Geçmişi efsanelerle yaşatma, Kemalizm’e yanaşma inadı 

KENAN ALPAY

Cumhuriyet kutlamaları dolayısıyla ortaya çıkan en absürt, en marjinal görüntü ve pratikleri kınayıp konuşmak doğal elbette. Ancak Cumhuriyet’in niteliğini resmi bayramlarda zuhur eden bir dizi çirkin pratiğe indirgeyerek ama daha kitlesel katılımlı olanları milli birlik ve beraberliğin teminatı sayarak konuşmak ne geçmişe ne de geleceğe dair sağlıklı bir konumlanışa vesile olmuyor ne yazık ki. Zaten uzun bir süredir birinci kaynaklara yönelerek ciddi bir okuma, sürecin siyasal ve hukuki analizlerini yapma, meselelerin ahlaki ve tarihsel boyutlarını tartışma gibi hayati ihtiyaçlar derin dondurucuya kaldırılmış durumda.

Geçmişe ve Geleceğe Yön Veren Reklamlar

Siyasal-ideolojik propagandalar çoktandır tüketim kültürünün asli unsurlarından biri sayılan reklam spotlarına bırakmış yerini. Kitle iletişim araçlarında ideoloji mümkün mertebe seyreltiliyor, söylem ve semboller olabildiğince sempatik ve dramatik müzikler eşliğinde varoluşsal ihtiyaçlar halinde takdim ediliyor. Reklam kültürü tüketimi teşvik etmekle birlikte hemen neredeyse siyasal kimlik ve duruşları, geçmiş ve geleceğe dair bakışları dahi tanzim edecek gücü de elinde tutuyor. Hangi ideoloji ve siyasal aktörün sempatik, kahraman ve olmazsa olmaz addedileceğine ilişkin tutum ve davranışları da hangi ideoloji ve siyasal aktörlerin antipatik, hain ve yıkıcı-muzır addedileceğini de artık ahlaki ve hukuki süreçler değil reklam yetenekleri belirliyor.

Reklamlarla yaşıyor, reklamlar gülüyor ağlıyor ve nihayet reklamlarla ölüyoruz. Tarihi dizilerle toplumu yumuşak dokunuşlarla hizaya çekmek, bugünün siyasal ihtiyaç ve vazifelerine göre diziler ve reklamlar üzerinden tarih yazmak çok boyutlu getirisi olan stratejik bir faaliyet alanına döndü resmen. Sosyal medyanın anlık, sığ ve mesaj boyutu sınırlı ama denetimsiz alanından beslenmeyi marifet belleyen geniş kitlelerin hemen hiçbir meseleyi enine boyuna, tarafgirlik duygusundan sıyrılıp soğukkanlı bir biçimde usulüne esasına uyarak tart(ış)acak ne zamanı ne de mecali kalmadığına göre “atış serbest” zaten.

Cumhuriyet ve diğer resmi bayramlar tanzim edildiği tarihlerden bu yana kitle terbiyesini esas alan militarist ve şövenist törenler şeklinde tahakkuk etti. Resmi bayram ve törenlerin ilk ve nihai hedefi Ulu Önder’i her boyutuyla yüceltmek, saygı ve sadakat bildirimini yinelemekten ibaretti. Resmi ideoloji ve devlet sınıflarının soğuk, ürkütücü ve dayatmacı kültürü halkın resmi bayramlara ancak mecbur kaldığı, kaçamadığı durumlarda dâhil olmasının biricik sebebiydi. Ancak 28 Şubat darbe sürecinden itibaren popüler magazin figürlerinin (şarkıcı, manken, artist) gösterileriyle festivale evrildiği oranda resmi bayramlar genç kitleleri kuşatabildi. Askeri vesayetin korku salan ürkütücü karakteri biraz geriye çekilip vitrine magazin kültürünün yükselen yıldızları sürülünce kitlesellik artmış gibi göründü. Ama seçim sandıklarından Kemalist partiler değil yine muhafazakâr-dindar partiler zaferle çıkıyordu. Evet, Kemalizmin popülaritesi epeyce artmıştı ama ideolojik temelleri, söylem ve tutumlarından azımsanamayacak kadar soyunup sıyrılarak olmuştu bu gelişmeler!

