Muhit dergisi Kasım 2023 tarihli 47. sayısını bütünüyle Filistin'e ayırdı. "Daima Filistin" başlığıyla sunulan dergide Ali Emre de "Gazze: Kıyıdaki Kanlı Karanfil" başlıklı bir yazıyla yer aldı. Gazze'nin tarihine ve yaşanan son gelişmelere değinen makaleyi okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz."
1
Dört bir yanına muhacir kanının bulaştığı, mazlum çığlığının sindiği, masum çocuk cesedinin yığıldığı Akdeniz’in maşrık tarafında,daha arkalardan seğirten çöl tozunun tuzlu su ile kavuştuğu kıyının birkaç kilometre içerisine kurulan bir karye Gazze. Bugünkü merkezinin haritası kalınca bir tabanca namlusunu andıran, direncini daima genç ve taze tutsa dayaşlı, yaralı, yaslı bir şehir hüviyetiyle karşımıza çıkan aslan yatağı bir şehir. Baş kısmı çekiçle dövülen, gövdesi darp edilerek sahile iliştirilen kızıl ve kalın bir karanfile benziyor aynı zamanda.
Filistin’in güneybatısındaki bu uzunsak kıyı şeridi, canlı ve cazip bir ticaret merkezi olarak öne çıkıyor tarihte. Devlet ve medeniyet sıçramalarına azımsanmayacak bir süre hiza ve ayar veren Kuzey Afrika ile ecnebilerin Levant dediği fakat bizim Bilâdü’ş-Şam şeklinde tesmiye ettiğimiz coğrafyanın daha çok Lübnan ve Filistin kısmının eteğinde bir antrepo işlevi görüyor asırlarca. Küresel hacimli büyük savaşlarda bile önemini koruyan, Kızıldeniz’in bitiminde eteklerini toplayarak yukarıya hoplayan Baharat Yolu üzerinde, bereketli ve cerbezeli bir istirahat menzili, istişare ve istihbarat merkezi oluyor. Hem ardiye hem borsa muamelesi görüyor, hem panayır kâhyası pozlarına bürünerek azık ikmali için acenteliğe soyunuyor hem de gemilere pazusu kamçılanmış esmer forsalar tedarik ediyor. Mısırlıların bir müddet Kenan bölgesindeki idare merkezi olarak kullandıklarışehir; farklı renklerin, dillerin, meşreplerin hengâmesi içinde, Yahudilere ve Asurlulara da ev sahipliği yapıyor.
Dünyanın kuzeyini hallaç pamuğuna çevirmesinin ardından Mısır’a yönelen Büyük İskender, ordusuna beş ay kök söktüren efsanevî direnişi ecel terleri dökerek kırdıktan sonra girebiliyor Gazze’ye. Epeyce bir çalkantının ardından, MÖ. 63’te, bir ecinni tâifesi gibi dört bir koldan yeryüzüne yayılan, dişlerini fazla göstermeden ısırmayı ve yutmayı iyi beceren Romalıların eline düşüyor bu kez. Şehirde, Hıristiyan Bizans’ın egemenlik yılları sükûnetle geçiyor genellikle. Bazı kaynaklarda, güneydeki Arapların da şehri iyi bildikleri hatta Kureyş suresinde geçen kış mevsimi menzilinin burası olduğu iddia ediliyor. Sınırlı hayvancılık ile mevsimlik ticaret dışında mühim hiçbir geçim kaynağı olmayan Mekke’nin bölgeye yolladığı kafilelerin birinde Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf da yer alıyor ve burada vefat ediyor nitekim; ona bir kabir vermesinden hareketle bir ara Gazzetü Hâşim de deniyor şehre. Hz. Peygamber’in babası Abdullah’ı da görüyoruz bu tüccarlar arasında. Hattab oğlu Ömer’in, İslâm’a girmeden önceki servetini Gazze’ye yaptığı ticarî yolculuklardan elde ettiğine dair rivayetler fazlasıyla meşhur. Hicretin 2. yılında (624), Bedir Gazvesi’ne yol açan zengin ticaret kervanı da Ebû Süfyân idaresinde Gazze’den dönmekteydi, malum olduğu üzere.
