Gazeteler Aynı Manşetle Çıkıyorsa, Tek Gazete Yeter!

McKinsey tartışmalarının medyanın nasıl bir sefalet içinde olduğunu gösterdiğini söyleyen D. Mehmet Doğan “Hakkın davacısı olmazsak, haklı bir davamız olmaz” diyor.

D. Mehmet Doğan’ın Karar’daki köşesinde yer verilen konuyla alakalı yazısı (11 Ekim 2018) şöyle:

Denetlendik

“McKinsey meselesi” kapandı mı?

Eğer bu mâlî denetim kurumunu ilgilendiren mesele halledildiyse, konu gerçekten kapanmıştır; ihtiyaç sürüyorsa, mesele halledilmediyse, kapanan bir şey yok demektir.

Mesele yerinde duruyor, fakat konu kapanmış gibi görünüyor. Devlet yeni bir çözüm üretmiyor…

Bu durumda “kangrenleşme süreci devam etmektedir” denilebilir.

Ben yine de McKinsey vak’asının çok etkileyici bir denetlemeye yol açtığını düşünüyorum.

Toplumun tepkileri bu vesile ile gözden geçirildi: Teftiş edildik, kontrolden geçirildik, murakabeye maruz bırakıldık.

Hamaset dozumuz son zamanlarda hayli yükseltilmişti. Bu doz aşımı bir daha ölçüldü. Tepkiler akılcı değildi, gerçekçi değildi. Makul hareket edemedik. Çözümü değil, körü körüne itirazı seçtik.

Yönetime karşı haklı veya haksız bir tepki için fırsat kollayanlar bu fırsatı sonuna kadar kullandılar.

Bu süreçte kazananlar kayıpta, kaybedenler ise hüsranda.

Asıl kayıp, zaten kayıplara karışmak üzere olan basın kesiminde oldu.

***

Türk basının tarihini hem okudum hem de yazdım! 1970’lerde yayınlanan Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde ‘Basın’ maddesi bu fakirin kaleminden çıkmıştır ve bugün de değerini korumaktadır. Basın tarihimizin dönemlere göre açıklanması bahsinde, başlangıçtan sonra Abdülhamid döneminin “gelişme devri” olduğunu ilk defa kayda geçirdim. Basınımız o dönemde teknik olarak gelişti, çeşitlendi, yaygınlığı arttı, ilk mevzuat düzenlemeleri yapıldı, gazetecilik meslek haline geldi. Sansür var mıydı? Vardı ve bu Osmanlıya mahsus bir şey değildi. Sonra ne oldu? II. Meşrutiyet’ten sonra İttihatçılar 24 Temmuz’u “basın bayramı” olarak ilan ettiler, sansür kaldırıldığı için güya. Sonra basına şiddet devri başladı. Sokak ortasında gazeteciler öldürüldü. Ardından “güdümlü basın” devri geldi. Cumhuriyet’in ilk dönemi ancak bu şekilde adlandırılabilir.

Hükümetler bir taraftan Matbuat Kanunu’nu sertleştirirken diğer yandan basını susturacak daha kökten uygulamalara giriştiler. Harf inkılabı gazeteleri okuyucusuz bıraktı. Gazeteler tümüyle kapanacaktı, hükümet çaresini buldu: Kendisini destekleyen gazetelere devlet bütçesinden para aktardı. Geriye kalan gazeteler kapandı. Bu şekilde gazete tasfiyesi yüzde yetmişleri bulmuştur. Sadece bu değildi basını yola getirmek için yapılan. Bir kısım gazetecileri M. Kemal Paşa Meclis’e ve şahsî sofrasına aldı. Bir de basını kontrol için Türk Basın Birliği kurduruldu.

Gazetelerimiz bu dönemde çok partili hayata geçiş süreci gevşemelerine kadar Meclis’te milletvekillerinin oybirliği ile karar almaları gibi, hükümeti desteklediler. Meclis gerçek anlamda “Meclis” değildi, basın “basın” değildi!

Tarihini yazmakla kalmadım basınımızın. İki gazeteyi başlangıçtan 1970’lere kadar Tarih Kurumu için taradım. Başlıklardan, haberlerden fiş çıkardım. Cumhuriyet ve Ulus. Ulus önce Hakimiyet-i Milliye idi. Millet hakimiyetinden “Ulus”a geçildi! CHP’nin resmî gazetesi idi Ulus. Hükümet kendi gazetecilerini burada toplamakla kalmadı. İstanbul’da Cumhuriyet’i yayınlattı, o zamanın Milliyet gazetesini destekledi. Milliyet’in patronu Siirt meb’usu Mahmud’tu, Cumhuriyet’in Yunus Nadi. İkisi de ölene dek milletvekilli oldular!

Bu gazetecilerin resmî itibarları yüksekti anlayacağınız!

O zamanın basını ile bugün arasında bir paralellik kurmak istemem, fakat bugünün basınının iyi imtihan vermediğini söyleyebilirim. Örnek gözümüzün önünde: Okuyucular günlerce McKinsey’in göklere çıkarıldığı haber ve yazıları okudular. Birden bu medhiyecilik bitiverdi. Kendi kendimize yeteceğimiz manşet oldu.

Gazeteler aynı manşetle çıkıyorsa, tek gazete yeter. Fazlası israf!

Değerli basın mensupları! Bir fikri benimseyebilirsiniz, bir şahsiyeti destekleyebilirsiniz, ona bağlılığınız yüksek seviyede olabilir. Bu hakikatten ayrılmanızı gerektirmez. Hatta diyebiliriz ki sizin fikriniz için de desteklediğiniz şahsiyet için de hakikat vazgeçilmez değerdedir.

Cumhurbaşkanımızın liderliğinin gerçek karşısında hükümsüzleştirilmesine hizmet eden kimler olursa olsun, hangi kurumlar (gazeteler, diğer yayın kuruluşları) doğru bir iş yapmıyorlar.

Hakkın davacısı olmazsak, haklı bir davamız olmaz.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango