KARAR / Yıldıray Oğur
‘Bidon kafalılar’a bir ‘Mukaddime’
Geçen Cuma, gece 12’den sonra başlayacak hafta sonu sokağa çıkma yasağı, iki saat önce açıklanınca, yasak sırasında fırınların ve sucuların açık olacağıyla ilgili genelge de açıklamadan yarım saat sonra gelince 30 Büyükşehir ve Zonguldak’ta halk o saatte açık olan fırınlar ve marketlere akın etti.
Devletin stoğa gerek yok çağrılarına riayet edenler, zaten stok yapacak durumu olmayanlar, alışverişini hafta sonuna bırakmış olanlar, evinde bebeği, çocuğu, hastası olan, onların ihtiyaçları için o son iki saatte markete gitmek zorunda kalanlar, sigara, ekmek, su almak isteyenlerin oluşturduğu kalabalıklar, kuyruklar medyaya ve sosyal medyaya düşünce, paniğe neden olan hükümet tasarrufuna laf edemeyenler başladılar halkın cehaletine, sorumsuzluğuna laf etmeye...
Kucaklarında kola şişeleri, ucuz marketlerde satılan tok tutan bisküvilerle kasaların önünde bekleyen abiler, ekmek çuvalını sırtlanmış götüren amcalar, hayatın bin bir türlü ihtimalini düşünmeyen orta sınıf kibrinin hedefi oldular.
Üstelik bu kez geleneksel laik orta sınıf kibrinin değil, bu kibrin tadını iyi bilen yeni muhafazakar orta sınıf kibrinin.
Nasıl olsa iktidarın bir tasarrufunu eleştirmek yerine, suçu savunmasız halka atmak ucuz ve maliyetsizdi, cehalet, bilinçsiz, eğitimsiz, açgözlülük, lüksünden ödün vermemek gibi laflar havalarda uçuştu.
Ertesi gün hızını alamayan iktidar medyasının bazı tuzu kuru yazarları o geceki kaotik iki saatte panikle marketlere gidenlere “zeka özürlü, ayı, alt tabaka, lümpen” diye hakaret etti.
Bu kadarını demeye dilleri varmayan, hükümeti eleştirmeye de elleri gitmeyenlerin ise imdadına 600 yıl önceden İbn Haldun’un bir cümlesi yetişiverdi:
“İnsanı açlık değil, alıştığı tokluk öldürür”
O akşam yaşanan kaosun suçunu halkta bulan Kızılay Başkanı’ndan iktidar milletvekillerine, gazetecilerine kadar herkes İbn Haldun’un bir sözünü paylaşıp durdu.
Hatta dün iktidara yakın bir gazete bu sözü manşet yapmıştı.
Herhalde o gece hararetle bu hikmetli sözü paylaşanlar, İbn Haldun’un israfa, lükse, açgözlülüğe karşı, kanaatkarlığı, azla yetinmeyi tavsiye ettiğini düşündüler.
İnternette kıtlık, tokluk diye aratınca “İbn Haldun’dan harika sözler”, “hikmetli sözler” derlemelerinde karşınıza çıkan, capsleri yapılmış, popüler kültürde dolaşıma girmiş bulunması kolay bir aforizma bu.
Bu cümle için Mukaddime’yi okumuş olmaya da gerek yok.
Yine de İbn Haldun ne demek istemiş emin olmak için Mukaddime’yi açıp bir bakalım.
Bunun için Dergah yayınlarından çıkan Mukaddime’yi seçelim.
Eseri yayına hazırlayan ünlü ilahiyatçı Prof. Dr. Süleyman Uludağ.
Prof. Uludağ, kitabın girişinde uzun bir İbn Haldun biyografisi de koymuş. İslam Ansiklopedisi’nin İbn Haldun maddesini de o kaleme almış.
Maddenin girişinde yazdığı gibi İbn Haldun 14’üncü yüzyılın başlarında doğmuş, 15’inci yüzyılın başlarında vefat etmiş bir “tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı”.
Yani müminlere ve insanlığa ahlak, fazilet tavsiye eden, hikmetli sözler söylemiş bir din adamı, ilahiyatçı değil.
Hatta tam tersine ömrü hayatı iktidar mücadelelerinin ortasında geçmiş, sultanlara karşı kumpasların, darbelerin içinde yer almış, bu yüzden hapis yatmış, sürgüne gönderilmiş, genelde iktidarlara, hükümdarlara yakın durmuş biri.
Mukaddime’nin girişinde Prof. Uludağ şöyle yazmış:
“İbn Haldun fırsatçı bir adamdı, pratik hayatında gaye her türlü vasıtayı mubah kılardı. Makam tutkusu güçlü idi. Gözü hep üst mevkilerde idi. Şahsi menfaati ve maksadı için veya zarardan korunması için kendisine iyilik yapana kötülük yapmakta, ihsana garkedenler aleyhine tertiplere karışmakta ve lütfuna nail olduklarına karşı değişmekte bir beis görmezdi.
Karşılaştığı bütün siyasi keşmekeşlerde, münasebet kurduğu bütün hükümdarlar, emirler ve devlet büyükleri karşısında ona hakim olan temayül bu olmuş ve bu temayül ölene kadar onun huyu olmuştu.”
Hatta yaşadığı dönemde Şam’ı ele geçirip, Mısır’a yürümekte olan Timur’u durdurmak için huzura çıkmış, elini öpmüş ve şöyle demişti:
“Sen alemin sultanı, dünyanın padişahısın. Hz. Adem'den günümüze kadar senin gibi bir hükümdarın çıkmış olduğu inancında değilim. Benim gibi biri bu gibi hususlarda gelişi güzel konuşmaz. Çünkü ben bir ilim adamıyım.”