2
634’te, Hz. Ebubekir döneminde kuşatılan şehir, yahudilerin de desteklediği Bizans garnizonunun yenilmesiyle müslümanlar tarafından fethediliyor. Gazze, 767’de dünyaya gözlerini açan İmam Şafii’nin de doğum yeri. X. yüzyılda yaşayan meşhur coğrafyacı Makdisî, şöyle betimliyor şehri: “Çölün kıyısında, Mısır yolu üzerinde büyük bir şehirdir. Mutlaka görülmesi gereken büyük bir eser olarak bu beldede Halife Ömer adına yapılmış Gazze Büyük Camii vardır.”
Ara sıra kuzeyindeki büyük kabilelerin çatışmalarından etkilense de jeostratejik konumunun sağladığı avantajla İslâmî idare altında hızla büyüyor, refaha kavuşuyor, mâbetlerle ve bereketli bağlarla süsleniyor. Türk memlûklerin kurduğu bir hanedan olan Tolunoğulları, 868’den 905’e kadar idareyi elinde bulunduruyor burada. Birkaç yıl sonra da ilkin Tunus’ta ortaya çıkan ve ardından Mısır’ı ele geçiren Fatımîlere bağlanıyor. Bu dönemde Hindistan’dan gelen portakal ile tanışan Gazze, asıl yurtlarından epeyce aşağılara inen Selçuklu akıncılarının da ara sıra göründüğü bir belde. Fakat XI. yüzyılın sonlarında, küresel bir istila ve işgal hareketine soyunan Haçlılar, 1100 yılında Gazze’ye egemen oluyorlar. Kudüs kralı III. Baldwin, şehirde bir kale inşa ettirerek henüz direnen Askalan’ı da göz hapsine alıyor. Gazze Ulu Camii, Saint John Katedrali’ne çevriliyor bu esnada. Hıttin’de birleşik Haçlı ordusunu ezen Selahaddin Eyyubî, 1187’de Gazze’yi de özgürleştiriyor. Kralların Seferi olarak nitelenen III. Haçlı Seferinde, İngiltere kralı Richard ile bu bölgede peş peşe çatışmalar yaşandığını biliyoruz. Surlar yıkılıyor, şehir bir ara harabeye dönüyor. Eyyubî idaresinde tekrar toparlanan Gazze, 1260’ta başka bir küresel istila harekâtına maruz kalıyor. Hülâgû’nun idaresindeki Moğolların, Mısır’a girme hazırlıklarından önce güneyde durup soluklandıkları en son nokta, Gazze. Mısır sultanı Kutuz, herkesin korku içinde kaldığı o zorlu dönemde, sürgündeki Baybars’ın da birlikleriyle gelip kendisine katılması üzerine cihad ilan ediyor ve vahşi Moğolların üzerine yürüyor. Öncü birliklerin başında yola çıkan Rükneddin Baybars, Aynicâlût’taki büyük savaştan önce, Gazze’deki Moğol birliğini darmadağın ederek kaleyi ele geçiriyor. Memlûkler, ileriki yıllarda, Gazze mimarisini camiler, medreseler, hastaneler, kervansaraylar ve hamamlarla zenginleştiriyorlar. Yavuz Sultan Selim’in 1516’daki Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına katılan Gazze, Şam eyaletine bağlı bir sancak olarak yönetiliyor.
