Aydın Ünal / Yeni Şafak
Gazze’de bayram sabahı
Yıkıntılar arasında bulduğu bir kovukta, yere serdiği kartonun üzerinde uyuyor Ahmed Abdullah. Nisan serinliğinde üzerine bir de çuval örtmüş. Kıvrılmış, kolunu yastık yapmış. Rüyasında futbol topunu ayaklarında çeviriyor, çeviriyor, rakibine bir çalım atıyor, sonra bir çalım daha, bir çalım daha, kaleyi görüyor ve şutu çekiyor, top havada kaybolup gidiyor. Üzerinden büyük bir gürültüyle uçak geçiyor, sonra bir patlama. Doğruluyor, “Öldüm mü?” diyor, sağına soluna bakıyor, “Hayır ölmedim” diyor. Ayaklarını yokluyor, yerindeler. Yeniden kıvrılıyor, çuvalı üzerine çekiyor. Silah sesleri, tankların uzaktan gıcırtıları, ağır mühimmat gürültüleri uyandırmıyor ama uçak sesine hemen doğruluyor. “Öldüm mü? Hayır ölmedim”. Yatıyor. Bir çalım, bir çalım daha… 12 yaşında Ahmed Abdullah. Babasının yüzünü hayal meyal hatırlıyor. Bir gece evlerine giren askerlerin babasını yere yatırdıklarını, ellerini arkadan plastik kelepçe ile bağladıklarını, tekmeleyerek evden çıkardıklarını da hatırlıyor. Sonra hiç haber gelmiyor babasından. 6 yaşında evin reisi oluyor, dünyalar güzeli annesinin biricik umudu, o zaman 1 yaşındaki kız kardeşi Saima’nın kahraman abisi. 15 gün önce, annesi ve Saima’yla sığındıkları yine böyle bir kovuktan yiyecek ve su bulmak için çıkmış, geri döndüğünde her ikisinin de parçalanmış cesetleriyle karşılaşmış. Can pazarı. Kimsenin kimseye yardım eli uzatacak mecali yok. Kendi elleriyle toplamış parçaları, naylon poşetlere koymuş, tahta parçalarıyla, elleriyle kazdığı toprağa gömmüş. Ağlayamamış. Bir damla gözyaşı dahi dökmemiş. Zaman durmuş, ruhu donmuş. Zihninde sadece futbol topu var. Uyurken de, uyanıkken de. Bir çalım, bir çalım daha, top kaleye varmıyor. Yine bir uçak geçiyor, doğruluyor, “Öldüm mü? Hayır.” Ayaklarını yokluyor, yerindeler, çuvalı örtüyor üzerine, uyuyor. Bir de kuru öksürük. Hiç dinmiyor. Açlıktan mı? Belki. Ya da yediği otlardan, içtiği pis sulardan. Belki. Gündüz kalabalıklar içinde yürürken, kendisi gibi insanlar görüyor. Donuk, ifadesiz, solgun yüzler. Kendisi gibi çocuklar. Annesiz, en çok da babasız çocuklar. Sağda solda bebekler. Bazılarının bir yerleri sarılı. Sargı bezlerinden kanlar sızıyor. Ağlıyorlar. Biraz ekmek, biraz su, biraz şefkat? Yok. Yalnız değil yani Ahmed Abdullah. Bu ona güven veriyor. Aynı saatlerde, yakın diyarlarda çocuklar banyolarını yapmış, bayramlık elbiselerini yastıklarının üzerine koymuş, kar gibi beyaz çarşaflarda mışıl mışıl uyuyor ve bayram sabahının heyecanıyla güzel düşler görüyor. Daha uzak diyarlarda anneler ellerine diken battı diye çocukları için ağlıyor. Çocuk psikologları, eğitim koçları, dil kursları, spor, sanat kursları. Bilgisayarlar, tabletler, telefonlar, kanserojen olmayan oyuncaklar, alerji yapmayan giyecekler, besin değeri hesaplanmış yiyecekler, bir hapşırıkla gidilen doktorlar… Ahmed Abdullah’ın bunlardan haberi yok. Başka diyarları sadece televizyonda görmüş, o hayatların da sahte, rol olduğunu düşünüyor. İşte onun için göğsünde isyan ateşi de harlanmıyor. Dünya böyle bir yer. Dünya Gazze gibi bir yer. Sağda solda cesetler. Hayat işte böyle bir şey. Düşünmüyor, düşünmek istemiyor. Neden saldırıyorlar? Neden öldürüyorlar? Ne istiyorlar? Çocukları neden sevmiyorlar? Kendi çocuklarına da bunu yapıyorlar mı? Hiç düşünmüyor. Hiçbir duygusu da yok. Biraz pişmanlık: “Keşke annemle Saima’yı yalnız bırakmasaydım”. Biraz öfke. O da yumruk gibi tıkanıyor göğsüne. Patlamıyor. Ağlayamıyor bile. Kilometrelerce yürürken, annesi yorulunca, Saima’yı kucağına alıyor, kardeşinin o incecik bedeninin korkudan nasıl da titrediğini hatırlıyor. Mutludur şimdi. Karnı toktur. Çok mutludur. Annesi de öyle. Belki izliyordur annesi. Annesinin gülümseyen yüzü geliyor gözünün önüne. Bir çalım, bir çalım daha, top havada kayboluyor. Ezan seslerini duyuyor. Kalkıyor, yağmur birikintisinde abdestini alıyor. Ramazan bitti. Sahursuz ve iftarsız Ramazan sona erdi. Şimdi Bayram. Şevval orucu, hemen şimdi, bayram sabahı başlıyor. Biraz ekmek olsa. Çelimsiz bedeniyle kalabalıklara giremiyor. Girse, belki bir tas çorba? Canı da istemiyor. Yine bir uçak. Kulakları sağır eden o ses. Ayakları yerinde. “Uçak sesini duyduysan ölmemişsindir” demişlerdi, bir türlü kabullenemiyor bunu. “Öldüm mü? Hayır”. Sabah namazını, bayram namazını kılıyor. Dua için ellerini kaldırıyor. Sözü yok. İsteyecek bir şeyi yok Ahmed Abdullah’ın. “Cesaret” diyor sadece. “Allah’ım biraz cesaret”. Cemaat dağılırken birbirinin bayramını tebrik ediyor. Gazze’de, olmayan evlere, olmayan kahvaltı sofralarına dağılırken cemaat birbirine, “Ramazan Bayramınız mübarek olsun” diyor. Ramazan Bayramınız mübarek olsun…