Gazze bize ne öğretiyor?

SİNAN ÖN

J.Biden işgalcileri ziyaretinde: “Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok!” diyordu. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi, İsrail’in Filistin’de yaptıkları Siyonist ideolojiden dolayı destekleniyor. Çünkü Siyonist ideoloji, işlevi ve değerleriyle batılı küresel hegemonyanın üzerinde topluca ittifak ettiği dünyevi bir ideolojidir.

Bu ideoloji, özgür doğan çocukların bedenlerini, ruhlarını, iradelerini, duygularını ele geçirmek; onları iliklerine kadar sömürmek ve “varlıklarını kendisinin armağan ettiğini” iddia ederek, sadece Gazze’de değil, tüm insanlık âleminde tahakküm kurmak istiyor. İslam coğrafyasının kalbinde zulüm, hırsızlık ve talanla habis bir ur gibi yayılmaya devam ediyor.

Batılı küresel hegemonyanın aparatı olan Siyonistlerin karşısında ise “varlığını sadece Allah’a borçlu olduğunu” ilan eden Gazzeli çocuklar, kadınlar ve erkekler var. İnsanlığın geleceğini ipotek altına alıp köleleştirmek isteyenlere karşı, onurlu ve özgür bir dünya için mücadele edip, can veriyorlar.  

Bir tarafta kapitalist ve emperyalist vahşi dünya, diğer tarafta ilahi yasanın koyduğu ahlak, din ve siyasetin dünyası; bir tarafta dine ait her türlü etkiyi dışlayan toplumsal yasanın sahipleri, diğer tarafta “hayatını ve ölümünü âlemlerin Rabbine has kılanlar” var. Bu mücadelede galip gelmek için “Gevşemeyecek, üzülmeyeceğiz. Eğer gerçekten iman etmişsek üstün gelecek olanlar bizleriz.”

İsrail, kendisini dini yollarla meşrulaştıran ve binlerce yıllık dinsel ideallerin tahakkümü altında hayat bulan bir yapı olsa da küresel sistem tarafından destekleniyor. Çünkü ne İsrail göründüğü gibi dine dayalı bir yapıdır, ne de küresel hegemonya dinlerden tümüyle soyutlanmıştır. Siyonizm, tümüyle dünyevi bir ideolojidir ve din onun için yalnızca araçsal bir değere sahiptir. Siyonizm’in hamileri de, liberal kapitalist niteliği ile oldukça esnek bir karaktere sahiptir ve cepheden din karşıtı değildir.

Bu hegemonyanın karşı olduğu şey, “Yalnız Allah’a ibadet edip, yalnız ondan yardım dileyenlerdir.” İnsan iradesinin teslim olacağı en yüksek otoriteye, “Rabbe teslim olanlara” düşmandırlar. “Katı olan her şeyi buharlaştıran” kapitalizm; içi boşaltılan dinsel inanç, tutum ve pratikleri tehdit olarak görmez. Bilakis onları “kendi ruhundan üfleyerek”  kullanışlı birer araca dönüştürür. Kapitalizm indirgeyebildiği sürece hiçbir dinsel düşünceye karşı çıkmaz. Tersine imanlarını içselleştirememiş görüntü dindarlarını hizmetkârları yapar. Kapitalist liberal hegemonyanın kendine özgü inanış, tutum ve pratikleri olan dini bir ruhu da vardır. Öte dünyayı yok sayıp, hayatı bu dünyadan ibaret gören; dünyevi refah, üstünlük ve güçten başka bir şey olmadığını vaaz eden bir din…

Bu hegemonya dünyayı boyunduruk altına almak için din, aile, ahlâki idealler, hakikatle irtibatını koparmamış sahih fikir ve düşüncelere yani, dünya hayatını tanzim etme iddiasına sahip olan her türden rakibe savaş açmıştır. Bu amaca matuf, kurumsal dini yapılar tasfiye edilir ya da içi boşaltılır, siyaset kötürümleştirilir, ahlâk izafileştirilir, fikrin gerçeklikle irtibatı kopartılarak ifsat edilir. Büyük kalabalığın iradesi kontrol altına alınır. Dünya pazar, insanlar müşteridir. Pazarı “serbestçe” yönetmek ve kurallarını belirlemek için görünür yöneticilerin arkasında “görünmez bir el” olarak, tüm insanlığa ait olan dünya nimetlerini hoyratça hortumlar.

