Aydın Ünal / Yeni Şafak
Arkadaşlarla muhabbetimizde konu “en zor ibadete” geldi; biri “oruç” dedi, biri “namaz”, bir başkası “hac” dedi. Bense en zorunun “zekât” olduğunu iddia ediyorum. Mal canın yongasıdır. İnsan kazandığını kendisi kazandı zanneder; çalışıp, çabalayıp, ter döküp elde ettiğinden küçük bir miktar vermek canından can gitmesi, vücudundan bir parçanın koparılması gibidir.
“İlk kavga”, “ilk cinayet” de böyle çıkmadı mı? Habil cömertçe kazandığından infak ederken, Kabil cimriliğe, hırsa, tamaha yenik düşüp kardeşini katletmedi mi? Oysa Habil kazandığından infak ederek malını çoğaltmıştı; Kabil ise kısarak, çalarak malın çoğalabileceğini zannetti.
Yıllar önce bir arkadaşım çok küçük miktarda bir parayla borsaya girdi. Bugünün değeriyle 1.000 TL gibi bir miktar. Sabah akşam rakam izliyor. O günlerde Başbakan Erdoğan başörtüsüyle ilgili bir açıklama yaptı. Borsa çalkalanmaya başladı. Arkadaşımla karşılaştık, “başörtüsü maşörtüsü deyip niye ortalığı karıştırıyorsunuz” diye tepki gösterdi. Mütedeyyin, muhafazakâr, 5 vakit namazında, eşi de başörtülü bir arkadaştı. Belli ki borsa düşünce zarar etmişti. Ama “hem ayranım dökülmesin, hem yoğurdum ekşimesin” istiyordu. Ya da “minareden at beni, in aşağı tut beni”…
Futbol camiasını sarsan şu tefecilik meselesine ne demeli? Namazında niyazında, faiz karşıtı isimlerin epeyce paraları da olmasına rağmen yüksek faizle daha çok kazanmanın peşine düşmesi ne büyük bir çelişki. Ayı kıllandıkça üşürmüş.
Gazze’de, gözümüzün önünde bir soykırım yaşanıyor. Bebekler, çocuklar toplu halde öldürülüyor. Hastaneler, okullar vuruluyor. Gazeteciler, doktorlar katlediliyor. Her gün, her an olan biteni öfkeyle izliyoruz. Elimizden gelen tek eylem boykot. Ancak Gazze manzarası karşısında ciğeri yananlar bile boykot külfetine katılmakta isteksiz davranabiliyorlar. Zira boykot konforu bozar, alışkanlıkları, adetleri değişime zorlar. Zihni meşgul eder. Belki küçük bir miktar parasal bedel ödemeyi de gerektirir. Gazze konusunda samimi olduklarına şüphe duymadığımız kişiler bu kadarcık bedeli dahi göze almayabiliyorlar.
İsrail’le ticareti ya da gemi trafiğini kesmek boykotun çok çok ötesinde bir fedakârlık, cesaret ve bedel gerektiriyor. Bir tarafta, haydi İslâmî boyutunu geçelim, insani ve milli bir mesele var; diğer tarafta İsrail’den gelecek bin dolarlar, milyon dolarlar. Hem dindar görünüp, hem Filistin meselesinde en hamasi nutukları atıp hem de gizliden gizliye İsrail’le ticaret yapanların yatacak yeri yok da, en azından konuşup davanın samimiyetine zarar vermeseler keşke. Kurtla yiyor, çobanla ağlıyorlar.
İsrail’in bebekleri bile acımasızca katleden vahşeti karşısında evet çok kızgın, çok öfkeli, hatta intikam duygusuyla doluyuz. Ama sevdiklerimizden fedakârlık etmedikçe ya da içinde yaşadığımız toplumu böyle bir fedakârlığa yönlendirmedikçe bu öfkenin, bu kızgınlığın bir anlamı var mı? En sevdiğimiz şeyleri Allah yolunda feda etmedikçe, az ya da çok külfete katlanmadıkça intikam mümkün mü?
Evet, en zor ibadet zekât, sadaka, infak. İnsanın imanını, ihlasını, samimiyetini asıl test eden ibadetler bunlar.
Ayte-i Kerime de öyle buyurmuyor mu: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe asla eremezsiniz; ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir”.
Gazze bizim imtihanımız. Gazze her birimizin önce kişisel imtihanı. Sen gerçek mümin olursan İsrail yenilir, Gazze kurtulur.