XX. yüzyıla depremlerle giren Gazze, 400 yıllık Osmanlı idaresinden sonra I. Dünya Savaşında Osmanlılarla İngilizler arasında yaşanan üç büyük savaşa sahne oluyor. Bunların ilk ikisini Osmanlılar, üçüncüsünü ise İngilizler kazanıyor. General Allenby, sonuncusunda Gazze’yi zapt ediyor ve bir ara kendi adıyla anılan köprüyü geçerek giriyor Kudüs’e. 1917’de İngiliz mandasına boyun eğen şehir, 1947’de 181 sayılı Birleşmiş Milletler Paylaşım Planına göre, Araplara bırakılıyor. 1948’de vuku bulan Arap-İsrail Savaşından sonra Mısır'a devrediliyor. Nüfusu, İsrail tarafından işgal edilen şehir, kasaba ve köylerden kaçıp gelenlerle ciddi oranda artıyor. 1967’deki Altı Gün Savaşında, Siyonistlerin ordusunun Mısır birliklerini yenmesinden sonra, aynı adlı şeritle birlikte Gazze’de de de 27 yıl sürecek işgal döneminin başladığını biliyoruz. 1987’de I. İntifada ile sonuçlanan çatışmaların ardından hız kazanan ayaklanmalardaise direnişin odağı elbette.
Gerçekte olduğu gibi, tarihin tekerini hızlı çevirelim biz de şimdi. 1993 yılında imzalanan Oslo Antlaşmasından sonra, Mayıs 1994’te İsrail askerleri şehirden çekildi ve Gazze’nin idaresi Filistin yönetimine devredildi. 28 Eylül’de, Aksâ İntifadasının başlamasının ardından Gazze, onlarca kez, karadan, havadan ve denizden saldırıya maruz kaldı. Dünya, hem işgalcinin şiddet ve vahşetini hem de yiğit kadınların, diz çökmeyen adamların parmak ısırtan direnişini genellikle izlemekle yetiniyordu bu süreçte.
3
Gazze’den söz ederken İslamî Direniş Hareketi HAMAS’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor şüphesiz. Bu teşkilat, 1987 yılında, I. İntifadanın başlangıcında; Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisî ve Muhammed Taha tarafından bölgedeki Müslüman Kardeşlerin bünyesinde kuruldu.
1988 yılındaki siyasi programında, hareket, Filistin’in işgalciler tarafından etrafı çevrilebilecek bir İslâm ülkesi olamayacağını söylüyor ve ülkenin kontrolünü İsrail'den almak amacıyla cehd ve cihad etmeyi dini bir görev sayıyordu. Bu kırmızı çizgi, kendisini, 1988 yılında İsrail’i resmen tanıyan Filistin Kurtuluş Örgütü ile çatışma noktasına getirdi.
İslamî direniş; etkisini sendikalara, üniversitelere, çarşılara, meslek örgütlerine ve 2004'te öne çıkan yerel siyasi platforma yaymadan önce, mescid vaazları ve hayır işleri ile bağlılarının sayısını artırdı. Hayatın bütününü kuşatan farklı çalışmaların yanında işgalcilere çok sayıda saldırı düzenleyen yapı, süreç içerisinde birçok önderini de şehid verdi.
HAMAS bünyesinde bir araya gelen direnişçi gruplar, askerî kanatlarına İzzeddin el-Kassâm Tugayları adını verdiler. Filistin’de zor şartlar altında üretilen bir roket de onun adıyla anıldı. Osmanlı dönemi Suriye’sinde doğan, 1935’te İngilizler tarafından şehid edilen Kassâm; alim, zahid, şair ve teşkilatçı bir önder olmasının yanında,Filistin’in bağımsız ve İslâmî bir idareye kavuşması için hem fikrî hem de fiilî alanda harekete geçen ve ardından da bu mücadelesini silahlı direnişe çeviren ilk büyük eylemciydi.