Aydınlanmacı özgürlük talebi, efendiliğin her türüne meydan okudu ve insanları vicdanları dışındaki otoritelere karsı isyana teşvik etti. İnsanlar, kaderlerinin ellerinde olduğuna inandırılmıştı. Bu yüzden insanlara egemen olmayı amaçlayanlar efendiliklerini “görünmez el” vasıtasıyla yapmak zorundaydı. Bu yüzden “pazar serbest, müşterileri tümüyle özgürdü.” Bu sahte fikir küresel sistemin başat kuralı haline getirildi.

Yokluğunda kargaşa olacağı fikriyle dikte edilen görünür yöneticiler, pazarın idaresi için gerekiyordu. Bunun için “İnsan insanın kurdudur!” anlayışı doktrine edildi. Düzeni sağlayan bu otoriteye itaat, “yaşanılamaz bir dünya” korkusu ile beslendi. Yapay riskler imal edilip, çözüm üretildiği vehmi ile düzenin ve güvenliğin sağlandığı algısı oluşturuldu. Varlığına muhtaç olunduğu hissi uyandırıldı ve küresel sistemin görünen aktörlerine minnet edilmesi amaçlandı. İşte, Müslümanları onlarca yıldır bitmeyen savaş ve kargaşayla meşgul eden İsrail, bu egemenlik ve kontrol stratejilerinin bir ürünüdür.

Dünya müstekbirleri, insanların duygularını ve iradelerini ele geçirmek istiyor. Dünya nimetlerini tekelleştirmek, tüm insanlığı köleleştirmek arzusu taşıyor. Siyonizm ve yeni emperyalist hegemonya biçimleri aracılığıyla, insanlığı tahakküm altına alma hevesini kusuyor.  

Küresel sistemin bu hedeflerine karşı en önemli tehlike, Müslümanların sahip olduğu imkânlardır. Çünkü Müslümanların fiilleri sadece bu dünyayla sınırlı değildir. Tüm eylemlerini sadece Allah rızası için yapan ve iradelerini Allah’tan başkasına teslim etmeyen Müslümanlar, tüm insanlığın iradesini teslim almaya çalışan bu hegemonyaya karşı direnme kabiliyetine sahiptirler. Siyasetten iktisada, kamusal alandan günlük hayata tüm alanları kapsayacak cihanşümul bir hayat nizamı vaaz ederler.

Müslümanlar sadece böyle yaşamakla kalmaz, ilâhi rıza dışındaki maksatlarla, dünyayı ifsat etme amacı güden yapılarla mücadele ederler. İslami yaşantının özünü ifade eden bu ruh, kapitalist liberal hegemonyaya ait dünya düzenini sarsma potansiyeli taşır. Allah’ı hesaba katarak yaşama çabasından doğan âdil ve mutedil hayat talepleri, dünyevi pratiklerin zulüm doğuran neticelerini değiştirerek insanlığa âdil bir dünya imkânı sunar. Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği dine uygun bir yaşam idealinden asla vazgeçmeyenler, küresel dünya düzenine çomak sokarlar.

İşte küresel düzenin İsrail’i destekleme sebebi, hali hazırda küresel dünya düzenine yönelik en hakiki tehdidin, Müslümanlardan gelmesidir. Siyonist İsrail mevcut dünya düzeninin emniyet sübabı olarak işlev görmektedir. İslam coğrafyasını düzensizlik ve güvensizliğe duçar eden İsrail’in, Müslümanların evrensel iddialarının temsili merkezlerinden olan Kudüs eksenli kurulması ve tüm zalimliğine rağmen arka çıkılması bu yüzdendir.

İsrail soykırım yaparken küresel aktörler, sorunu çözmek için kendilerini hakem olarak tayin ederler. İsrail her sorun çıkardığında onu uslandıracak yapmacık tedbirler ve Müslümanları ikna edecek bir dil üzerinden kendi otoritelerini pekiştirirler. Aslında, yeni krizlere gebe “çözümler” üreterek her zaman müdahale etme imkânı üretirler.

Bu yüzden İslam coğrafyasındaki kargaşanın, güvensizliğin ve parçalanmışlığın asıl sebebini sadece İsrail’in varlığında değil, onu ve kukla rejimleri bu coğrafyayı kontrol etmek üzere konumlandıran küresel sistemde aramak gerekiyor. Açık ya da gizli bu aktörlerin maşası konumundaki her siyasî, iktisadî, toplumsal teşekkül bu coğrafyadaki sorunların bir parçasıdır. Bu minvalde asli düşmanlarımızı keşfetmemiz ve bu düşmanlarla nasıl mücadele edeceğimize ilişkin kafa yormamız gerekiyor.

