Hakan Albayrak’ın Diriliş Postası’ndan ayrılmak durumunda kalması gazetenin imaj ve işleyişi açısından ciddi bir sıkıntı oluşturdu. Çünkü Hakan kardeş, tüm yayıncılık birikimiyle gazetenin muhtevası ve görselliğiyle alakalı İslami camia tarafından hüsnü kabul gören güzel bir ürün ortaya koymaya çalıştı.
Tüm zayıflık ve zaaflarına rağmen Diriliş Postası’nın bizim için önemini ve değerini özetleyen tespitlerimi bir önceki yazımda belirttim.
Ayrıca gazete yönetiminin, reel politika çamurundan ümmetin maslahatı üzerine sıçrayan kirleri gidermek konusunda, henüz yeterli düzeyde bir istişare ve dayanışma mekanizmasını şekillendiremeye muvaffak olamadığına da işaret etmeye çalıştım.
Hem ben hem de Selahaddin Eş ağabey bu gibi konularda yaşanmış birikimlerimizle tedrici olarak yayın politikasına katkıda bulunmak, güzelliklerine güzellik katmak üzere dışarıdan yardımcı olmak çabasındayız.
Azımsanamayacak okurumuzun birebir görüşme isteği; sosyal medya, mail ve telefon aracılığıyla ne olduğunu öğrenmek istediği bir süreçte, doğal olarak konuyu adil ve yapıcı bir şekilde izah etme yükümlülüğümüz de öne çıktı.
Bu arada yapılan eleştiriler haklı olsa bile “Biz” olarak ortak dil, üslup ve zamanlama benzerliği oluşturma gerekliliğini gözetmeden yapılan çıkışlar için “fevrilik” ifadesini kullandım. Bu ifademin sosyal medyadan tepki verecek kadar Hakan kardeşin canını sıkacağını kestirebilseydim, daha münasip bir kelime kullanmaya çalışırdım.
Hakan kardeşim, gazete yönetimiyle yaptığı görüşmeden sonra ortaya çıkan nahoş neticeyi bildirmek için beni Cumartesi günü aradı. Ümmetin maslahatı ve gençlerin ilgilerindeki bahar heyecanı adına canımı oldukça sıkan sonucu bu vesileyle öğrendim.
Hakan, bizi yazı yazmaya davet ederken, sermayedarların gazetenin İttihad-ı İslam çizgisine müdahale etmeyeceğini ve bizim kendisini eleştirmek dâhil var olan birikimimizle serbestçe yazabileceğimizi sözlü olarak taahhüd etmişti.
Hakan Albayrak, telefonla yaptığımız son görüşmede gazetenin çok önemli bir kazanım ve mevzi olduğunu, yönetimi Erem Şentürk’e devrettiğini ve gazeteyi yaşatmamız gerektiğini belirtti. Pazar sabahı da konuyla ilgili Adem Özköse kardeşimiz aradı. Konu hakkında önde gelen yazarlarla hemen görüşelim ve ona göre istişari bir tutum belirleyelim dedim. Sağ olsun Adem kardeş bu doğrultuda irtibat trafiği oluşturdu. Ama maalesef ki netice yerine, bireysel veya duygusal kararlar ön plana çıktı.
Birçok ortak işimizde farz olan “şura” ve “şura ehliyeti” meselesi bir tarafta duruyor. Ama en azından “istişare” ortamında taraflarla ne olup ne bittiğini müzakere etmek isterdik.
Bizim sahih geleneğimizde açık bir mâsiyet yoksa, ortak başlanan bir işi terk etmek uygun karşılanmaz. İşten kaçmama mükellefiyeti tabii ki doğru bir misyon ve istikamet, sermayenin uyumu, uygun ekipman şartlarına bağlıdır. Ayrıca asırlardan beri en büyük eksiğimiz olan ve birlikte iş yapma niteliği ve becerisiyle ilgili “şura ihtiyacı”na bağlıdır.
Olması gereken şartların olabileceği veya olmayacağı konusu makul bir süre içinde belirginleşene kadar, bir daha gazetenin gidişatı hakkında yazmayacağım.
Rabbimiz, rızası için yürüttüğümüz işlerimizi hayra ulaştırsın.