Kapısını daha çok ulusal ve seküler anlayışlara açan Fetih grubunun 2007’deki seçimlerin sonucunu kabullenmeyerek HAMAS ile giriştiği çatışmalar sonuç vermedi ve Gazze, İslamî Cihad gibi başka cephelerin dekatkısıyla İslamî direnişin kontrolüne geçti. Böylelikle, Filistin meselesinde şehrin rolü, tavrı ve istikameti ağır basmaya başladı. Bu gelişme üzerine Gazze, İsrail tarafından ölümcül bir abluka altına alındı.
2008 yılının son günlerinde İsrail birtakım bahaneler ileri sürerek geniş çaplı bir operasyon başlattı. “Dökme Kurşun Harekâtı” da denen bu saldırılarda yüzlerce insan katledildi, binlerce Gazzeli yaralandı. Her türlü yokluğa rağmen günlerce büyük bir direniş sergileyen şehrin birçok mahallesi harabeye döndü.
Bir süre sonra önemli etkileri, bölgesel ve hukukî boyutları olan bir gelişme yaşandı. İsrail, 2010’da Gazze’ye yardım götüren bir filoya saldırdı. İHH İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketince organize edilen ve şehre insani yardım taşıyan 6 gemiye; Akdeniz'de, İsrail’den yaklaşık 150 kilometre uzaktaki uluslararası sularda alçakça bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırı; gemilerde bulunan aktivistlerden bir kısmının öldürülmesi, bir kısmının yaralanması ve gemilerin de yolcularıyla birlikte rehin alınması ile sonuçlandı. Türkiye ile İsrail ilişkileri donma aşamasına geldi. Sadece müslümanlar arasında değil bütün dünyada geniş bir yankı uyandıran bu olayın ardından, Gazze’deki yokluk ve sıkıntılara dikkat çekmek amacıyla başka eylemler de yapıldı.
İsrail, 2014 yılı Temmuz’unda bu kez şehri karadan, havadan, denizden kuşatarak yeni bir saldırı daha başlattı. Halk, bu saldırılara da büyük bir metanetle direndi. Şehirde büyük bir katliam yaşandı. Hastaneler, okullar, yardım kuruluşları bile bombalandı. Sivillerin, çocuk ve kadınların yanı sıra habercilerden de öldürülenler oldu. Bu saldırılar ve akabindeki destansı direnişler, sadece müslüman dünyada değil dünyanın birçok bölgesinde yankı buldu.
Kudüs ve Batı Şeria’daki yüzlerce direnişçiyi hapse atan, kıyı şeridindeki balıkçıları ve sahilde oynayan çocukları bile katletmekten imtina etmeyen İsrail; direniş hareketinin İmad Akil, Yahya Ayyaş, Cemal Mansur, Cemal Selim, Salah Şehade, Şeyh İbrahim Mukadime, İsmail Ebu Şenneb, Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisî, Nizar Reyyan, Said Siyam ve Ahmed Caberî gibi birçok önderini pusu ve suikastlarla şehid etti. Gönüllü genç hemşire Rezzan Neccar’ın 2018’de katledilmesi de bütün dünyada yürekleri burktu.
Gazze’den söz ederken, sıra dışı hayatı ve mücadelesinin yanı sıra “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” sözüyle hafızalara kazınan Rachel Corrıe’yi de yâd etmek gerekiyor şüphesiz. 1979 doğumlu Rachel Alien Corrıe, son sınıfta okulunun tayiniyle Refah-Olympia kardeş şehir projesi kapsamında Gazze'ye gittiğinde II. İntifada sürmekteydi. Burada, Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına engel olmaya çalışan ISM aktivistleriyle tanıştı. Geleli daha iki ay bile olmamıştı ki 16 Mart 2003’te iki İsrail buldozerine karşı 8 ISM aktivistinin 3 saatlik direnişi esnasında öldürüldü. Ölümü öncesinde üzerinde parlak, fosforlu, turuncu bir yelek vardı ve megafon kullanıyordu. Katledildiği sırada, Filistin’deyken tanıştığı eczacı Samir Nasrallah’ın evini yıkmaya çalışan İsrail buldozerine direniyordu. Buldozer tarafından iki kez çiğnenmesi sonucu kafatası kırıldı, kaburgaları parçalandı ve akciğerleri delindi. Rachel, Filistin’deyken annesine yazdığı mektuplarda şöyle diyordu: “Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi.”
