Ahmad Ibsais / Mepa News
Bu Netanyahu'nun savaşı değil, İsrail'in soykırımıdır
Binyamin Netanyahu'yu suçlamıyorum. Halkımın başına gelenler için İsrail başbakanını suçlamıyorum. Bugün İsrail bombaları Gazze'nin her köşesini yerle bir ederken ve çocuklar enkaz altında can verirken onu suçlamıyorum. Gazze'deki halkımın katledilişini akşam haberlerinde izlemek zorunda kaldığım 2013 yılında da onu suçlamıyordum.
Annem Batı Şeria'da işine gitmeye çalışırken çatılara tünemiş keskin nişancılar ona ateş ettiğinde de onu suçlamadım. Allah rahmet eylesin büyükbabam da 1980'lerde yerleşimcilerin kendisinden çaldığı topraklara geri dönemeden öldüğü için onu suçlamadı.
Benim için, ailem için, halkım için bugün Filistin'de tanık olduğumuz şey "Netanyahu'nun savaşı" değildir. Bu onun işgali de değil. O, İsrail'in acımasız savaş makinesinin bir başka dişlisinden başka bir şey değil.
Yine de ABD'de Filistin haklarının ve ilerici insancıllığın sözde şampiyonları olan senatörler Bernie Sanders ya da Elizabeth Warren'a soracak olursanız, son 75 yılda başımıza gelen her şey ve bugün başımıza gelen her şey tek bir adama, sadece tek bir adama fatura edilebilir: Netanyahu.
Sanders, İsrail'in Gazze'ye yönelik devam eden saldırısını ısrarla "Netanyahu'nun savaşı" olarak nitelendiriyor ve ABD'den "Netanyahu'ya bir kuruş daha vermemesini" talep ediyor. Warren ise ateşkes çağrısı yaparken "Netanyahu'nun başarısız liderliğini" kınıyor.
Bu yenilikçi senatörlere göre Filistin'deki tüm acı ve ıstırabın nedeni açık: Aşırı sağcı, saldırgan bir başbakan, kendisini iktidarda tutan bir çatışmayı sürdürmeye kararlı.
Elbette Netanyahu kötü biri. Elbette, uzun kariyeri boyunca Filistinlilere ve insanlığa karşı sayısız suç işledi. Elbette, bugün Gazze'deki katliamı kısmen kendi siyasi bekası için körüklemeye devam ediyor. Halkıma zarar veren ve acı çektiren söylediği ve yaptığı her şeyden sorumlu tutulmalıdır. Ancak bugün Gazze'de ve işgal altındaki Filistin topraklarında sergilenen ırkçılık, aşırıcılık ve soykırım niyeti sadece Netanyahu'ya yüklenemez ve yüklenmemelidir.
İsrail'in bariz insan hakları ihlallerini, uluslararası hukuku hiçe saymasını ve savaş suçlarını açıkça övmesini sadece Netanyahu'ya yüklemek, Sanders ve Warren gibi liberaller için bir başa çıkma mekanizmasından başka bir şey değildir.
Geçmişte ve günümüzde Filistin halkının çektiği acı ve zulümden Netanyahu'yu sorumlu tutarak, İsrail'in etnik temizlik yerine ilerici idealler üzerine inşa edildiği yalanını canlı tutmaktadırlar.
Netanyahu'yu suçlayarak, açıkça savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işleyen bir devlete verdikleri görünüşte koşulsuz desteği aklıyorlar.
Netanyahu'yu suçlayarak ve İsrail'i ilerici, iyi niyetli, uluslararası insancıl hukuka saygı duyan ancak şu anda kötü bir lider tarafından yönetilen bir devlet olarak göstererek, kendilerini -ve genel olarak ABD'yi- İsrail'in birçok savaş suçundaki suç ortaklığından kurtarıyorlar.
Elbette Sanders, Warren ve bu çizgiyi savunan diğer herkes, Netanyahu'nun gitmesi halinde İsrail-Filistin'deki "çatışmanın" sihirli bir şekilde ortadan kalkmayacağını ve Filistinlilerin hemen özgürlüğe ve adalete kavuşmayacağını çok iyi biliyor.
Ne de olsa benzer bir senaryonun sadece birkaç yıl önce ABD'de oynandığını gördüler. İnsanlar Trump'ın Beyaz Saray'dan uzaklaştırılması halinde onun körüklediği ve kışkırttığı sorunların ortadan kalkacağını söylemişti. Amerikan demokrasisi kurtulacak ve her şey yoluna girecekti.
Ama bu gerçekleşti mi? Trump'ın başkanlığının olaylı bir şekilde sona ermesinin üzerinden neredeyse dört yıl geçti, ancak hala ülke genelinde yaygın ırkçılığı, eşitsizliği, silah şiddetini ve yoksulluğu görebiliyoruz.
Bu sorunlar Trump'ın başkanlığından sonra sihirli bir şekilde çözülmedi, çünkü Trump tarafından yaratılmadılar. Bunlar asla "Trump'ın" sorunları değil, Amerikan sorunlarıydı. Dahası, milyonlarca Amerikalı onu ve gündemini desteklediği için Trump'ın önümüzdeki yıl Beyaz Saray'a geri dönme ihtimali çok yüksek.
Aynı şey Netanyahu ve İsrail için de geçerlidir.
Netanyahu'nun İsrail'in ilerici, demokratik temellerine ihanet ettiği ve bugün Gazze'de tanık olduğumuz "insani felakete" neden olduğu iddiası, bir yerleşimci kolonisi olarak İsrail'in doğasında var olan sistematik baskıyı görmezden gelmektedir.
