Ersin Çelik / Yeni Şafak
Medine: Heyecandan bitmeyen yolculuk
Medine yolundayız. İki harem şehrinin arasındaki mesafe 450 kilometre. Bu yolu daha önce gidenler “İstanbul-Ankara arası gibi düşün” diyor. Hız sınırı var, biraz da trafik. Gece yarısından sonra Mekke’den çıkışlar olacak ve hız iyice düşecek.
İki mola verdik, akşam ve yatsı namazlarımızı kıldık. Bilenler anlatıyor yine: Önceki yıllara göre çok sayıda tesis yapılmış, Mekke-Medine otobanına.
Efendimiz de bu yollardan geçmiş midir düşünceleriyle camdan görünen çöllere bakarken İslâm Ansiklopedisi’nden “Hicret” maddesini okuyorum bir yandan da. Mekkeli müşriklerin zulüm ve baskıları artınca Müslümanlar sırayla Medine’ye göç etmişler. Ashabın büyük çoğunluğu kısa sürede Medine’ye gidince geride sadece Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir ile aileleri, Hz. Ali ve annesi, ayrıca güç yetirememiş veya gidişleri engellenmiş belli kişiler kalmış. Efendimiz ve Hz. Ebubekir, müşriklerin suikast kararını öğrenince 26 Safer (9 Eylül 622) Perşembe gecesi şehri terk ederek Sevr Mağarası’na gidip üç gün sonra da Medine yollarına düşmüşler. Şehre girişleri 12 gün sürmüş.
Biz ise klimalı otobüsle sekiz buçuk saatte vardık, beldelerin efendisine. Sıkılmadık, yorulmadık, aklımızdan dahi geçirmedik elbette ancak yolun son 30 kilometresi heyecandan olsa gerek bitmek bilmedi. Yavaşladık iyice. Kontroller var. Bu esnada görevliler çıktı otobüse, soğuk zemzem suyu ikram ettiler. Misafirleri böyle karşılıyorlarmış.
Gece karanlığında ışıl ışıl minareleri görebilmek için birbirimizle adeta yarışırken Medine belirdi işte. Salavatlara başladık hemen:
Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Rasulallah
Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Nebiyyallah
Essalâtü vesselâmü aleyke yâ seyyidel evveline vel ahirin, velhamdülillahi Rabbi’l-âlemin.
Sevdiği bir yere giden küçük çocuklar gibi cama yapıştım ve Mescid-i Nebevi’nin minarelerini gözledim. Medine ışıl ışıl. Geceyi ve göğü delen bembeyaz ışık huzmeleri belirdi ufukta. Emin olmak için soruyorum, “Evet Peygamber Mescidi” diyorlar. Heyecanlanmamak elde de değil dilde de…
Efendimizin hicret yurduna vardık, şükürler olsun. Medine’de bizleri vefanın simgesi olan Osmanlı eserleri karşılıyor. Sultan Abdülhamid’in inşa ettirdiği; Şam ile Medine arasında yolcu taşıyan Hicaz Demiryolu’nun son durağı kendine has mimarisiyle hemen karşımızda. Çıkışında ise yine Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Hamidiye Camisi var. Aklıma hemen Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın Hicaz Demiryolu’nun yapımıyla bizzat ilgilenen, Padişah’ın sır kâtibinden dinleyip aktardıkları geliyor. Şimdilik camdan bakıp geçtiğimiz bu ecdat yadigârına özel olarak tekrar geleceğim. Bu yolun ne zorluklarla yapıldığını da fırsat bulursam sonraki yazılarda değineceğim.
Otelimiz yolun hemen karşısında yer alan Mescid-i Nebevi'nin sınırlarının dibinde. Saatler 03.00’ü gösteriyor, bu esnada Mekke’de aşina olduğumuz teheccüd ezanı okunuyor.
Gecenin serinliğiyle Medine’nin sakinliği birleşiyor. Mekke’den gelen herkesin ilk hissiyatı Medine’nin dinginliği oluyormuş. Ben de hissediyorum. Mescid’e girişte misafirlere gül suyu döken görevli Türk olduğumu tahmin ederek, “Hangi şehir?” diye soruyor. “İstanbul” deyince, Bursa ve özellikle de Yalova’ya övgüler yağdırıyor. Ravza-ı Mutahhara’ya nasıl gideceğimi sorunca, sabah namazından sonra ziyarete açılacağını söyleyip, kapısını tarif ediyor.
Önce ziyaret namazı, ardından gece namazı… Cennet bahçesindeyim. Herkes nerede olduğunun farkında. Herkes adımlarını ona göre atıyor. Mekke’deki koşuşturmanın üzerine şimdi suhuletin tam ortasındayım.
Kısa süre sonra da sabah ezanları okunuyor. Ümmetin her renginden, her milletinden Müslüman Mescid’e akın akın gelirken beni Efendiler Efendisi’ni ziyaret edecek olmanın büyük heyecanı kuşatıyor. Üzerimdeki acemilik bile bir nimet aslında. Cemaatle kılınan sabah namazının ardından ziyaret kapısı açılıyor, kafileler halinde yürüyoruz. Kubbeyi Hadra’nın tam önündeyim. Yeşilin o tarifsiz tonu tanyeri kızılıyla hemhal olmuş. Lacivert gökyüzünün altında büyük vuslatın ilk adımlarını atıyorum…
Buradan sonrasına Allah nasip ederse yarın devam edeceğim.