Herkes Değişti, Bazıları Başkalaştı

Radikal devrimci Kemalizm’den mülayim evrimci Kemalizm’e geçiş nasıl yaşanmıştı, bir hatırlayalım isterseniz: “Genç Subaylar Tedirgin” ve “Tehlikenin Fakında mısınız?” kampanyalarıyla start verilen, Cumhuriyet ve Bayrak mitingleriyle hızlandırılan o meşhur ve meşum Balyoz indirme planları suya düşünce İslami değer ve sembollere saygı, insan hakları mücadelesine sevgi, eğitim-öğretimde özgürlük kaşifleri olarak ortaya çıktı devlet sınıfları. Ancak bu keşifler özellikle de 15 Temmuz sonrasında çift taraflı işledi. Kemalist sınıflar vesayet imkânlarını elden kaçırdıkları oranda kademe kademe İslami ve muhafazakâr değerlerle mücadelesini seyreltip yumuşatma (ve bir süreliğine erteleme) yoluna girdiler. Diğer taraftan muhafazakâr siyaset ve kitleler de iktidar imkânlarını korumak ve kaybetmemek için Mustafa Kemal ve Kemalizmi kendi ideolojik ve tarihsel gerçekliğinden koparıp ezan ve iffet başta olmak üzere bütün İslami değer ve sembollerin muhafızı gibi tanımlamaya girişti. Öyle ki muhafazakâr siyaset kadroları kendi kültürel kodlarını da inkâr edip devlet, yargı, bürokrasi, sermaye gibi en netameli alanlarda dahi Kemalist referans ve refleksleri içselleştirme yolunda hızla ilerlemeye başladı.

Muhafazakâr cenah konforlu bir hayat standardı yakalayıp sınıf atladığına inanmaya başladığı vakitlerden bu yana siyaset, devlet, toplum, akademi, sivil toplumuyla neyi hatırlayacağını da neyi unutacağını da Ulu Önder ve Resmi İdeoloji perspektifinden belirler oldu. Tarihsel ve toplumsal gelişmeleri laikleştirip ulusal kimliğe bağlama trendi süratle yükselişe geçti. Toplumsal ve siyasal hayatın şeref ve özgürlüğe kavuşmasını doğrudan ve sadece Mustafa Kemal ve Kemalist devlet geleneğine bağlayarak hem beka kaygısının giderileceği hem de model ülke cazibesinin perçinleneceği öngörülür oldu. Böylelikle ulusalcı perspektifle iyice benzeşen, iktidarsız yaşanamayacağına ikna olmuş muhafazakâr siyasal kimlik de artık tarihi hakikatleri ortaya çıkarma, ana hatla-sapma arasındaki mücadele üzerine görüş belirtme, hukuk devleti söylemiyle çelişen teamüllerle mücadele etme yönündeki tüm gayretleri “bozgunculuk” şeklinde yaftalamayı eşsiz bir marifet belledi.

Acı ama muhafazakâr siyaset, medya ve sivil toplum resmi ideoloji, semboller ve söylemlerin hakikati nasıl tahrif ettiğini tartışmaktan, zulüm ve ifsad politikalarının bizzat devlet eliyle nasıl tahkim edildiğini konuşmaktan imtina ettikçe duygu, düşünce ve davranış modelleri itibariyle iyice Kemalizme yanaştı. Öyle ki; yirmi yıla yaklaşan iktidar sürecinde muhafazakâr çevreler seküler-ulus devletin asli sahibimmişçesine havalara girdi, muhalifi ve mağduru olduğu Kemalist teamüllere meşruiyet ve zaruret atfederek geleceği teminat altına alabileceği üzerine güya şaşmayacak hesaplar yapar oldu. Siyaset, bürokrasi ve sermayeden aldığı paylar büyüdükçe muhafazakâr-dindar kimlik belli sembollere bağlılıkla kayıtlayıp rahatlattı kendini ama seküler-ulusalcı hayat tarzı en çirkin halleriyle asli istikameti belirler oldu. 

Yanlışın, kötünün, çirkinin, suçun, günahın küçüğü, önemsizi olmuyor. Şimdilik günaha, suça, yanlışa cevaz verenler daha büyük günahlara ve günahların kitleselleşmesine davetiye çıkarıyorlar sadece. Hukukun esas alınmasından, adaletin tahkim edilmesinden, merhamet duygularının hâkim kılınmasından hiç ama hiç kimse zarar görmez oysa. Kemalist ideoloji ve teamülleri bizzat sahiplerine hayır, huzur, refah ve güven getirmedi ki muhafazakâr siyaset ve kitleler oradan bir meşruiyet ve kudret devşirmeye yelteniyorlar. Tarih değil Sünnetullah kitlelerin yanlışta inadını affetmez ve önceki toplumlar için geçerli olan kanununu devreye sokmakta asla tereddüt etmez.

Yeni Akit