16 Aralık Taksim. Yağmurlu bir gece. Köken olarak dünyanın dört bir yanına ait olan insanlar soğuk havaya aldırmadan buluşmuştuk.
Hahamlar, öğrenciler, profesörler, şirket yöneticileri, kadın, erkek, genç, yaşlı, İngiliz, Jamaikalı, Faslı, Sri Lankalı, Amerikalı ve daha birçok uyruktan meslekten ve meşrepten insanlar. İngiliz parlamenter George Galloway ve arkadaşlarının öncülüğünde başlatılan Filistin'e Yol Açık hareketiyle 6 Aralık'ta Londra'dan yola çıkıp Avrupa'daki her durakta çoğalarak on günde İstanbul'a ulaşan insanlar. Gezi Parkı'nda yaşanan, bu şehrin daha önce hiç tanık olmadığı bir olaydı. Filistin sadece bir bahane, bir metafordu sanki. Herkesin bu kalpsiz dünyada aslında kendi varoluşuna, insani duyarlılığının sınırlarına doğru yola çıktığı, 'ben neyim?' sorusuna cevap aradığı çok açıktı. Böyle birlikteliklerde başkası uğruna yola çıkılan menzil kadar, yola çıkanların kendini bilme adına elde edeceği kişisel kazanımlar da bir o kadar önemlidir.
Gazze'yi yerle bir eden, 1500 insanı öldüren, binlercesini sakat bırakan saldırıların yıldönümü olan 26 Aralık'ta Gazze'de olmayı planlayan yolcular birçok badirelerden, bazılarının ağır yaralanmasına yol açan olaylardan sonra, hatta Galloway'in sınır dışı edilmesini de yaşayarak 5 Ocak'ta Mısır'dan giriş izni alıp getirdikleri yardımları verebildiler Gazzelilere.
İŞGALCİLER DEMOKRATİK SONUÇLARA HAZIR DEĞİL!
Başa dönecek olursak; sorun, Ocak 2006'da Filistin'de yapılan seçimleri Hamas'ın kazanmasıydı. İstedikleri gruba oy vermeyen halkın öldürücü bir ambargoyla İsrail, ABD ve AB tarafından cezalandırılmasına hiçbir tepki gelmemişti dünyadan. Bir kere daha görülmüştü ki bölgede demokrasi getirmek için işgallere girişenler, demokratik sonuçlara asla hazır değiller.
Yirmi iki gün boyunca gece ve gündüz Gazze'ye ölüm yağdıran kırım esnasında konuşulan şey fosfor bombası kullanılıp kullanılmadığı oldu soğukkanlılıkla. Olanların usulüne uygun olup olmadığıydı bütün mesele. Daha sonra bombalamak üzere sivilleri bir binaya toplamak ya da evdekilere 'dışarı çıkın' anonsu yapıp çıkan kadınlara çocuklara ateş açmak savaş suçu değildi.
Merkezi Britanya'da bulunan Evrensel İslami Yardım (IRW) adlı kuruluşta çalışan Hatem, BBC İngilizce servisinde yayınlanan güncesinde 27 Aralık'ta Şifa Hastanesi'nin hınca hınç ölülerle dolduğunu, koridorlarda yerlerde ameliyat yapıldığını duyuruyordu. Yarım saat içinde bu kadar masum insanı öldürmeyi mümkün kılan bir medeniyet. Bombaların cinsini seslerinden tanıyan ve yaşamları sadece bir sonraki gün hayatta kalma beklentisine indirgenmiş, okulları yıkılmış çocuklar. Hatem'in tek dileği, bombardımanın durması ve insanların ölülerini gömebilmesi idi. Bu daha 4 Ocak'ta kara harekâtının başlamasından önceki durumdu. Gazze'de her gün daha kötüsü olamazmış gibi hissediyoruz ama oluyor işte diyordu günlükte.
Uçaklar tanklar gemiler havadan karadan ve denizden vuruyor, süt bulamayan anneler ılık suyla bebekleri oyalıyor, ambulanslar doktorlar hedef alınıyor. Sınırsız süresiz hiçbir müdahale olmaksızın İsrail'in işini bitirmesini bekliyor dünya. Bahçelerin ağaçların küçük ölçekli fabrikaların, altyapının yerle bir edilmesini. Kolektif cezalandırma diyorlar buna.
BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından kurulan araştırma komisyonu, Güney Afrikalı yargıç Richard Goldstone başkanlığında durumu gözler önüne seren raporu hazırladı. Savaş suçu ve insanlığın indiği sıfır noktası belgelendi neyse ki. Saldırı, Hamas varlığımızı kabul etmiyor gerekçesine dayanıyordu. Seçimi kazanan İsmail Haniye, Şubat 2006'da Washington Post'a verdiği mülakatta Hamas'ın İsrail'i yok etmeyi hedeflediği iddiasını şiddetle reddetmiş, Yahudilere husumet beslemediklerini, kimseyi incitmek istemediklerini açıklamıştı. Biz ne savaş isteyen ne de başlatanız, kan sevmiyoruz, sadece hakları çiğnenmiş insanlarız diyordu. İsrail'in var olma hakkını tanıyor musunuz sorusunu da İsrail, Filistin devletini kabul edip haklarımızı geri verirse biz de onu tanıyacağız diye cevaplamıştı. Uygar devletlerden (!) umut kesilmişken uygar Avrupalı bireyler Özgür Gazze İnisiyatifi'ni kurdular. Sessizlik suça teşvikle aynıydı. Çıkış bildirgesinde biz kendi bedenlerimizi İsrail'in mazlum Filistin halkına uyguladığı hukuksuz şiddete karşı bu yola koymaya gönüllüyüz diyen, böylelikle Yahudi halkının da bölge halkıyla insanca yaşama haklarına sahip çıkan entelektüeller.
BİRİLERİ GAZZELİLERİ ANLATMALI BİZE
Onlardan biri İrlandalı insan hakları eylemcisi Caoimhe Butterly. 16 günlük muhasara sırasında Yaser Arafat'ın yanında kalıp kaderini paylaşan, Cenin'de İsrail kurşunuyla yaralanan, geçtiğimiz ocakta da Gazze'de ambulanslara yaralı taşıyan adam. Yazılarıyla çocukların, şafakla denize yürüyen balıkçıların vahşice susturuluşunu, bir sonraki saldırının nereye olacağını tahmin etmeye çalışarak yaşayan Gazzelilerin durumunu aktarmıştı dünyaya. Daha önce de Zimbabwe'deki AIDS'liler, Meksika'daki Zapatistalar, New York'taki evsizler için çalışmış. İyi ki bu ıssız dünyada kaybolup gitmemizi önleyen böyle meşaleler var.
Gazze'nin unutulmaması Yahudi halkı da dahil hepimize şifa. Unutmak suç zaten. James Joyce Dublinliler'i yazmasaydı birçoğumuz böyle bir şehrin varlığından bile haberdar olmazdık. Parçalanmış hikâyelerden bir şehir yarattı. Birileri Gazzelileri anlatmalı bize. Uçuşan imgelerle hayaletler halinde çevremizde dönen ama sonra hemen unutulan Gazze billurlaşmalı. Belki o zaman kimse dokunamaz. Kelimenin ve görüntünün diline aktarılmadıkça yok sayıldığımız bir dünyadayız çünkü. Kendimiz hakkında sürekli delil toplamak durumundayız.
ZAMAN