Sanders ve diğerleri, İsrail'in sosyalist temellere sahip, topraksız bir halk tarafından "halksız bir toprak" üzerine inşa edilmiş, özünde ilerici bir ülke olduğuna dair Siyonist efsaneye inanmak isteyebilirler. Ancak Filistin'in hiçbir zaman "halkı olmayan bir toprak" olmadığı gerçeğinden kaçamazlar. Gerçekten de İsrail'in kuruluşu, bu toprakların yerlisi olan yüz binlerce Filistinlinin sürülmesini gerektirmiştir ve İsrail'in Ulus Devlet Yasası'nda belirtildiği üzere bir "Yahudi Ulusu" olarak varlığını sürdürmesi, Filistinlilere yönelik baskı, hak mahrumiyeti ve istismarın devam etmesini gerektirmektedir.
Bugün milyonlarca Filistinli İsrail işgali altında yaşamaya ve ölmeye devam etmekte ve İsrail'in Filistinli vatandaşları ile birlikte, yaygın olarak apartheid sistemi olarak tanımlanan bir sisteme tabi tutulmaktadır.
Bu savunulamaz ve adaletsiz dinamik Netanyahu ve hükümetinin eseri değildir.
İsrail devleti en başından beri uzun vadede varlığını sürdürebilmesini Filistin'in bir etnik temizlikten geçirilmesine, Filistin kimliğinin tamamen silinmesine ve topraklarında kalan Filistinlilere baskı uygulanmasına bağlamıştır. Eski İsrail Başbakanı Golda Meir, Netanyahu'nun iktidarının başlamasından yıllar önce, 1969 yılında Washington Post'a yazdığı bir yazıda "Filistinliler diye bir şey yoktur" demişti.
Elbette, İsrail solu "kibbutzim"lerdeki tarıma dayalı komünal yaşamı sosyalist bir rüya olarak tanıtıyor ve birçok İsrailli ülkelerinin "demokrasisi" ile gurur duyuyor. Ancak tüm bunlar, sosyalist kibbutzimlere yol açmak için topraklarından etnik olarak temizlenen ve yasadışı olarak işgal edilmiş topraklarda tam İsrail kontrolü altında yaşamalarına rağmen İsrail demokrasisine katılamayan Filistinlilerin insanlığını görmezden gelirseniz doğrudur.
Gazze'deki soykırım başlamadan önce İsrailliler, Netanyahu'nun ülkenin hukuk sistemine ve demokrasisine yönelik bir saldırı olarak gördükleri bu durumu aylarca kitlesel olarak protesto ettiler. Ancak Filistinlilerin kendi devletleri ve orduları tarafından işgal edilmesini, öldürülmesini ve acımasızca katledilmesini hiçbir zaman bu kadar kalabalık ve güçlü bir şekilde protesto etmemişlerdi.
Kasım ayında, soykırımdan tam bir ay sonra, İsraillilerin sadece yüzde 1.8'i İsrail ordusunun Gazze'de çok fazla ateş gücü kullandığına inandığını söylerken, şimdi, soykırımdan beş ay sonra, İsraillilerin yaklaşık yüzde 40'ı Gazze'deki Yahudi yerleşimlerinin yeniden canlanmasını görmek istediğini söylüyor.
Görünen o ki binlerce ölü ve sakat Filistinlinin görüntüleri İsrailliler için pek bir şey ifade etmiyor. Çocuklarından geriye kalan ceset parçalarını plastik torbalar içinde taşıyan babaların ya da öldürülen bebeklerinin kanlı bedenleri başında ağlayan annelerin görüntüleri onları etkilemiyor. Enkaz altında kalan aç çocuklar ya da insan eliyle yaratılan bir kıtlığın ortasında yemeye zorlandıkları kuş yeminden zehirlenen küçük çocuklar umurlarında değil. Ordularının masumlara çektirdiği acılara kayıtsız kalmakla kalmıyorlar, binlercesi açlığın eşiğindeki Filistinlilere yardım ulaşmasın diye sınır kapılarında protesto gösterileri düzenliyor.
Bunların çoğu, bir yıldan kısa bir süre önce Netanyahu'nun demokrasilerine yönelik sözde saldırısını protesto etmek için sokaklara dökülen İsraillilerin ta kendileridir.
Yani, hayır bugün Filistin'de tanık olduğumuz şey Sanders ve Warren'ın ısrarla iddia ettiği gibi "Netanyahu'nun savaşı" değildir. Bu çatışma, bu soykırım, Netanyahu'nun iktidara gelmesiyle başlamadı ve onun kaçınılmaz düşüşüyle de sona ermeyecek.
Yerleşimciler Filistinlilerin topraklarını, evlerini ve hayatlarını çalmaya Netanyahu'nun İsrail siyasetinde önemli bir yer edinmesinden çok önce başladılar. Filistinliler o başbakan olmadan çok önce açık hava hapishanelerine tıkılmışlardı. İsrail ordusu, Netanyahu komutanları olduğunda Filistinlileri taciz etmeye, sakat bırakmaya ve öldürmeye başlamadı.
Sorun Netanyahu ya da başka bir İsrailli politikacı ya da general değildir.
Sorun İsrail'in işgalidir. Sorun, güvenliği ve uzun vadeli sürdürülebilirliği bir apartheid sistemine ve yerli halkın hiç bitmeyen işgaline, baskısına ve toplu katliamına bağlı olan yerleşimci kolonisidir.
Bu Netanyahu'nun savaşı değil, İsrail'in soykırımıdır.
Al Jazeera için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News tarafından Türkçeleştirilmiştir.