Gaziosmanpaşa Özgür-Der girişiminin Küçükköy’de 2013-2014 sezonu için planladığı seminerler Murat Aydoğdu’nun sunduğu “Hz. Süleyman örnekliği ve Kur’an-da Güç Ahlakı” konusu ile başladı. Murat Aydoğdu özetle şunları anlattı;
Kur’an’ın büyük kısmı kıssalardan oluşmaktadır. Bu kıssalar, insanlık tarihi boyunca birey ve toplumların davranışlarında insani meziyet ve zaafların ortak özelliklerini yansıtmaktadırlar. Özellikle Allah’ın seçtiği Elçilerin meziyetleri ve başarı ile üstesinden geldikleri zaafları bize örneklik teşkil etmektedir.
Geçmişte yaşayan Allah Elçilerinin her biri farklı bir konuda sınanmışlardır. Örneğin Yunus (as) kavminin yüz çevirmesi ve yalnızlıkla, Eyüp (as) sağlıkla, Lut (as) kavminin sapkınlıkları ile, Musa (as) önceleri kavminin Mısır’daki sıkıntıları sonraları aynı kavminden bir çok kişinin nankörlükleri ile sınanırken Süleyman (as) ise Güç ve Hükümdarlık ile imtihanlara tabi tutulur. Allah Elçilerinin bu imtihanlar karşısındaki başarıları da bize yaşanmış birer örneklik olarak sunulur.
Kıssaların toplumsal ve bireysel yaşantımızdaki bu temel fonksiyonunu göremeyen kişiler bu kıssalara Kur’anın tabiri ile “Eskilerin Massalları” demektedirler. Özellikle Rasyonel ve derinliksiz ve dayatmacı kurallar bütününden oluşan modern paradigma, ideolojiler ve bunların eğitim sistematiği içerisinde yetişen kişilerde bunu bizzat yaşadığımız toplumda müşahede edebiliriz. Buna rağmen İslam inancını dayatmacı olarak algılayan materyalist ideolojileri bizzat yaşayan birisi olarak ilk Kur’anı elime aldığımda “Bana ne, 2 bin üç bin yıl önceki İsrailoğullarının hikâyelerinden!” dediğimi hatırlıyorum. İslam’ı yaşayan bir kardeşimin vesilesi ile Kur’an’ı önyargısız okuduğum ve yaşadığım reel gerçekliklerin birer izahı olduğunu müşahede ettiğim dönemde İnkârcıların Kur’an kıssalarına “Eskilerin Masalları” olarak adlandırıp basiretsizce durumları ile ilgili ayeti okuduğumda oldukça da sarsılmıştım.
Süleyman (as) Kur’an’da Neml 15-44, Bakara 99-103, Enbiye 78-82 ve Sebe 10-14 surelerinde dört ayrı bölümde anlatılmaktadır. Kur’anın aktarımından Süleyman (as)ın Allah tarafında büyük imkânlara, güce ve hükümranlığa kavuştuğunu görüyoruz. Bu gücü, Karun’un “Bu güç benim yeteneklerim sayesinde bana verildi” kibiri karşılamadığını, Kendisini Allah’a yaklaştırması ve ona hizmet için olduğu bilinci ile duası karşılığı nasip olduğunun bilincinde bir Elçi ile karşılaşıyoruz. Bu bilince ve Allah yolunda kullanma gayesine karşılık hiçbir insanın müstağni olmadığı dünya hayatında Süleyman (as) da bu güçle sınanacaktır. Kur’anda Allah’ın Elçileri İskender (as) ve Davut (as) daha çok fatih Hükümdarlar olarak aktarılırken Davut (as)’ın oğlu Süleyman (as) kurumsal ve yapısal gücü ile bir Hükümdar özelliği ile karşımıza çıkar.