Peki, bunları nereden biliyoruz. Oryantalistlerin kitaplarından mı, düşmanlarının yazdıklarından mı, İslam karşıtı çevrelerden değil bizzat kendi kaleme aldığı hatıratından.
Zaten tam da İbn Haldun’u değerli yapan bu.
Hatıratında kendisine karşı eleştirel, dürüst, acımasız olduğu gibi eserlerini de çağının oldukça ilerisinde bilimsel bir metodla ve eleştirel bir dille kaleme almıştı.
Doğanın kanunları olduğu gibi toplumların da kanunları olduğuna inanmaktaydı ve 14’üncü yüzyılın şartlarında bunları bulduğunu düşünmüştü.
Yani “İnsanı açlık değil, alıştığı tokluk öldürür” cümlesi de bir vaz-ı nasihat, ahlaki, İslami bir düstur değil, kendisine göre bir toplumsal, biyolojik, tıbbı tespitti.
Şimdi o sözü siyaseten yararlı bulup o gece hararetle paylaşanların yapmadığını yapıp, cümlenin geçtiği Mukaddime’deki beşinci bölümü açalım.
Bu bölümün konusu: “Bolluk ve kıtlık itibariyle ümranın ahvalinde görülen farklılık ve bunun insanların beden ve ahlakı üzerinde meydana getirdiği tesirler”
İbn Haldun, sıcak iklimlerin bedevi Sudanlılarıyla, ‘soğuk’ iklimlerin hadari Faslılarını kıyaslıyor. Soğuk iklime bulabildiği örnek Fas. Yani sınırlı bir coğrafyayı gözetleyerek, şimdi okuyanlara fazlaca iddialı gelecek totolojik sonuçlara varıyor.
Şöyle iddialı tespitler bunlar:
“Gıda maddesi bol, ekini, hububatı, süt, peynir gibi hayvanlardan elde edilen gıda maddeleri, meyve gibi yenecekleri çok olan verimli iklimlerde bolluk içinde yaşayan
ahali ekseriye zihinleri itibariyle geri zekalı, bedenleri bakımından kaba olmakla muttasıf olurlar. Hububat ve katıklık türünden yiyecek maddeler itibariyle bolluk içinde yaşayan Berberlerin, yine Berberlerden olup da maişet
bakımından sıkıntı içinde bulunan, arpa ve darı ile yetinmek zorunda kalan Masmudiler ile Gumare ve Sus halkı karşısındaki hali işte budur. Dikkat edilince görülür ki, akılları ve bedenleri itibariyle bunlar daha iyi bir haldedir.”
Hatta daha da ileri gidiyor ve şöyle diyor:
“Geçim sıkıntısı içinde yaşayan kişiler, bolluk ve refah içinde bulunanlardan daha güzel bir dini yaşayışa sahiptirler, ibadete daha fazla düşkündürler. Hatta dindar insanların şehir ve kasabalarda az olduğunu görmekteyiz. Şehir ve kasaba halkı umumiyetle, bol bol has buğday, katıklık ve et yediklerinden derin bir gaflet içinde ve kalbi katı olurlar.”
İşte “İnsanı açlık değil, alıştığı tokluk öldürür” cümlesinin geçtiği bölüm bu tespitlerin ardından geliyor.
Okuyalım:
“Allah daha iyi bilir ama bunun sebebi şudur: Bolluk içinde yüzenlerin, çeşitli katıklık maddelere, özellikle hayvani yağlara alışık olanların, bağırsakları ve iç organları, bu yüzden aslında mizaçlarında bulunması gereken rutubetten daha çok bir rutubet
kazanır ve nihayet bu rutubet haddini aşar. İmdi gıda maddelerinin kıtlığı, katıklık şeylerin yokluğu ve alışılmamış sert ve kaba besinlerin kullanılması suretiyle, adet haline
getirilmiş olan bahis konusu yaşama tarzına muhalefet edilince, bağırsaklar çabucak kurur, buruşur ve kıvrışır, bu organlar gayet zayıf ve nazik olduğundan hastalık derhal onlara yol bulur, bu hastalığa yakalananlar aniden ölürler. Çünkü bahis konusu
husus ölüme sebep teşkil eden şeylerdendir. (Kıtlık yıllarında vukua gelen kitle halindeki ölümlerin, salgın hastalıkların sebebi budur). Şu halde, açlık ve kıtlık esnasında mahv ve helak olanları katleden, sonradan ortaya çıkan açlık değil, önceden mevcut olan ve itiyat haline getirilen tokluktur. (Kıtlık ve sıkıntı içinde telef olanları açlık değil, sadece bolluk ve refah zamanında alışageldikleri tokluk öldürmüştür).”
Yani konunun Cuma gecesi olanlarla, hatta bu yüzyılla, hatta modern tıp ve biyolojiyle de hiçbir ilgisi yok.
Ama kararı veren bakanın dahi hatasını kabul edip, bu yüzden istifaya kalkıştığı bir hükümet icraatını dahi savunmaya çıkmışlar, bu kadar ayrıntıya takılmıyorlar.
İnsan karar veremiyor hangisi daha hazin?
Senelerce bidon kafalılar edebiyatının mağduru olduklarını unutup, devletperestlikte kusurları halkta bulma aşamasına gelmeleri mi?
İbn Haldun’un konuyla ilgisiz bir sözünü bulup kullanırken bir kişinin bile merak edip kitabı açıp bakmaması mı?
Yoksa bunun çaresiz kalmış insanları cehalet, eğitimsizlik ve bilinçsizlikle suçlarken yapılması mı daha hazin?
Ne diyelim. Mağluplar galipleri taklit eder. Geçmişler geleceğe suyun suya benzemesinden daha çok benzer ve tabii ki coğrafya kaderdir...