalı, sürüklenmemeliyiz. Ancak, bu değerleri birer klişeye, günlük yaşantımızda karşılığı olmayan birer boş tekerlemeye ya da rutin biçimde tekrarladığımız ezber kalıplarına dönüştürürsek, gerçekte kendi doğrularımızla irtibatlı kalmış olmayız, olamayız. Bu da herhalde savrulmanın ve sürüklenmenin bir başka tekinsiz, endişe verici görüntüsüdür.
Son yıllarda özellikle düşünceler ve inanışlar noktasında canlılığını yitirmiş, tazelenmemiş, bugünle yüzleştirilmemiş, dolayısıyla afaki kalan söz kalıpları dolaştırıyoruz daha ziyade aramızda. Bunu çoğu zaman da yüksek sesle yapıyoruz ki söylediklerimiz sadece başkalarını değil, bizi de ikna etsin. Oysa dünün meselelerine belli ölçüde çare olmuş bu sözler bugünün insanına sadra şifa pek bir şey söylemiyor. Doğruluğundan yanlışlığından bağımsız olarak bu sözler, meselelere dünden bakan, bugün zihinsel olarak muhatabı kalmamış sözler…
Modernliğin ve beraberinde getirdiği seküler anlama ve düşünme biçimleri sadece fiziksel yaşantımızı değil, zihinlerimizi de yavaş yavaş esir alıyor. Yazık ki, bunun böyle olabileceğine dair kendi içinde muhasebe yürüten çok fazla insanımız da kalmadı. Olanlar da el çabukluğu ve kes yapıştır kolaycılıklarıyla anında medyatik dolaşım içine sokuluyor, hızlıca ve içeriğinden arındırılarak tüketiliyor.
Bir şeyle yüzleşmeliyiz; yeni nesillerimiz içine doğdukları bu yüzeyselliğin kurbanı olarak ve mevcut durumu hayatın doğal yapısı gibi görerek büyüyorlar. Bizim, en azından insafı tamamen kurumamış olanlarımızın sızısını içinde taşıdığı bu çözülme hali; onlara eksikliğini, yanlışlığını, pişmanlığını hissedecekleri bir şey olarak gelmiyor. Aksine, hayatın doğal gidişatı içinde yaşanan, dolayısıyla muhasebe ihtiyacı hissetmeyecekleri normal durumlar olarak görünüyor. Çünkü bunun aksine bir hayat ve zihin tecrübeleri, bir insanî birikimleri yok, hiç olmadı, vermedik bu imkânı onlara. Daha önce başka bir şey yaşamadıklarından bugün yaşadıklarını yaşamaya devam etmek hayatın doğal akışı gibi görünüyor doğal olarak gözlerine.
Düşünsel olarak, kadim değerlerimizi günün cari gerekleriyle irtibatlandırma yolunda gayret gösteren çok az insanımız var. Onların sesinin kalabalıklar tarafından işitilebildiğini söylemek de pek mümkün değil… Zihinsel trendler, moda kavramlar, güncel tartışmalar, yangını yapılabilen durumlar, popülaritesi yüksek şahsiyetler yazık ki bütün insanca gayretleri ezip geçiyor.
Geçmişte kalan donuk zihinler ya da tarihi derinliği olmayan yüzeysel ezberci zihinler… Her ikisi de tehlikeli biçimde yanlış… Kadim değerlerinden hakkıyla beslenen, bununla birlikte bugünde yaşamayı ve yine de doğru kalmayı başarabilen, rüzgârla oraya buraya sürüklenmeyen faziletli, kendi gerçeğiyle yüzleşme cesareti gösterebilen insanlara ihtiyacımız var.
Gökten zembille inmeyeceklerse, toplum olarak biz yetiştirmeliyiz onları! Ama hangi basiret ve dirayetle?
…
Son söz: Nehirden denize kadar özgür Filistin! Bir gün mutlaka!