Kuzey Irak Pençe-Kilit harekât bölgesinden gelen şehit haberleri bir anda Türkiye’de gündemi değiştirdi. Başta bu kişilerin aileleri olmak üzere tüm yakınlarının ve sevenlerinin başı sağ olsun, mekânları cennet olsun.
Yıllardır terörle cebelleşen bir ülkede bu tarz acı haberlerin yabancısı değiliz elbette ama bunu doğal ve normal karşılayacak lakayt bir tavra sahip olmamak ve buna hiçbir şekilde alışmamak da gerekiyor.
Terörün kökeni ve bunu besleyen sebepler üzerinde yapılan analiz ve değerlendirmeler en az terörle mücadele kadar önemlidir. Ayrıca, bu tarz müessir olaylar dolayımında görüş beyan eden kişilere büyük bir sorumluluk düşüyor. Ne ki bunlar köşe yazarı, siyaset bilimci, kanaat önderi, siyasetçi, uzman sıfatlarıyla kamusal bir misyon yürütüyorlar.
Sağduyu sahibi sınırlı sayıda kişiyi istisna edersek, elinde oklava benzeri çubuklarla televizyon ekranlarında boy gösteren güvenlik uzmanı veya köşe yazarı kişilerin çok bilmiş bir edayla: “güvenlik zafiyeti, bölgenin sarp coğrafyası, düzenli orduların gerilla mücadelesi karşısındaki dezavantajları, bu sorunun silahla çözülemeyeceği…vs.” minvalindeki klişe sözleri, bu uğurda canlarını yitiren ailelerin üzüntülerini artırmak dışında bir şeye hizmet etmediği gibi, terörle mücadeleyi zaafa uğratan, hedefi bulanıklaştıran, terörün gerçek sebeplerini ve beslenme kaynaklarını gözlerden kaçıran olumsuz bir işlev görmektedir.
Beri tarafta vatansever ve/veya Türk milliyetçisi pozlarına yatarak ayrışmayı daha da derinleştiren kişilerin en az örgütün kendisi kadar bölücülüğe hizmet ettiğini akılda tutmalıyız. Niyetleri ne olursa olsun Türk ulusalcıların kullandığı dil ve sahip olduğu zihniyet ile terör örgütünün amaç ve hedefleri dolaylı olarak aynı noktada kesişiyor.
Bahse konu PKK terör örgütü; Fis köyündeki toplantıdan itibaren dağa çıkışından şehirlere inişine kadar, bölgesel alan hâkimiyeti, bağımsız mahkemeler, vergi ve asker toplama, belediye ve parti gibi araçlar üzerinden kurumsallaşma, medya ve daha birçok alanda marjinallikten kitleselleşmeye ve uluslaşmaya doğru geçirdiği tüm aşamalar hepimizin gözleri önünde cereyan etti. Bu süre zarfında “terörle mücadele” adı altında denenmemiş yöntem, söylenmedik söz kalmadı. Yaşanan tüm bu tecrübelerin herkese bir şeyler öğretmesi gerekiyor.
Burada bazı hususların altını çizmekte fayda var:
Birincisi; kırk yıllık bir tecrübe sanki hiç yaşanmamış gibi sıklığı günden güne artmaya devam eden Demirtaş güzellemelerine hayret etmemek mümkün değil. Demirtaş’ın aktif siyaset yaptığı zamanları, eline saz tutuşturularak ekranlarda cilalandıktan sonraki hünerlerini hep birlikte gördük, biliyoruz.
İkincisi; bu kırk yıllık mücadele 90’lı yılların mücadele tecrübesini de barındırıyor. Faili meçhuller, yargısız infazlar, köy yakmalar, beyaz toroslar, özetle, devletin hukuk dışına çıkarak sergilediği tüm uygulamalar sorunu daha da derinleştirmekten ve teröre daha geniş alanlar açarak kitlesel bir boyut kazanmasından başka bir işe yaramadı.