Süleyman (as) ın hükümranlığı ve gücü hakkında Tevratta da oldukça malumat vardır. Fakat bizim Kur’an kıssasında gördüğümüz bun gücün hikmetli kullanımı ile ilgili Süleyman(as)’ın sınanmasını, şükretmesini, kendini ıslah etmesini ve Saba Melikesi karşısındaki İslami duyarlılıkla Allah’a çağırtan hükümdar anlatımlarını Tevrat’ta göremiyoruz. Özellikle Şeytanların Süleyman (as)’ın hükümdarlığı konusundaki uydurma ve saptırmalarına karşı, biz Süleyman(as) kıssasında bize anlatılan, örnek gösterilen ve kendi yaşantımızdaki karşılıkları üzerinde durmayı tercih ediyoruz. Nitekim Süleyman(as)’ın Kuşların dili (Matık-u tayr), büyük kazanlar, Demir ve Bakırı işleme sanatını, Şeytanları boyunduruğa alması ve Saba melikesinin tahtını nasıl getirdiği gibi konularda bir çok araştırmacı çeşitli izahlar, açıklamalar ya da teviller yapmışlardır. Bu anlatımların; teşbih, mecaz sembol olduğundan tutun, Bazı bilimsel izahları olduğuna oradan Allah’ın gaybi yardımı ile fiilen zahiri ile anlatıldığı gibi olduğuna kadar birçok şekli vardır. Bizim önemsediğimiz konu ise ister bizim bazı bilgilere ulaşarak bazı konuları açıklayabileceğimiz, isterse dil konusundaki çözümlemelerle bazı meselelere vakıf olabileceğimize karşılık dünya hayatında ulaşamayacağımız birçok eylem arka planı olacağının bilinci ile hareket etmemiz gerekir.
Hayatımızda her insan belirli çerçevede güç ve iktidar sahibidir. En alt limitte kendi azalarımıza ve çevremizde güç yetirdiğimiz nesnelere hâkim olduğumuz, toplumsal iletişim ile ailemize, camiamıza oradan halka halka yayılan toplumsal ilişkilerimizde belli oranlarda hâkim gücümüz vardır. Güç kuvvet kelime anlamı ile devlet en organizeli kurumsal güç olarak ta toplum hayatında yer alır. Allah’ın takdiri çerçevesinde bizim gücümüz de genişler, ya da daralır. Ama hâkim olduğumuz çerçevede onu nasıl kullandığımız önemlidir. Örneğin burada şu cemiyetimizin oluştuğu meclisimizde birbirimizle iletişimimizde sosyal geniş alanda bize dayatılan hiçbir kanun ve yasa bizi bağlamamaktadır. Bu küçük toplumumuzda sadece Allah rızasını gözetmemize rağmen kimimiz bedenen daha kuvvetli, kimimiz mali açıdan, kimimiz zihin, bilgi açılarında kimimiz de saygınlık açısından daha etkiniz. Ve muhakkak ki Rabbimiz bu sahip olduğumuz yetkinliği birbirimize karşı nasıl kullandığımızın hesabını da bize soracaktır.
İşte bilinen tarihin en kudretli hükümdarı Süleyman (as) da gücün ve kuvvetin sembolü atlarla sınanır. Onların gücüne ya da sevgisine öyle bağlanır ki tahtının üzerinde bir ceset haline gelir. Müfessirler Süleyman (as) uyarı üzerine atların ayaklarını mesh ettiklerini bunun okşamak ya da kesmek anlamlarına geleceğine dair açıklamalar yapmışlardır. Biz bunun her halükarda terbiye edilmesi olarak algılıyoruz. Artık “insanlarla ilişkisinde soyutlanma mı, oyalanma mı ya da otoriterliğin getirdiği iletişimsizlik mi?” nasıl açıklarsak açıklayalım Allah’ın ikazı ile Süleyman (as) bunu ıslah edecektir. Bazen iyiliği ve hayrı irad etmemize rağmen gücün kullanımında ölçülü olmamızın önemi burada yatmaktadır. Daha sonraki Saba melikesi Süleyman(as) ile görüşürken billur’dan (saydam camdan) bir köşke ıslanmasın diye eteklerini kaldırır. Oysa Süleyman (as)’ın hükümranlığı ıslah edilmiş, ıslatan değil ıslah eden bir hükümranlıktır. Saba melikesine Süleyman’ın mektubu ulaştığına Önde gelenlerinin “Krallar bir ülkeye girdiğinde orayı ifsad ederler, önde gelenlerini zelil hale düşürürler” şeklindeki genel yargılarının dünya üzerinde sıklıkla gördüğümüz ıslah olmamış güç için geçerli olduğunu buradan anlıyoruz. Maalesef günümüzde de ezilen bazı toplulukların gücü ellerine geçirdiklerinde, kendilerini ezenlere benzediklerini görebiliyoruz. Vahiyle ıslah olmamış ya da vahiyden uzaklaşmış bütün beşeri gücün geleceği nokta da burasıdır.
