Erbil'de süren iki günlük müzakare, bize Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde "geç kalmış bir ulusalcılığın (gecikmiş milliyetçiliğin)" ne kadar etkin olduğunu göstermiş oldu.
Ulusalcı siyasetleri temellendiren ideolojiler yalın ve nahiftirler; bu yüzden ulusalcı/milliyetçi çerçevede kalıp da beşeriyete ufuk açabilmiş tek bir entelektüel gösterilemez. Belki de nahif bir zihin, ancak ulusalcı/milliyetçi bir ideolojiyle yetinebildiği için daha üst varlık mertebesine ait bir perspektiften insanlığın sorunlarına bakamaz.
Ulusalcılık, tarihin ulusların savaşından ibaret olduğunu varsayar. Her ulus, kendini öteki uluslar üzerinden tanımlar ve çatışır. Uluslar arasındaki güç mücadelesi tarihin dinamiğini teşkil eder; dolayısıyla her ulus kendi varlığının bekâsı, çıkarı ve üstünlüğü için diğerlerini zayıflatmaya çalışır. Bu yasanın gerekleri yerine getirilirken –yani ulusal çıkar korunur ve diğer uluslar zayıflatılırken- real politiğe bakılır, ahlaka bakılmaz.
Kürt Bölgesel Yönetimi'nin aydınları zor bir süreçten geçiyor. Kendilerine "öteki" aramaya kalkıştıklarında önlerinde üç ana Müslüman halk çıkıyor: Araplar, Türkler ve Farslar. Her üç halkı ötekileştirmek yeni Kürt ulusal kimliğinin inşaı için fonksiyoneldir. Fakat 21. yüzyılda bu zor görünüyor. Çünkü küreselleşme ve bölgeselleşme trendleri öylesine güçlü ki, her halükârda ötekileştirdikleri halklarla ve devletleriyle zorunlu ilişkiler içine girmek zorundadırlar. Bu yüzden "yakın ötekiler" olan Araplar, Türkler ve Farslar, Kürtlerle kader birliği içindeler.
Burada Kürt ulusalcılığı belli belirsiz bir kriz hali yaşıyor. Öncelikle, Araplarla yaşanmış bir geçmiş söz konusu; Kuzey Irak'ta hâlâ belli bir Arap nüfus var; merkezî Bağdat Yönetimi söz konusu olduğunda Araplar masanın öbür tarafında oturuyorlar. Kerkük sorununun baş aktörlerinden biri yine Araplar. Bu Arap faktörünün yeni Kürt ulusal kimliğinin inşaında fonksiyonel bir öteki olarak tanımlandığında önemli sorunlara yol açacağını ima ediyor.
Arapları ötekileştirmek isteyen laik Kürt aydınlarını rahatsız eden bir başka faktör, Arap dili ve bu dil üzerinden tarihten gelip bütün Müslüman halklar nezdinde büyük itibara sahip olan İslam irfanıdır. Bu öylesine güçlüdür ki, "Kürt kültürü" olarak kurgulanacak şeyi onun domine edici etkisinden kurtarmak kolay görünmüyor. Bu da Kürt aydınlarını rahatsız ediyor. Şimdiden Kürtçenin Arap ve İslamî karakteri üzerinde birtakım ameliyeler yapılıyor ki, bunun bizdeki tam izdüşümü "Türkçenin Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması" dediğimiz tasfiye hareketidir. Bunun yanında Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesini isteyenler de var.
Kürt ulusal kimliğini inşa edenlerin yapmaya çalıştığı ikinci şey "İslamiyet'le aralarında belirgin bir mesafe" koymak. Gündeme geldiği her seferinde "İslamiyet bizim dinimizdir, dinî hayat üzerinde baskı yoktur, ama biz uygar Batı'yla uyumlu bir toplum olmak ve dini siyasi alanın dışına çıkarmak istiyoruz" dediklerini duyarsınız. Tabii buna "küresel teröre karşı mücadeleye katılma"yı da eklemeyi ihmal etmezler.
Yeni Kürt siyasi oluşumu, kendini belli bir kimlik ve anlam çerçevesine yerleştirirken, ABD'ye ve Batı'ya kuvvetli atıflar yapmaktadır. Bunun güvenlikle ilgili bir boyutu vardır, ama "sorunlar denizinden ibaret bölgede modern dünyayı temsil eden adacık" imajı yaratma kaygısı da söz konusudur. Bu ise, yeni Kürt ulusal kimliğine ilave bir zorluk getirmektedir. Çünkü ABD ve bölge arasında malum sebeplerden dolayı derin çelişkiler vardır.
Ulusalcılık universal bir formdur; Batı'da doğmuştur. Kimsenin kendine özgü ulusal kültürü veya ulusal farklılığı yoktur. Batı tarafından bulaştırılır, kızamık gibi çıkar. Biz 90 senedir hâlâ tam olarak bunu çıkaramadık. Bana bir Elazığlı anlatmıştı: Çocukken kızamık çıkaran çocukların anneler üstünü örterdi, çoğu ölürdü. Kaçıp Fırat'a girenler kurtulurdu. Umarım Kürtler de bu kızamıktan bir an önce kurtulmaları için İslam'ın kutlu nehrine koşar, bizim yaşadığımız trajedileri yaşamazlar.
ZAMAN