Geçmişle Hesaplaşmayı '17 Aralık' Durdurdu

Orhan Miroğlu bugün kaleme aldığı yazısında devletle, iktidar sınıflarıyla ve resmi ideoloji adına işlenen zulümlerle yüzleşme imkanının muhasebeye girişme fırsatının nasıl da heba edildiğini analiz ediyor.

Miroğlu; 17 Aralık süreciyle birlikte Hükümet ve F. Gülen camiası arasında yaşanan gerilim, rekabet ve çekişmenin bütün bir Türkiye toplumunun aleyhine işleyen bazı kritik kapılar açtığına dikkat çekiyor.

12 Eylül'den 28 Şubat'a Militarzim-Kemalizm sorunu, JİTEM ve Ergenekon-Balyoz' dava süreçlerinden darbeler ve faili meçhul cinayetlere, askeri vesayete karşı başlatılan yargılama süreçlerinin nasıl olup da zemin kaybettiğine değinen yazıyı sizler için iktibas ediyoruz: 

***

Geçmişle hesaplaşmayı '17 Aralık' vurdu
Orhan Miroğlu/Star

Dakika bir, gol bir..

Türkiye’nin son on yıl itibariyle,geçmişle yüzleşme çabası içinde olduğuna inanmış ve bu çabayı desteklemişseniz , yeni bir muhasebe yapmanızda fayda var.

Çünkü çok sürmeyecek birkaç köşe yazısı ve birkaç haberden sonra, bu mesele unutulup gidecek gibi görülüyor.

Bu köşenin adı yüzleşme. Taraf’ta beş yıl aynı isimle yazı yazdım. Taraf’tan ayrılınca da, Yüzleşme köşesini Star’a taşıdım. İki yıldır, Starda siyaset ve yüzleşme yazıları yazıyorum.

Geçmişe dair tanıklıklarım ve yaşadıklarım;  son on yılda, 11 kitap yazmama vesile oldu.

Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Türk-Kürt siyasi ilişkileri, faili meçhuller, dağda hayatını kaybetmiş Türk ve Kürt gençlerine dair trajik hikayeler, bu kitapların konusuydu.

Diyarbakır’da devam edem Musa Anter davasının da hem mağduru, hem tanığıyım.

Diyarbakır cezaevi müze olmadan ölürsem, gözüm açık gider..

Kitaplarımı ve yedi yıldır yazdığım yüzleşme yazılarımı çok seviyorum.

Yazılarım ve kitaplarım benim gerçek hakikatimdir ve benim için, çok da kıymetlidir.

‘Yüzleşme’ konusunu bugünlerde yeniden düşünürken, derin bir umutsuzluğa kapıldığımı  itiraf etmeliyim. Bundan sonra yazılarımda geçmişle yüzleşme muhtemelen  daha az yer alacak; ama kendi yazı serüvenimde önemli bir milat olan bu geçmişi belki köşe yazılarıyla değil, edebi metinlerle anlatmaya devam edeceğim. Becerebilirsem tabi..

İlker Başbuğ’un tahliyesine hiçbir itirazım yok ve olamaz da.

Benim açımdan sorun, bu davalardan yargılananların son çıkan yasa bağlamında tahliye olmaları meselesi de değil.

Asıl mesele, son on yıldaki yüzleşme hamlelerini mümkün kılan siyasi ittifakın bugün dağılmış olmasıdır.

Bu ittifakın, daha iki ay öncesine kadar hizmet hareketi veya cemaat olarak bilinen, ama şimdi de paralel yapı olarak tanımlanan İslami referanslı bir sivil toplum örgütüyle, muhafazakar demokrat bir hükümet arasında kurulduğunu kabul etmek lazım.

Davaların açılması bu ittifakla ve toplumun bu siyasi-sivil ittifaka verdiği destekle mümkün oldu.

CHP bu sürecin arkasında değil, önünde durdu. MHP’nin de nüans farklarıyla tutumu farklı değildi. Askeri vesayetin ve bu vesayetin son otuz yıl itibariyle-hadi daha daha geçmiş yıllara gitmeyelim-, Kürt sorununda yol açtığı vahamet ve korkunç ihlallere rağmen, Kürt siyaseti de bu sürecin arkasında durmadı.

Kısacası, Türkiye’nin geçmişle hesaplaşması, siyasi parti ve grupların birbiriyle mücadelesine kurban edildi. Hakikatten bahsedildi, ama kimsenin hakikat anlayışı diğerinin anlayışına uymadı, hakikat nedir sorusu etrafında  bir toplumsal mutabakat sağlanamadı.

Bugüne gelelim. En önemli yüzleşme ve hesaplaşma davalarından tutuklu olan katil zanlılarının ve azmettiricilerin peş peşe serbest kaldığı bir süreçte, sizi bilmem,  ama ‘Yüzleşme’ kelimesi bile benim  içimde buruk bir tat bırakacak artık.

Bu köşeye yeni bir isim aramanın zamanı geldi galiba. Yüzleşme çok ağır bir kelime. Adil bir dünyayı, suçun cezasız kalmadığı, insanların ideolojileri ne olursa olsun, hakikatin peşinde koştuğu bir dünyayı ima ediyor.

Türkiye son on yılda bu dünyanın mücadelesini veriyordu..

Ama 17 Aralık’tan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını göreceğiz.

Kim ne derse desin, geçmişin hesabını görme ve hesaplaşma mücadelesi, 17 Aralık’la beraber farklı bir mecraya girdi. Ağır bir darbe yedi. Çünkü bu mücadeleyi mümkün kılan ve bu aşamaya getiren siyasi-sivil  ittifak çöktü.

Bu ittifak lazımdı oldu, şimdi lüzumu kalmadı.

İlker Başbuğ Paşa,daha bir hafta önce Türkiye’nin ‘ağır mahpusu’ydu, bugün  cumhurbaşkanlığına aday olur mu diye tartışıyoruz.

Tahliye olacakların arasından CHP’nin ulusalcı kanadı belki kendine bir genel başkan bile bulur!

Zirve, Hrant Dink, Bayoz, Ergenekon, JİTEM ve 12 Eylül, 28 Şubat davaları, Türkiye’nin askeri vesayet dönemiyle mücadelesinin hukuki zeminleri ve alanları oldu.

Son on yılda Türkiye bu dava süreçleriyle beraber, geçmişte olup bitenleri tartışma fırsatı buldu.

Tarihiyle yüzleşti. 1915’i, Kürt sorununu, Dersimi filan yeniden hatırladı..

Sonra bir gün bu sürecin arkasında duran siyasi irade içinde derin bir çatışma başladı.

17 Aralık hükümeti vuramadı.

Ama 17 Aralık, geldi, Türkiye’nin yüzleşme hamlesini ta can evinden vurdu.

17 Aralık sürecini babayiğitçe destekleyen medyanın, şimdi de ‘Katiller Aramızda’ manşetleri atması ne kadar boş lafsa, ‘askeri vesayetle mücadele devam edecek’ diye yazı yazmak da bir o kadar boş laf!, Türkiye, tarihsel  hafızanın itinayla silineceği, bir sürece girdi..

Kürtler’in ‘kabahatleri’ hariç..O ‘kabahatler’ hep hatırlanacak..

Değil mi ki, Zirve katliamının katilleri dışarıda, Hatip Dicle ve arkadaşları hala içerde..

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!