Taha Kılınç / Yeni Şafak
Vâil’in mesajları
Dünya onu sadece gazetecilik kariyeriyle değil, İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılar sırasında kaybettiği yakınları ve bu kayıplara karşı sergilediği metanetle de tanıdı. Eşi, kızı, iki oğlu ve çok sayıda akrabası rahmete kavuştu, ama o hiç yıkılmadı ve direniş azmini yitirmedi. Hatta ailesinin cenaze namazlarını bile bizzat kendisi kıldırdı. El Cezîre televizyonunun Gazze büro şefi Vâil Dahdûh’tan söz ediyorum. Son saldırılardan birinde sağ elinden yaralanınca ameliyat için Katar’a götürülen Dahdûh, El Cezîre’ye 1 saat 40 dakikalık uzun bir mülakat verdi ve yaşadıklarını anlattı. Sesinin Türkiye kamuoyunda da duyulması adına, Vâil’in altını çizdiğim bazı cümlelerini sizlere aktarmak istiyorum:
“Gazze’de şu anda insan hayaline sığmayacak şeyler yaşanıyor. Bu, şimdiye kadarki hiçbir savaşa benzemiyor. İsrail vahşiliğinin ve sınır tanımazlığının bütün örnekleri sergileniyor.”
“Bombardımanlar sırasında elektrikler kesildiği için, haber yapmak için gittiğimiz yerlerde ceset parçalarının üzerinden yürüdüğümüz de oluyordu, bunu sonradan fark ediyorduk. Şahit olduğumuz görüntülerin yüzde doksanı, yayınlanabilecek gibi değildi.”
“Eşimin şehadet haberini akşam vakti canlı yayın yaparken aldım. Kendisinin ve diğer yakınlarımın bulunduğu bölgenin şiddetli biçimde bombalandığını anlatıyordum, meğer ailemin akıbetini dünyaya duyuruyormuşum. Yayın devam ederken telefonum çalmıştı. Yanımdaki arkadaşım hızlıca gömlek cebimden telefonumu çekip aldı ve kendisi açtı. İşte o anda, sıra dışı bir şey olduğunu anladım. Olayı öğrenince hemen bir arabaya atlayıp bölgeye gittik. Bütün bina yerle bir olmuştu…”
“Saldırılar başladığı gün evden çıkıp göreve giderken, eşime, birkaç ay görüşmemeye kendisini hazırlamasını söylemiştim. Ondan sonra, ailemin ancak cenazelerini görebildim.”
“İsrail savaş uçakları, oturduğum evi kasten ve hedef gözeterek bombaladı. Çocuklarımdan sağ kalanları telefonla arayarak tehdit ettiler. Bütün bunları, benim gazeteciliği bırakmam ve olayları aktarmayı durdurmam için yaptılar.”
“Her kayıptan sonra, işime daha da sarıldım. Doğrusu, yaşamam gerekenden uzun yaşadığımı düşünüyordum zaten. İsrail bütün yakınlarımı teker teker şehit ederken, esas olarak beni hedef alıyordu.”
“Gazze’de gazeteci ve muhabir olmak, dünyanın en zor işlerinden biri. Çünkü hem diğer insanların çektiği bütün sıkıntıları çekiyorsunuz hem de olan-biteni aktarmak zorundasınız. Teknik ekiplerin istihdamı ve yetiştirilmesi, saldırı anlarında cihazların muhafazası, bürolarımız vurulduğunda sürekli yer değiştirmek, elektrik kesintilerine karşı tedbirli olmak, kaybettiğiniz çalışma arkadaşlarınız… Hepsi de inanılmaz zorluklar yüklüyor insana.”
“Büyük olaylar, büyük gazetecilerin yetişmesine vesile oluyor. Gazze’de sokaktaki gençlerden çok yardım aldık. Sıradan çocuklar, profesyonel basın mensupları gibi bize yardım etti, sahada işimizi kolaylaştırdı.”
“Hiç kimse, ne 7 Ekim’deki hadiseleri ne de sonrasında İsrail’in sergilediği bu mezalimi tahmin edebilirdi. Aksâ Tufanı’nı gerçekleştirenler bile, İsrail’e karşı böylesine başarılı bir operasyon yapabileceklerini düşünmüyordu. Sahabe de böyle durumlar yaşamıştı. Bazen onlar bir şey hedeflerken, takdir-i ilahî bambaşka bir şey murat ediyordu.”
“7 Ekim’e kadar İsrail’in yenilmezliği, dokunulmazlığı ve ordusunun gücü, bütün dünyada adeta bir kader gibi benimsenmişti. Tüm bunların hurafeden ibaret olduğu net biçimde anlaşıldı. Bütün dünyada, İsrail’in tezlerine güçlü itirazlar başladı. İnsanlar, kendilerine vurulan fikrî prangalardan kurtuldular. İsrail’in imajı, ciddi biçimde zedelendi. Savaşın bütün zorluklarına rağmen,
bu çok önemli bir neticedir.”
“İslâm dünyasının her yerinde, özellikle gençlerde büyük bir bilinçlenme başladı. Artık çocuklar bile alışveriş yaparken boykot listelerine bakıyor, alacağı şeyi dikkatle kontrol ediyor. Kudüs, Filistin, Mescid-i Aksâ, hepsinin gündeminde. Bu, inanılmaz bir durum. Bugün yaşananları, 1987’deki Birinci İntifada sonrasında yaşanan bilinçlenmeye çok benzetiyorum.”