Batı destekli İsrail’in Gazze’de dünyanın gözü önünde işlediği soykırım 8. Ayına girdi. Cami, okul, hastane bombalıyor; BM çalışanı, sağlık çalışanı, yardım gönüllüsü demeden pervasızca öldürüyor. Gazze moloz yığınına döndü. Katledilen, uzuvları parçalanan çocuklar, kadınlar, yaşlılar…
Daha önceleri medya tekeli oluşturmuşlardı, istedikleri manipülasyonu yapıyorlardı. Artık buna da ihtiyaç duymuyorlar. Tüm barbarlıklarını alenen teşhir ediyorlar.
Bu kadarı da olmaz dediğimiz her şey oldu. Bütün insanlık çaresiz ve zelil gözlerle olan biteni izliyor. Bu zelil gözlerin bir kısmı da Batı’nın jandarması konumundaki ABD’ye çevrilmiş. Bir yerde artık dur diyecek, yeter diyecek ama nafile.
Batı’dan gelen mesajlar; Hamas’ın “terörist” olduğu, İsrail’in kendisini koruma hakkının bulunduğu ve bunun hiçbir şekilde pazarlık konusu yapılamayacağı, destek ve dayanışmalarının devam edeceği, soykırıma ilişkin herhangi bir bulguya rastlanmadığı vb. zırvaların ötesine geçmiyor.
ABD'nin Ortadoğu politikasının “İsrail'in güvenliği” prizmasından süzülerek şekillendiğini zaten biliyorduk. Ancak, İsrail demenin aslında ABD demek olduğunu 7 Ekim’den sonra çok daha net bir şekilde öğrendik. Cumhuriyetçi veya Demokrat parti iktidarı hiç fark etmiyor.
75 yıldır Batı desteğiyle Filistin’de devam eden bir işgal, sürgün ve katliam var. Tüm bu işgal ve katliamları “Siyonizm/Netanyahu” parantezine hapsetmek başka bir yanılgıdır. İsrail hem devlet hem de toplum olarak azgınlığı, zulmü ve ifsadı karakter edinmiş. Baksanıza binbir güçlükle Gazze’ye gönderilen insani yardımlar bu kez de Filistin topraklarını işgal etmiş “sivil yerleşimciler(!)” tarafından yolda talan ediliyor. Yakınları Hamas’ın elinde rehin olan veya çocuklarının Gazze’de kör bir kurşuna hedef olmasından endişe duyan sınırlı sayıdaki ailenin tepkisi kimseyi yanıltmasın.
İsrail’e yönelik en ufak bir eleştiri “antisemitizm” duvarına tosluyor. Öyle ki, çocukları neden dolayı öldürdüklerini sorduğunuzda bile antisemitizmle suçlanıyorsunuz. Bu ayrıcalıklı muamele ve abartılı hassasiyetin holocost mağduru bu topluma yönelik vicdani bir durumdan kaynaklandığını düşünmeyin. İsrail devletinin sahip olduğu bu ayrıcalıklı muamelenin ve şımarıklığın tek bir izahı var; hedef kitlesi Müslümanlardan oluşuyor.
Bu, bir kültür, medeniyet ve din savaşıdır. Bu, bin yıldır devam eden haçlı savaşının yeni bir fragmanıdır. Aradaki tek fark, Gazze’de ellerindeki kısıtlı imkânlarıyla haçlıların karşısına çıkan bir avuç yiğit dışında kimse yok.
İsrail devleti ve toplumu dünyanın diğer devlet ve toplumlarının tabi tutulduğu kriterlerden her zaman muaf tutuldu. 11 Eylül saldırılarını hatırlayınız. Sınırlı sayıda bir kaç Müslümanın gerçekleştirdiği bir olayın bedelini yüzbinlerce Müslümana canıyla ödettiler. Mütemadiyen, terörist olmadığımızı ispatlamaya, dinimizin de aslında şiddete karşı olduğuna ikna etmeye çalışarak enerjimizi tükettik.
Sosyal, siyasi, kültürel bütün saldırılarını “aslında yüce kitabımızda da…” diye başlayan cümlelerle şirinlik yaparak, savunmada kalarak ve ezik bir tarzda savuşturmaya çalıştık. Ilımlılık(!) projelerine içimizdeki devşirme hoca ve hoca efendiler gönüllü taşeronluk yaptı. Böylelikle günün birinde aslında “uslu çocuklar” olduğumuzu anlayacaklardı.
Otuz yıl savaşlarını, yüz yıl savaşlarını, birinci dünya savaşını, ikinci dünya savaşını onlar çıkarmış, milyonlarca insanı onlar öldürmüş, kitle imha silahlarını onlar icat etmiş, dünyayı onlar sömürmüş ama yine de barbar olan bizlerdik.
Batı dünyasının bu gün Filistin’de olup bitenler karşısında üç maymunu oynaması kimseyi şaşırtmasın. Kendi bütünlükleri içerisinde çok tutarlıdırlar, tutarsız olan bizleriz. Öylesine bir bilinç sapması yaşıyoruz ki… Kendimize yabancılaşmışız. Ayşe Zarakol’un tanımlamasıyla tipik lekeli psikolojisi yaşıyoruz: kendi coğrafyasına, değerlerine, inancına, toplumuna karşı kaba, küstah ve saygısız; Batılılara karşı ezik, silik ve kişiliksiz…
Bu zillet hali, siyasi tutumumuzdaki bir yanılgı veya hatadan falan kaynaklanmıyor. Çok daha derinlerde ontolojik sorunlar yaşıyoruz. Kendi dinimizle ciddi manada tutarlı olmak, temel referans kaynaklarımızla yüzleşmek ve yeniden iman etmek dışında bir çıkış yolumuz yok.