Aksa Tufanı, işte bu düşmanları açığa çıkardı. Batılı siyasi kurumlar hep yaptıkları ikiyüzlülüğü terk ederek, cüretkâr bir şekilde bebek ölümlerini, toplu katliamları, açlık, inkâr ve soykırım gibi amansız suçları açıkça savundular. Aymazca soykırımın arkasında durarak cepheden yaptıkları bu düşmanlık, İslam ümmetini ayağa kaldırmalıdır. Gazze, batılı kurumların yüzündeki maskeyi kaldırdı, darısı Müslümanların ve insanlığın gözlerine inmiş perdeyi kaldırmasına...

Mücahitlerin Gazze’de yaptıkları hareket, batılı hegemonyayı hakiki bir krizle yüz yüze getirdi. Müslümanları ve vicdanlı tüm insanları mücadele etme şevkine sevk etti. Bu durum, insanlığın geleceği açısından ümit vericidir.

Bununla birlikte süreç biz Müslümanlara tarihsel sorumluluklar yüklüyor. Karamsarlık, ümitsizlik ve çaresizlikten silkinip, iradelerimizin dönüştürücü gücünü hatırlamalı; sadece Allah’a güvenerek ve O’ndan yardım dileyerek yola çıkan Gazzeli mücahitlerin ispat ettiği gibi, Allah’ın her şeyi kuşattığı itikadını yeniden tahsil etmeli; ihlâs, hikmet ve bilgiye dayalı; sabır ve azimle yola koyulmalıyız.

Müslümanların hayatlarını idame ettirdikleri siyasî, hukuki, toplumsal yapılar; Müslümanlara has imkânları zayıflatıp anlamsızlaştırmak üzerine kuruludur. İslam coğrafyasındaki politik rejimlerin birçoğu, kendi varlığını İsrail’in varlığını mümkün kılan iradeye borçludur. Hal böyle olunca; zihniyet, irade ve eylemleriyle sorunun parçası haline gelmiş zümrelerden, çözüm beklemek beyhudedir. Bizim Müslüman toplumları yönlendirme gücüne sahip alternatif kurumlara, bilginlere, sanatçılara, medya mensuplarına, iş insanlarına ve tabi ki her bir Müslüman’ın iradesine ihtiyacımız var.

Örneğin, basit bir eylem gibi görünen boykot, anlamlı bir şekilde hayata geçirildiği haliyle sadece boykot edilen şeye zarar vermez, asıl faydası bizedir. Bilinç katar, kim’liğimizi belirler, kimden yana olduğumuzu, kime karşı durduğumuzu gösterir. Neyi reddettiğimizi ve neyi kabul ettiğimizi hatırlatır. Boykotu sadece çarşı pazardaki mallara değil; genel olarak ekonomimize, zihniyetimize, ahlâkımıza, siyasetimize, diyanetimize sızmış, küresel hegemonyanın her türden batıl, kirli ve çarpık unsurlarına karşı yapmamız gerekiyor. Bu iradeyi canlı tuttuğumuzda; boykot edilen filanca fikir, teori, eylem ve tutumun yerine Müslüman’ca hangi fikir ve eylemi koymamız gerektiğini konuşabilir; sokaktan eve, iş yerinden okula Müslüman’ca bir yaşamı yeniden talep etmeye başlayabiliriz.

Kitlesel gösteriler, ürün boykotları, ince düşünülmüş eylemler, bunların hepsi değerlidir, fakat daha değerli olan şey; gösteriden, eylemden ve boykottan sonraki ilk dakikadır. Gösteri bittiğinde, eylem sona erdiğinde, boykot ettiğimiz ürünü rafa koyduğumuzda atacağımız ilk adım, o eylemde ortaya koyduğumuz ruhla yaşama yönündeki iradedir. Bu irade, bizden korkuyu alıp, düşmanın kalbine yerleştirecek, Müslüman’ca yaşama iradesidir.

Gazzeli Müslümanlar, insanlığın geleceğini tehdit eden sahte “hakikatin” yüzündeki maskeyi indirdi, küresel sistemi tüm dünyaya faş etti. Yalnızca Allah’a dayanan, O’ndan başkasına boyun eğmeyen, O’nun rızası dışında maksat gözetmeyen Gazzeli Müslümanlar, tüm insanlığa korkuyu yenmenin ne anlama geldiğini gösterdi. Korku ya da tedirginlik, lakaytlık ya da uyuşturulmuş bir şuurla Gazze’yi uzaktan seyredenlerin de abdest tazelemesinin vakti gelmedi mi?