Geçmiş/Gelecek, Cemaat/Toplum

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan artakalan malzemeyle kuruldu. Daha kurulurken, o malzemenin bir kısmını istemediğini de beyan etti: Rumları, Ermenileri, kısacası, gayrı Müslimleri. Lozan’da, bu istenmeyen, ama dayatma zoru katlanılan “azınlıklar”ı tanımlayan ölçüt dindi. Ama Hilafet de kaldırılınca, Müslümanları birarada tutması beklenen bağın ne olduğu konusunda bir belirsizlik oluştu. Diyanet İşleri mi? Herhalde değil. Nitekim hemen Şeyh Sait ayaklanması başladı.

Şöyle bir genel hatırlatma olmak üzere böyle kısa kısa değiniyorum bir şeylere, ama bunları tartışmak değil istediğim. “Birlik” kavramı üstünde durmak istiyorum.

Bir imparatorluktan kalan malzemeyle “ulus-devlet” kurmak çok zor bir iştir, bir “ulusal birlik” atmosferi yaratmak çok zordur, bunu anlatmak istiyorum.

İmparatorluk’tan kalan nüfus çok-parçalıdır, heterojendir. Yapısal olarak böyle olmanın ötesinde, bunu zihnen de sindirmiş, daha doğrusu, bunun dışında bir ideolojik formasyonla tanışmamıştır. Ne demektir bu? Toplumun, cemaatlerden, “topluluk”lardan oluştuğu demektir: biraraya gelince bir “toplum” çıkaramayan “topluluklar” paradoksu.

Her türlü “zorluk”, işte bu yapının ürünüdür. Böyle bir yapıda, sadece şu dinden, falanca mezhepten, ya da filanca etnik kökenden olanlar “cemaat” yaratmaz; yerellik de bir “cemaat” kaynağıdır. “Sivaslılar” da, “Tokatlılar” da, “Yozgatlılar” da, birer cemaattir. Sonra, “cemaat-içi cemaat” de olabilir: Kürt ama Alevi ya da tersinden bakın, Alevi ama Kürt cemaat de vardır.

Türkiye’de, tevarüs edilen miras gereği, bunların hepsi var.

Çok heterojen bir nüfus yaşıyor. Bu “heterojenlik”, egemen etnisitenin, yani Türk kesimin, “bu nüfusla nasıl birlik kurulur” sorusuyla her karşılaşmasında fenalık, baygınlık geçirmesine yol açıyor. Oysa durum çok daha kötü olabilirdi, “bölünme” paranoyasını besleyecek daha ciddi etkenler de olabilirdi. 19. yüzyılda Osmanlı toplumunun talihsizliği 20 ve 21. yüzyıllarda Türkiye Cumhuriyeti için bir “şans” yarattı. Bugün burada Arnavut, Boşnak ve başka Rumeli halklarından, Çerkes boylarından, Gürcülerden insanlar yaşıyor. Bunlar Osmanlı’nın uzak topraklarında yaşarken, oraların başka toplulukların eline geçmesi üstüne buraya göçmüş insanlar: Onun için de, pre-modern dünyanın en büyük koşullanmalarından biri olan toprak konusu, onların bu “yeni vatan”la kurdukları ilişkide bir rol oynamıyor. Değişik sınırlarımız olsaydı, sözgelişi, eski Kürdistan’ın en geniş kısmının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalması gibi Arnavutluk denen ülkenin üçte ikisi burada kalmış olsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “Arnavutluk sorunu” da olurdu –bir “Çerkes sorunu”, bir “Gürcü sorunu” da olabileceği gibi.

Zaten bu sınırlar içinde yaşayan Araplar ya da Lazlar gibi Müslüman toplulukların da buna benzer bir “toprak” sorunları hiç olmamıştı, bugün de yok.

Ama Kürtlerin var, dolayısıyla bir “Kürt sorunu” var.

Bu böyle olduğu için Cumhuriyet Muhafızları’mız Kürtlere tarih boyunca gönül rahatıyla bakamadılar, gene bakamıyorlar. Aslında hiç kimseye gönül rahatıyla bakamadılar ama o ayrı hikâye.

O, kendilerinde ileri gelen bir şey –“Muhafız” olmalarından.

Atatürk, Cumhuriyet’in “birlik” içinde yaşamasına temel hazırlamak üzere, pek çok yeni ulus-devlette olduğu gibi, yüzünü geçmişe döndü ve yanında yardımcılarıyla, harıl harıl, ulus-devlete “ulusal” bir tarih hazırlamaya başladı. Oysa bu işi çözecek anahtar tarih değildi.

Tarih olsa olsa, sorunu dallandırır, budaklandırırdı. Kuruyan denizler veya yol gösteren kurtlar, Kürtleri ilgilendirmiyordu. O anlatılan yerlerden gelmemişlerdi, geldiklerine inanmaları için de bir neden yoktu. Yeni Kağanlar, Hakanlar icat ettikçe onları yabancılaştırıyorduk.

Tarihle böyle ilgilenmek cemaat yapısını pekiştirir, cemaatten topluma giden yolların kapılarını kapatır. Böyle bir “cemaatler” toplamını bir “toplum” yapmanın yolu “tarih”te değildir. Tarihe yöneldikçe cemaatlerin arasına duvar örersiniz. Bakacak yer, gelecektir. Ulusal birlik, gelecek perspektifi içinde kurulabilir. Geleceğe yönelmek için atacağımız adımları da “demokratik anayasal” zeminde atabiliriz ancak.

Bunun imkânları, her şeye rağmen, bugün de var Türkiye’nin potansiyelleri arasında. Altyapısıyla, çoğulcu bir toplumda gerekli olacak birçok şeye sahip. Cemaatten topluma geçebilir ve geçtiği zaman bugün sorun gibi görünen pek çok şey sorun olmaktan çıkar. Ama bu kapının anahtarı Kemalist cemaatin elinde değil.

TARAF