Mahmut Ay / Yeni Şafak
Gazze ölüyor! Bir şeyler yapmalı! Ama mutlaka ve hemen yapmalı!
Zalim komutanların ve orduların yaptıkları korkunç işkenceler ve katliamlarla dolu olan tarih; terbiye edilmemiş, vicdanı gelişmemiş, Yaratan’dan ötürü yaratılanları sevme duygusunu zevk edememiş insanın ne büyük bir canavara, ne acımasız bir varlığa dönüşebildiğinin şahididir. Ve tarih tekerrür ediyor. Yakın zamanda Bosna’da, Irak’ta, Suriye’de, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da yeniden ortaya çıkan vicdanı terbiye edilmemiş insanın vahşiliği, bir senedir en vahşi, en acımasız haliyle Gazze’de tekerrür ediyor. Bir senedir zulme direnmeye çalışan Gazzeli masum çocuklar, yaşlılar ve gençler kadınıyla erkeğiyle gâh bombalar, gâh açlık ve salgın sebebiyle birer birer ölüyor. Aslında insanlık ölüyor, vicdan ölüyor, geleceğe dair umutlar ölüyor. Özellikle yüz binden fazla mültecinin kaldığı Cibâliye Kampı’nda son günlerde yaşanan katliamlar ve açlık sebebiyle yaşanan ölümler, vicdandan zerrece nasiplenmiş bir insanın asla tahammül edemeyeceği kadar acı verici, yürek yakıcı. Eşref-i mahlûkat olan insanın, sokak köpekleri kadar onurunun olmadığı bir dünyada nefes alıyor olmak içimizi acıtıyor. İkiyüzlü Batı’nın hümanistliğinin, insan hakları savunuculuğunun, demokrasi yanlılığının yalnızca kendi ülkelerinde ve kendileri için geçerli olduğu, kendilerinden olmayan milletlere gelince; bütün bunların sözde kaldığı, yerini korkunç bir canavarlığın, inanılmaz bir ikiyüzlülüğün, acımasız bir sömürgeciliğin aldığını esefle görüyoruz.
Ağıt yakmayı bırakıp bir şeyler yapmalı. Hem de her şeyi göze alarak yapmalı. Bizim canımız, Gazze’dekilerden daha mı değerli? Bizim çocuklarımızın canı, Gazze’deki çocukların canından daha mı kıymetli? İnsanlığın öldüğü, vicdanın kalmadığı bir dünyada benim yaşamamın ne anlamı olabilir? Silahla savaşmak, devletlerin ve orduların işi. Bizler, bireyler olarak silahlı mücadele ortaya koyamayacağımıza göre, barışçıl ama güçlü ve dünya çapında ses getirecek bir şeyler yapamaz mıyız? Meselâ dünyanın çeşitli ülkelerinden, muhtelif din ve ırklardan vicdan sahibi din adamları, ilim adamları, siyasetçiler, sanatçılar ve iş adamlarından oluşan bir grup, Refah Sınır Kapısı önünde, dünyada ses getirecek şekilde büyük bir organizasyonla “açlık eylemi” yapamaz mı? “Bu insanların üzerlerine bombalar yağdırıyorsunuz; bari şu sınır kapısını sürekli açın da yardım malzemeleri rahatça ulaşabilsin; masum insanlar açlıktan ölmesin!” denilemez mi? Ya da tamamen barışçıl bir şekilde ve tek gayesi masum insanların açlıktan ölmelerine göz yummayıp onlara insanî yardım malzemesi götürmek olan, benzer bir çeşitliliğe sahip vicdanlı insanların bulunacağı gemi filoları Gazze’ye gönderilemez mi?
Önümüz kış; yersiz yurtsuz kalmış bu masum insanlar soğuk hava şartlarında nasıl barınacaklar? Nasıl ısınacaklar? Ne yiyip ne içecekler? Hastalar nasıl tedavi edilecek? Çocuklar nasıl beslenecek? Bu soruları soran çeşitli din ve ırklara mensup yeryüzünde milyonlarca vicdanlı insan var hâlâ. Onlarla işbirliği içinde, çeşitli STK’ların öncülüğünde dünya çapında ses getirecek bazı barışçıl eylemler organize etmenin yolları bir an evvel aranmalıdır.
Amerikalı genç bir kadın olan Rachel Aliene Corrie (10 Nisan 1979-16 Mart 2003), hayatının baharında yirmi dört yaşındayken, İsrail’in buldozerlerinin önüne “yiğitçe” dikilmiş, Filistinlilerin özgürlüğü ve insanca yaşayabilmeleri için canını korkusuzca feda etmişti. 26.02.2024’te, yirmi beş yaşındaki ABD Hava Kuvvetleri askeri Aaron Bushnell, Filistin’deki soykırıma ortak olmayacağını söyleyerek kendisini ateşe vermiş ve ruhunu Rabb’ine yiğitçe ve onurluca teslim etmişti. Son anlarına ait kendi telefonuyla çektiği videoda dünyaya şöyle seslenmişti: “Ben Aaron Bushnell. ABD Hava Kuvvetleri’nde aktif görev yapıyorum ve artık (Gazze’deki) bu soykırımın ortağı olmayacağım. Aşırı bir protesto eylemine başlamak üzereyim. (Aslında benim bu eylemim), Filistin’de, insanların sömürgecilerin yüzünden yaşadıkları zulümlere kıyasla hiç de aşırı sayılmaz.” Bu koca yürekli, derin vicdanlı iki güzel insanı, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’in ebedî âlemde mükâfatlandıracağını umut ediyorum.
Şimdi, Müslümanlar olarak kendimize şu soruları sormamız gerekmez mi? Hayatlarının baharındaki şu iki Amerikalı genç, İsrail’in ve arkasındaki Batılı devletlerin Filistin’deki dayanılmaz zulümlerine, hak hukuk tanımayan işgallerine karşı durmak uğruna canlarını feda etmekten çekinmediler. Ben, bir Müslüman olarak ne yapabildim? Zalim ve mazlumun dinleri ve ırkları ne olursa olsun, bir Müslüman olarak bütün imkânlarımı seferber ederek zalimin karşısında, mazlumun yanında yer almalı değil miyim? Hiçbir şey yapamıyorsam, dualarımda o mazlumları ne kadar hatırlayabildim? Onlar için ne kadar gözyaşı dökebildim, ne kadar ıstırap duyabildim? Yarın Hesap Günü’nde, “Zalime karşı mazlumun yanında ne kadar durabildin? Ne yaptın mazlum kardeşlerin için?” diye sual edildiğinde, ne cevap verebileceğim?
İlâhiyat hocası bir Müslüman olarak şunu bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki, başta ABD olmak üzere diğer büyük Batılı devletlerin desteğiyle İsrail’in Gazze’de Filistinli Müslümanlara yaptığı zulmün bir benzeri, şayet dünyanın herhangi bir yerinde, hangi dine ve ırka mensup olursa olsun, herhangi bir başka milletin başına gelmiş olsaydı, benzer tepkiyi yine gösterme ihtiyacı hissederdim. Zira inancım ve vicdanım, beni buna sevk ederdi. Dünyanın her bölgesinde, hâlâ vicdanı ölmemiş milyonlarca insan var. O halde, insan onurunu korumaya inanan vicdanı ölmemiş bu insanlarla birlik olup, şu Gazze zulmünü bir an evvel durdurmak ya da en azından zulmün büyüklüğünü dünyaya tekrar tekrar göstermek ve bunun gündemden düşmesine engel olmak için yeni ve etkili bir şeyler yapmalı.
Ama mutlaka ve hemen yapmalı…