Kıssa’da Süleyman (as)ın saba kraliçesinin tahtını istediğinde cinlerden bir ifrit’in bunu “yerinizden kalkmadan getiririm” teklifine karşılık Kitap’tan ilim sahibi bir kişinin “ben gözünüzü kırpmadan getiririm” sözü doğru ve sağlam bilgi’nin çözümlenmemiş bilgiden daha üstün olduğunu işaret eden bir bölümdür. Ama muhakkak ki en sağlam olanı da bu bilginin hikmetli kullanımıdır. Ve Süleyman (as)’ın hükümranlığındaki enstantanelerden bunu anlıyoruz.
Süleyman (as)’ın vefatının asasını kemiren bir ağaç kurdunun asayı düşürmesi ile belli olduğu kısmından bazı kişiler cinlerin ve diğer varlıkların gaybı bilmediklerini yorumlarla hem bu yorum hem de dünyevi hükümranlığın kimseye kalmayacağı çıkarımları kıssa’nın bize anlattığı bazı noktalar.
Hükmettiği yeryüzünde, Hüdhüd kuşunun haberi ile Güneşe tapan Saba’lıların ülkesine hemen irtibata geçen Süleyman (as) , yine güç’ten kaçmayan onu isteyen ve ulaşabildiği her yerde onu Allah rızası için kullanan Süleyman(as) örnekliği de bir başka ibretlik noktadır.
Aliya İzetbegoviç bir gün cephede Boşnak komutanları denetlemekte, onlarla sohbet etmektedir. Bir Boşnak askeri “Bizim devletimiz ne zaman olacak?” anlamında bir özlemini dile getirir. Aliya “Biz burada devletiz, şu an Allah’ın razı olduğu bir mücadele yürütüyoruz ve bulunduğumuz anın, mevki’nin devletiyiz. Biz hayırlı bir miras bırakırız, bizden sonrakiler bunu daha iyiye mi, yoksa daha kötüye mi götürürler? Bu anların imtihanıdır” anlamında açıklama yapar.
Müslümanların mücadeleleri kesintisizdir. Bireysel yaşamlarında ölene kadar, insanlık yaşamında kıyamete kadar “Tamam bitti, yeryüzü cenneti ebediyen kuruldu” anlamında bir Tarihin sonu yok’tur
Zamanında, Timur köy’e bakmaları için bir fil verir. Lakin fil çok yemekte ve bakımı da masraflı olmaktadır. Köylüler temsilci olarak Nasreddin Hoca’yı seçerler ve yola koyulurlar. Ama yolda korkudan bir bir dökülürler. Timur’un huzurunda Nasreddin Hoca “Ulu Hakanımız şu verdiğiniz fil var ya!” diye söze başlar. Timur “Ne olmuş?” diye sertçe sorunca, arkasında kimsenin olmadığını fark eden Nasreddin Hoca “Filimiz yalnız çok sıkılıyor, ona bir eş verseniz iyi olur” der ve ikinci bir fil ile köye döner.
Fil gücün sembolü, Ebrehe’nin de yıkıcılığının ABD’de şahin kanat emperyalizmin temsilcisi Neo-Conların partisi cumhuriyetçilerinde simgesidir. Bir yandan da devlet’in hantal ve ezen özelliğini temsil eder. Fillerin tepişirken mazlum halkları ezdiği müstekbirlerin hâkim olduğu dünyamızda ıslah olmamış, mesh edilmemiş her güç yakıp yıkan, ifsad eden file dönüşmektedir. Cahili Ulus devletlerin halklarını ezdiği Müslüman coğrafyada bir fil yetmezmiş gibi bir de bizim filimiz olsun diyen cahili Ulusçuluklar türemektedir.
Allah’ın her Mümin’i ıslah edilmiş güç ve kuvvetle donatması duası ile sözlerini tamamlayan Murat Aydoğdu’nun sunumu, katılımcıların soru ve katkıları ile son buldu...