Üçüncüsü, her şart ve ortamda hukuk ve adalet vurgusunun altını çizmeliyiz. AK Parti hükümetinin terörle mücadelesindeki esas başarısı buradan gelmektedir. Halk ile terörist ayırımını büyük bir özenle yaptı ve bu anlayışından hiç taviz vermedi. Başarı kelimesinin altını özellikle çiziyorum çünkü örgütün ülke içerisinde eylem yapma kapasitesi büyük oranda çökertildi, devlet zulmünden dolayı dağa gidişler bitti, Güney Kürdistan coğrafyasında sıkıştıkları alanlar günden güne daralıyor. Belirlenmiş ilkeler ve hukuka bağlılık, bir devleti çete veya örgütten ayıran temel ve vazgeçilmez saiklerin başında gelir.
Dördüncüsü, HDP’nin kazandığı belediyelere kayyum atanması halkın iradesine saygısızlık veya hukuk ihlali şeklinde değerlendirilemez. Siyasete alan açma; silahların susması ve meşru hak ve taleplerin barışçıl ve sivil araç ve yöntemlerle savunulmasına olanak sağlayan bir fırsat ve imkan olarak değerlendirildiğinde anlamlıdır. PKK ile iltisaklı HDP ve türevi olan tüm partilerin, derneklerin, sendikaların, vakıfların kapatılması demokrasi veya hukuk ihlali değildir. Çünkü sözünü ettiğim tüm bu kuruluşlar örgütün silahla giremediği alanlarda örgüte alan açan ‘yumuşak güç’ misyonuyla hareket ediyor. Ülkenin meri hukukunun sağladığı avantajlardan faydalanarak elde edilen kazanımların o ülkeyi yıkmak amacıyla kullanılması nasıl bir demokrasidir?
Beşincisi, Suriye’nin kuzeyinde rojava diye isimlendirilen bölgeye yönelik yürütülen politika son derece doğrudur. Bu bölgede yürütülen faaliyetleri Kürtlere/Kürtlerin kazanımlarına yapılan saldırılar şeklinde nitelemek dezenformasyon amaçlı bilinçli bir çarpıtmadır. PYD denilen oluşumu PKK’den ayrı mütalaa etmek mümkün değildir. PKK bir yandan bütün imkân ve kabiliyetiyle Türkiye’ye karşı mücadele yürütürken beri tarafta Türkiye’nin burnunun dibinde ABD himayesinde oluşturduğu yapıyı görmezden gelmek ancak gaflet ile izah edilebilir.
Altıncısı; terör bağlantıları dolayımında gündeme gelen “dış güçler” vurgusu doğru, ancak, o parmakların işaret ettiği yerler yanlıştı. Suriye ve Gazze’de meydana gelen gelişmeler “Batılı dostlarımız” diye başlayan tüm cümlelerin bir aldatmacadan ibaret olduğunu tüm çıplaklığıyla önümüze serdi. ABD’nin Irak’a müdahalesi demokrasi havariliğinden kaynaklanmıyordu, Suriye’de PYD ile ittifakının DAİŞ’e karşı mücadeleyle alakası yok. Filistin’de meydana gelen gelişmelerin gün yüzüne çıkardığı bir diğer gerçek şudur: ümmet coğrafyasındaki ülke ve halkları aşağılayarak yönümüzü Batı’ya çevirme gayretlerinin tümü bizi evdeki bulgurdan etme tehlikesini barındırıyor.
Bu tespitler ışığında bölgede barış, kardeşlik ve huzurun kalıcı bir şekilde tesis edilmesi için Türkiye’nin yeni bir anlayışla hareket etmesi kaçınılmazdır. Yüz yıllık Kemalist gömlek bu bölgeye, bu şartlara ve bu gerçekliğe artık dar geliyor. Öncelikle Batı’nın ulus devlet anlayışına dayalı ırkçı politikaları tümüyle terk ederek başta Kürtler olmak üzere bölge ülkeleri ve halklarıyla kardeşlik ve adalet temelli yeni bir anlayış ve yapılanmaya ihtiyaç vardır. Sadece Türkiye’nin değil tüm bölgenin kurtuluş reçetesi budur. Gazze’de minnacık bebekleri katledenler ile Hakurk’ta körpe canlara kıyanlar aynı amaca hizmet ediyor. Bunu anladığımız gün sorunlarımızı ve bu sorunları içinden çıkılmaz hale getiren zaaf noktalarımızı da anlamış olacağız.