Gazze’den sonra her şey aynı kalabilir mi?

Gazze'deki soykırımın yarattığı derin etki, global bir bilinçlenme sürecine kapı aralıyor. Bekir Berat Özipek, Gazze'den sonra dünya düzeninin nasıl değişebileceğini kaleme aldı.

Bekir Berat Özipek / Fokus Plus

Soykırımın yerinden oynattığı taşlar: Gazze’den sonra her şey aynı kalabilir mi?

Gazze’de Filistinlilere yönelik olarak devam eden soykırımın birinci yılında, yaşananlara, bugüne ve geleceğe dair değerlendirmeler yaparken cevap aramamız gereken sorulardan biri, soykırımdan sonra her şeyin eskisi gibi olup olmayacağı. Hamas’ın 7 Ekim saldırısının İsrail’e işgali derinleştirme ve etnik temizliği hızlandırma fırsatı verdiğini ve soykırımın İsrail’in yanına kalacağını düşünenler de var, Gazze’den sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ve Gazze’nin sadece Filistin meselesinde değil küresel anlamda bir milat olduğunu düşünenler de.  

Karamsar olmak için sebepler var. Gazze soykırımı tarihinin karşılaştığı ilk soykırım değil; benzer trajediler geçmişte de modern zamanlarda da farklı coğrafyalarda yaşandı. Ama o trajedilerin yaşandığı dönemde duyulan infial zaman içinde söndü. Dahası Gazze soykırımı da Filistinlilerin başına gelen ilk felaket değil. Bu nedenlerle, ilk bakışta hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünmek mümkün.  

ABD, İsrail ve soykırıma destek veren diğer Batılı devletlerin de hesabı bu olmalı ki ahlaken ve hukuken soykırım suçuna ortaklık anlamına gelecek bir tutumdan kaçınmıyorlar. Bugün eski işgallerin, katliamların ve soykırımların kurbanlarını hatırlayan yok. Bugün güç onlarda ve bu soykırımın faturasını ödemek zorunda kalmayacaklarını düşünüyor olabilirler.  

Öte yandan küresel açıdan bugünkü duyarlılığın kaybolacağını düşünenler de olabilir. Cezayir’den Ruanda ve Bosna’ya, yaşanan savaş, işgal, etnik temizlik ve soykırımlar kıyameti koparmadı. Irak’ta bir milyon insanın ölümüne sebebiyet veren işgal, Afganistan’daki ağır insani bilanço veya Guantanamo’nun dehşeti de az değildi. ABD’nin Irak’a saldırısı öncesi de 2003’te İngiltere’de bir milyon kişi Blair Hükümetinin savaşa girme kararına karşı “Irak’ta savaşa hayır, Filistin’e özgürlük” sloganlarıyla yürümüş; ancak işgal gerçekleşmişti. Ama bu kez daha farklı düşünmek ve Gazze’den sonra hiçbir şeyin aynı kalmayacağını, Filistin lehine pek çok dengenin değişeceğini öngörmek için çok sebep var. Gazze soykırımıyla gelen farkındalık durumunun, uzun vadede Filistin’i de aşacak şekilde, bölgede ve dünyada küresel ölçekte bir değişim ve dönüşümü mümkün kılacak bir tarihsel momenti ifade ettiğini düşünmek için de.  

Gazze’nin farkı  

Bu sefer gerçekten bir şeyler farklı görünüyor. Kurbanlarından haberdar olamadığımız ya da onları açıkça göremediğimiz diğer cinayetlerden farklı olarak her şey anbean gözümüzün önünde yaşandığı için değil. Her gün Gazze’nin yıkımına şahit olduğumuz, on dakikada bir çocuğun öleceğinin hesabını yapabildiğimiz halde müdahale edemediğimiz, bir yıl boyunca küresel ölçekte bir acizlik duygusu birlikte yaşadığımız için değil. Batılı büyük devletlerin insan hakları adına ortaya koydukları belgelerin, sözleşmelerin, ilke ve kuralların, uluslararası hukuka egemen kıldıkları hükümlerin nasıl pervasızca kendileri tarafından çiğnendiğini ve güvenlik mekanizmalarının nasıl işlevsiz hale getirildiğini gördüğümüz için değil. ABD ve Avrupa’nın “çoğulcu, demokratik, farklılaşmış ve özgür medya”sının nasıl utanç verici bir şekilde aynı telden çaldığını, soykırımın üstünü örtmeye ve İsrail’i aklamaya çalıştığını bütün dünya gördüğü için değil. Bütün bunlar bir günde olup bitmediği, kimsenin gözlerini kapatamayacağı kadar aleni biçimde bir yıl boyunca aynı şekilde devam ettiği için de değil…  