Rachel Corrıe’nin hatırasını yaşatan bir mücadele var hâlâ. Onu ve eylemlerini, inançlarını, katledilmesini hafızalardan, kayıtlardan, tarihten silmek isteyenler de var çünkü. Bunun karşısında ise onun övgüye değer ilkelerini, üstün cesaretini ve iç burkan ölümünü içinde hissediyor birçok insan. Onun mücadelesini ve karakter özelliklerini işleyen şiirler de yazıldı nitekim. Corrıe'nin ölümünden sonra, onun Uluslararası Dayanışma Hareketi’nde görev yapan iki arkadaşı da aynı kaderi paylaştı. Amerikalı Brian Avery ve İngiliz Thomas Hurndall, İsrail askerleri tarafından başlarından vurularak öldürüldüler.
4
Kudüs ve Batı Şeria’daki zulümler, mescid baskınları, ev ve arazi gaspları, çocuk ve kadın ölümleri sürerken, bütün dünya7 Ekim sabahı, HAMAS mücahidlerinin Gazze’den işgal altındaki Filistin topraklarına yönelik Aksâ Tufanı adlı hurucuna tanıklık etti. Bu sıra dışı kıyamın ardından murdar baltalı Kabillerin tarihte benzeri görülmemiş mezalimi başladı. Bu saldırılar, tam bir soykırım girişimi şeklinde hâlen sürüyor. İşgalcinin yanında dünya kamuoyunu da şaşkına çeviren ve şimdiden bölge tarihi için bir dönüm noktası olduğu söylenen Aksâ Tufanı, mücadelenin askerî kuvvet ve modern silahlardan önce, sağlam irade ve muhkem bir adanmışlıkla yürütüldüğünü herkese göstermiş oldu. Filistin halkının yavaş yavaş toplu bir ölüme mahkûm edildiği Gazze’de, her türlü baskı ve ablukaya rağmen direnişçilerin âdeta imkânsızı başararak geliştirdikleri operasyon kabiliyeti düşmanı dehşete düşürdü; acı sonuçlarına rağmen, mazlumlara daümit ve azim aşıladı. İşgalci, şımarık ve her yönden arkalanmış Siyonistlerin alt edilemez oldukları iddiasını yerle bir etti. Romalılar ve Moğollar başta olmak üzere tarih boyunca zalimlerin en büyük mühimmatıolan üstünlük ve yenilmezlik imajı, güncel ve esaslı bir şamar yemiş oldu. Bunu söylerken emperyal küresel sistemin sınırsız desteğine sahip Siyonist işgalcilerin maddi yönden kuvvetli olduğu gerçeğini inkâr etmiyoruz şüphesiz; fakat böyle görünmeleri, onların asla geriletilemeyecekleri anlamına da gelmiyor. Hep söylediğimiz gibi Kadir-i Mutlak olan sadece Allah’tır. Kassâm’ın aslanları da 7 Ekim seherinde gerçekleştirdikleri kapsamlı eylemle bu hakikati tüm dünyaya ilan ettiler. Günümüz şartlarına aktarılmış bu sıra dışı ebabil hurucuyla, Filistin halkının çağdaş Ebrehelerin işgaline asla boyun eğmeyeceğini vurguladılar. Bedelinin ağır olacağını ve kendilerini upuzun bir acının beklediğini bilmelerine rağmen, bin başlı ejdere asla teslim olmayacaklarınıbir kere daha haykırdılar.
