Kenan Alpay’ın yorumu:
Türk ulusal kimliğinin onlarca yıla yayılan inşa sürecinde devlet sınıfları marifetiyle pek çok siyasal söylem, sembol ve tören yürürlüğe sokuldu. Askeri geçitleriyle, iç ve dış düşman tanımlarıyla, kimlerin hain veya kahraman olduğuna ilişkin propagandalarıyla tarih, toplum ve gelecek tasavvurunun inşasında ulusal bayramların inkâr edilemez bir payı oldu. Fakat buna rağmen uzun yıllar boyunca resmi törenler katılımları mecbur tutulan memurlar ve öğrencilerin omuzlarına yüklenen bir sorumluluk olarak devlet ve toplum arasındaki ayrımı da belirgin olarak işaretliyordu.
İlan edildikleri günden bu yana 23 Nisan’ıyla, 19 Mayıs’ıyla, 30 Ağustos’uyla, 29 Ekim’iyle tüm ulusal bayramlar devlet namına Kemalist kimliği ve askeri vesayeti pekiştiren ideolojik araçlar olarak iş gördü. Milimetrik düzeyde hesaplanan ve iklim şartlarına, toplumsal ihtiyaçlara, bilimsel düşünceye, ahlaki kaygılara hiç ama hiç kulak asmaksızın uygulamaya geçirilen ulusal bayram programları, kamusal hayatı tanzimin en soğuk yüzüydü. Bu sebeple ulusal bayramlar devlet ve toplum arasındaki mesafeyi azaltmak bir tarafa iyice açan köhnemiş, çürümüş ve alay konusu olmuş bir teamül anlamına geliyordu. Militarizmin, askeri vesayetin, toplum mühendisliğinin savuşturulması için Türkiye’de bu musibetlerin taşıyıcı araçlarından bir olan ulusal bayramların da tasfiye edilmesi gerekiyordu. Şartlar iyiden iyiye olgunlaştığında, 2010’dan itibaren ulusal bayramlar ve törenler yönetmeliğinde gerçekleştirilen değişimlerle bu kritik eşik aşıldı. (Ya da biz aşıldığını zannettik.)
(…)
Yazının devamını okumak için tıklayın: “Gazi Paşa’nın Himayelerinde Medeniyet Tasavvuru”