Ama hepsi için. Bütün bunlar Gazze soykırımı üzerinden eşzamanlı biçimde yaşandığı için; bunların hepsi bir arada gerçekleştiği için. Her şey çok fazla üst üste geldiği için. Bütün bunlar aynı anda, dünya meselelerine en ilgisiz insanları bile Filistin’de olup bitenden haberdar hale getirdiği için.  

 

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım, imha ve parçalanmış binlerce çocuk bedeninin ortaya çıkardığı dehşet, onun kurbanları açısından ifade ettiği ağır insani maliyet, Filistin meselesini çarpıcı biçimde milyarlarca insanın gözlerinin önüne koydu. Burada tek tek yeterince hissedilmeyen pek çok uyaranın eşzamanlı olarak devrede olması önemliydi. Evlerin, mahallelerin, hastanelerin ve mabetlerin canlı yayında yerle bir edilmesi ve bütün dünyanın bunu izlemek zorunda bırakılması, İsrail yetkililerinin bir soykırım ideolojisine sahip olduklarını ifşa eden ürkütücü beyanları,2 17.000’den fazla çocuğun bir çatışmada değil sivilleri hedef alan bombardımanlarla katledilmesi, bunun ABD ve Avrupa devletleri tarafından ateşkesi gerektirecek bir durum olarak görülmemesi, yasaklı silahlarla ilgili vakaların sorun edilmemesi, ABD ve AB’nin “operasyonu” desteklemesi, “saygın” uluslararası medyanın objektiflik görüntüsü verme kaygısını dahi bir yana bırakarak doğrudan taraf olduğunu ortaya koyan yayınlara imza atması, “kendisini savunma hakkı”nı işgal altındaki Filistin’e değil İsrail’e tanıması, onun da bu şekilde kullanmasında bir sorun görmemesi gibi pek çok sarsıcı hadisenin eşzamanlı biçimde yaşanması, kısacası bütün bunların bir anda olması bir milat oldu. Tüm bunlar, karanlıkta bir anda bir şimşeğin çakması gibi etki yaptı ve gerçekliği en çıplak haliyle gözler önüne serdi. Dünya Filistin’de ne olduğunu ilk kez bu ölçüde net biçimde gördü. 

Acı ve idrak  

Bugün devletler düzeyinde sessizlik ve soykırımı meşrulaştıran global siyasi düzenin arz ettiği olumsuzluk; toplumlar düzeyinde ise itiraz ve sokaktan kampüse kendisini belli etmeye başlayan bir farkındalık var. Bunun, Filistin lehine şimdiye kadar görülmedik ölçüde güçlü bir pozitif faktörün tarih sahnesine çıkması şeklindeki bir olumluluğu yansıttığını gözlemlemek mümkün. Bir yıl boyunca, dünyada sekiz milyar insanın çaresizce izlemek zorunda kaldığı bir soykırıma rağmen devletler, uluslararası örgütler ve medya düzeyinde sergilenen dehşet verici sessizliğin doğurduğu bir derinlikli idrak durumu söz konusu. Bunu toplumların verdikleri kendiliğinden tepkilerde veya ABD’nin bütün telkin ve zorlamalarına rağmen bazı devletlerin aldıkları adil siyasi pozisyonlarda gözlemlemek mümkün. Bu anlamda Gazze’de olan bitenden haberdar olmanın, ağır insani maliyeti ölçüsünde güçlü bir dinamiğin zeminini oluşturduğu düşünülebilir. Devletlerin damgasını taşıyan “uluslararası sistem”in arz ettiği suskunluğun toplumlar düzeyinde sona ermesinin küresel ölçüde Filistin lehine insani bir farkındalığın ortaya çıkıp dengeleri değiştirmesinden de söz edilebilir ve bu anlamda Hamas’ın 7 Ekim saldırısını izleyen soykırımın gerçek bir milat olacağı düşünülebilir.  