Şu hususu tekrar hatırlayalım ki bir asrı geride bırakan Filistin davası; basit bir toprak çekişmesi, coğrafya eksenli bir arbede değil.Yanına tarihi ve kültürü de çağıran bir iman meselesi, bir akide savaşı temelde. Bütün bir insanlık adına söz alan, bütün mustazaflar için kurban veren bir çabalar bütünü aynı zamanda. O yüzden, yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsun, erdemli herkesin vefa borcu var oradaki güzellik ordusuna. Masum ile mücrim arasında denge politikası izleyenlere, tarafsızlık sakızı çiğneyenlere tiksintiyle bakmakta mazuruz bu nedenle. Cephenin ve ateşin içindeyiz. Kahırlıyız, kederliyiz, mahzunuz evet fakat zelil değiliz.Köle değiliz, korkak değiliz, doğduğumuza pişman değiliz. Müstekbirlerin bizi aşağılarken söyledikleri gibi ezilmesi gereken böcekler değiliz. Aşağılık, şaşkın ve başına gelene eyvallah etmesi gereken haysiyetsiz yaratıklar değiliz. Evet, peş peşe gidiyor, akla hayale gelmez acılar çeken kızlarımız. Gidiyor en yiğitlerimiz. Cesur çocuklarımız, fedakâr analarımız, minnetsiz yiğitlerimiz aramızdan ayrılıyor. Gidiyor ışıktan heykellerimiz. Hünerlilerimiz, öncülerimiz, kıymetlilerimiz gidiyor. Fakat biliyoruz ki onları bağrında uyutmak için can atıyor bahçeler, sahiller, enkaz gülşenleri. Onların direnişi, asla karartmıyor sol mememizin altındaki cevheri. Aklımızın büsbütün zehirlenmesine, evimizin boylu boyunca çökmesine, geleceğimizin tamamıyla kararmasına izin vermiyor.Bütün tasmaları ve bukağıları kıran o kardeşlerimizin yanında olacağız elbette, zalimlerin tam karşısında duracağız. İzzetle, sebatla direnenlere elimizden geldiğince destek vereceğiz. “İslâm’ı kuşatmış boğuyorken hüsran” mısraının resmettiği zorlu dönemlerde, haysiyet ve cesaretle küresel istilacıların karşısına dikilen müslüman ve mücahid atalarımızın cehdini kuşanacağız. Kılıç Arslan’ın, Nureddin Zengi'nin, Selahaddin Eyyubi'nin, Rükneddin Baybars'ın, İzzeddin Kassâm'ın yolunda yürüyen bahadırlarla kovacağız iblisleri topraklarımızdan. Dirençli ve bilge kızlarla, fedakâr ve vuruşkan kadınlarla, kahraman gençlerle çatacağız yarının iskelesini. Bu noktada öncelikle zihinlerimizin, kalplerimizin, dillerimizin işgalcinin ekmeğine yağ sürentezviratlarla kirlenmemesi için teyakkuzda olacağız. Doğru, Filistin’deki vahşet dayanılacak gibi değil, zulüm bütün enstrümanlarıyla yeri göğü dalayıp duruyor. Evet, amansız bir abluka ve hudutsuz bir kıyım söz konusu fakat akılların ve kalplerin üstündeki perdeleri açan destansı bir direniş de geçiyor yeryüzünün kayıtlarına. İşte biz de inancın ve inkılâbın ekmeği olan bu umudu büyütecek, bu esaslı kavganın taşını sulayacağız. Allah günleri aramızda döndürecek veelbette o görkemli pankart yeniden asılacak göğün gönderine.
5
Bu yazının yazıldığı saatlerde İsrail, ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist vampirleri hatta onlara uşaklık etmeye seğirten daha küçük it ve tilkileri de yanına ve arkasına yığarak Gazze’yi neredeyse bir tabutluğa dönüştürmüştü.