Bu görme durumunun, Filistin’i aşan başka sonuçları da olması mümkün. Gazze’deki dehşetin görünür kıldığı başka bir gerçeklik ise Batı demokrasilerinde birey ve toplum düzeyinde fark edilir hale getirdiği egemenlik ilişkileri veya temsil sorunudur. İnsan haklarına dayalı demokratik toplum düzeni, AB ilkeleri, özgür toplum ve sıkça atıf yapılan “Batılı değerler”in, onlara en fazla ihtiyaç duyulan bir soykırım sürecinde geçersizleştiğine ve örtük bir tahakkümün ve farklı bir işleyişin geçerli olduğuna dair kanaatlerin yaygınlaşmasının farklı ülkelerde farklı sorgulamaları başlatması mümkün. Bu anlamda Filistin’de olup bitenleri dehşet içinde izleyip, sokaklardan ödül törenlerine ve boykotlara ulaşan bir tepkinin, nasıl olup da uygulamayı değiştirmediğini, ateşkes istemeyi bile sağlayamadığını görmenin, Batılı bireyler açısından siyasi etkinlik duygusu ile temsil ilişkisine dair bir sorgulamayı beraberinde getirmesi de söz konusu olabilir. 

 

Bu sorgulamaların hiç kuşkusuz bir anda hayata, insanlığa, uygarlığına, büyük ölçüde Batılı devletlerin eseri olan dünya düzeninin adaletsiz yapısına yönelik sonuçlar doğurması beklenmemeli. Dünyanın vicdanlı insanlarının Cezayir veya Vietnam savaşları sürecinde sergiledikleri duruş, Sartre’ların, Maschino’ların “kral çıplak” anlamına gelen tespitlerine yansıyan duyarlılık, bir zamanlar savaş ve sömürgecilik karşıtı alternatifin ahlaki temelini güçlendirerek çözüme katkı sağlamıştı. Gazze üzerinden sınır aşan bir sorgulamayla gelişen bir küresel bilinç ve yaklaşım değişiminin de kısa vadedeki kazanımlardan çok daha etkili ve kalıcı sonuçlara hizmet edeceği düşünülebilir. 

Bugün de Filistin konusundaki duyarlılığın hızla geliştiği ve ilk ürünlerini vermeye başladığı görülüyor. Sosyal medyanın bizzat o medya kuruluşları tarafından manipüle edilmesine, örneğin Filistin lehine paylaşımların görünürlüğünün azaltılmasına rağmen bugün söylem üstünlüğü Filistin’de.  

Gazze soykırımının online izlenebilir olması ve uzun bir zamana yayılması, dünyadaki meselelere en ilgisiz olanlarla görmek istemeyen veya görmeye hazır olmayanların bile görmezden gelemeyeceği kadar çarpıcı ve aşikâr hale getirdi. Yaşananların dehşeti, görmenin sorumluluğundan kurtulmak için başını öbür tarafa çevirmeye hazır olanlara bile kaçış için fırsat vermedi. Artık kimse için “farkında değilim, tam göremedim” mazeretine sığınmak mümkün değil.  

Görmek acı verse de bir kez gerçekleştikten sonra eskiye dönmek mümkün olmaz. Muhtemeldir ki Filistin konusunda bu görme ve idrak halinin de öngörülmeyen ve amaçlanmamış sonuçları olacak.  

Şimdi mesele, ortaya çıkan devasa acının ürettiği güçlü potansiyelin, bu muazzam enerjinin mecrasından sapmadan veya saptırılmadan hem Filistin hem de daha iyi bir dünya için en doğru şekilde harekete geçmesini sağlamak. Bu da her coğrafyadan, her inanç ve soydan, adalet, barış ve daha iyi bir dünya için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünen herkes için öncelikle ahlaki bir sorumluluğu ifade ediyor. 

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...