İnsanüstü bir gayret ve izzetle “Asla teslim olmayacağız! Evimiz satılık değil!” diye haykıran şehrin elektrik ve suyu kesilmiş, gıda başta olmak üzere maddi yardımların girişi yasaklanmıştı. Camilerin ardından hastaneleri de kana bulayan işgalciler, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere binlerce insanı katletmişti. Birçok gazetecinin ve yardım gönüllüsünün de öldüğü bu saldırılarda kiliseler hedef alınarak şehirde ikamet eden kimi hıristiyanlar da toprağa belenmişti. Sayısı yirmi bine yaklaşan yaralının tedavisinde kullanılacak ilaç kalmamıştı, ameliyatlar narkozsuz yapılıyordu.
Bu esnada dünya da neredeyse ikiye bölündü. Saflar yeniden düzüldü, herkes eteğindeki taşları dökmeye başladı. Ardı arkası kesilmeyen protestolar eşliğinde yavaş yavaş küresel bir intifadayı da hazırlayan bu süreçte; baskı ve yaptırımlara rağmen dünyanın birçok beldesinde işlerin tersine döndüğü görüldü. Emperyalistlerin oyunları bozulmaya, sokaklar yeni bir öfke ve direnç mayalamaya başladı. Yasaklar, coplar, gazlar, para cezaları, sınır dışı etme tehditleri ve tutuklamalar kâr etmedi. Fıtratın ve vicdanın sesi, karanlığı ve alçaklığın vesvesesini epeyce bastırdı. Büyük acılara rağmen, direnişin öğretici, arındırıcı, fıtratın sesine kulak veren vicdan sahiplerini birleştirici bir tarafının olduğu da meydana çıktı.
Bitirirken soralım; Gazze, sıkça söylendiği gibi bir “açık hava hapishanesi” mi peki? Hayır, değil. Zindan değil. Yarı acık bir cezaevi değil. Yılgınlar ve acizler evi değil. Suçlusu, mahkûmu yok. Islaha, gardiyana, nasihate ihtiyacı yok. Elektriği, suyu, yemeği yok. Selam getiren bir ziyaretçisi bile yok. Böyle bir yokluk ve kuşatılmışlık içinde başını dik tutan bir direniş ocağı Gazze. Yutkunmadan, uzun uzun yakınmadan, kardeşlerine sitem etmeyi bile düşünmeden şehid şehid ahirete yürüyen kahramanların yurdu. Ve inşallah, cennetin en güzel köşelerinden biri var, koltuğunun altında.
Kaynaklar:
- Thomas Sommer-Houdeville, Gazze Filosu / Uluslararası Dayanışma ve Devlet Korsanlığı, İletişim Yayınları, İstanbul 2011.
- YoussefM. Choueiri, Ortadoğu Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2015.
- Mehmet Akif Ersoy, Tünel / Gazze’de Yaşamak, Kapı Yayınları, İstanbul 2017.
- Jean-Pierre Filiu, Gazze Tarihi, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2016.
- Hamit Bozaslan, Ortadoğu’nun Siyasal Sosyolojisi, İletişim Yayınları, İstanbul 2016.
- James L. Gelvın, Modern Ortadoğu Tarihi 1453 – 2015, Timaş Yayınları, İstanbul 2016.
- Asım Öz, Haritada Kan lekesi / Şiirimizde Filistin Direnişi, Pınar Yayınları, İstanbul 2009.
- Adem Turan, Şairlerin Gazze’si / Geride Kalanların Türküsü, İlke Yayıncılık, İstanbul 2009.
- Rıdvan Kaya, Ortadoğu İntifadası / Despotizmin Sonbaharı, Ekin Yayınları, İstanbul 2012.
- Musa Üzer, Devrim Sürecinde Ortadoğu, Ekin Yayınları, İstanbul 2012.
- Mustafa L. Bilge, Gazze, TDVİA, C. 13, s. 534 – 536.
- Ali Emre, Işığı Sönmeyen Çerağ: İzzeddin Kassâm, Temmuz 9, s. 52 – 55.