Boşverin bu hikayeleri. Kuralmış. Kanunmuş.. Yönetmelikmiş. Genelgeymiş.
Siz kafanızdaki sapıklığı anlatın.
Niyetiniz ne olduğunu, samimi olarak açıklayın..
Kendinize mazeret üretmeyin..
Alın size Bandırma’da bu hafta yaşananlar...
Yarı çıplak dansçı kızlar, ilköğretim okulunun bahçesinde vucut teşhiri yapıyorlar.
Okul ve vücut teşhiri..
Ne kadar birbirine zıt kavramlar..
Okul müdürü, “Başka yer mi kalmadı? İlçede bar da var, pavyon da var. Gidin oralarda sergileyin rezaletinizi. Öğretim yapılan bir binanın bahçesinde, böyle saçmalık olur mu? Ben okulun kapısını, böyle çıplak rezillere açamam” demiyor.
“Buyrunuz efendim, buyrunuz” diyor.
Kanuna bakmıyor..
Yönetmeliğe bakmıyor..
“Lafı mı olur belediye başkanım? Sen iste, ben müdür koltuğumu bile getirir, emrinize amade kılarım” diyor..
İlköğretim okulunun bahçesinde, mayolu kızlara, küçük çocukların izlediği ahlaksız danslar yaptırtıyor..
Yaptırılmasına zemin hazırlıyor..
Aynı Türkiye’nin Adana’sında ise, aynı hafta içinde, daha dün.. Bir lisede, okul boyunca gösterdiği başarı sebebi ile birinci gelmiş bir kızımıza, başındaki örtü sebebi ile ödülü verilmiyor.. Dereceye giren başörtülü kızlar, görmezlikten geliniyor. Yok sayılıyorlar..
Okulun müdire hanımı, “Kanun” diyor. “Yönetmelik” diyor.. “Kem” diyor.. “Küm” diyor..
Ama alın teri ile kazanılmış birinciliğin karşılığı olan ödülü vermemenin, birinciyi yok saymanın vicdani gerekçesini izah edemiyor.
Çıplaklığa gelince, kimse yönetmeliğe bakmıyor.
Örtüye gelince, akıllarına hemen yönetmelikler geliveriyor.
Büyükşehirlerin hemen hemen tamamına yakınının kız öğrenci kıyafetlerinde, mini etekler, boyun açık kıyafetler, tam hakimiyet sağlamış durumda..
Kimse, okula gelen kızlara, “Yönetmelikte dizaltı etek şartı var. Şort da olsa, etek de olsa, bu şarta uymayan öğrenciyi okula almıyoruz. Almamamız, yönetmelik gereği” demiyorlar.
Sözümona “modern kıyafet” ya..
Sözümona “çağdaş giyim” ya..
Kapılar sonuna kadar açılıyor.
Sadece dizüstü etekli kız öğrencilere değil.
Mayolu dansçı kızlara da açılıyor, okulun kapıları..
“Okul binası, eğitim amacı dışında kullanılamaz. Bana ne sizin dansınızdan, bana ne sizin gösterinizden, bana ne sizin festivalinizden” denilmiyor..
Ama inancı sebebi ile, başını örten kızlarımıza sıra gelince..
Hakedilen ödülü vermek için, yönetmeliğe bakıyorlar..
Mezun olmuş öğrencinin yönetmeliğe uyması gerekirmiş gibi, çağdışı kalmış, eski yılların kıyafet düzenlemesinden kendilerine görev ihdas ediyorlar..
Ve böyle bir Türkiye’de, birileri “Mahalle baskısı var” diyor..
Birileri, “Faşizan baskı var” diyor.
“Başbakan’dan herkes korkuyor.. Başbakan’ın korkusundan, eleştirel yazı kaleme alan gazetecilerin işine birer ikişer son veriliyor” deniliyor.
Ahan işte.. Bal kabağı gibi ortada her şey..
Bırakın serbest çalışan gazetecileri falan..
Devletin memurlarının sergiledikleri rezaletlere bakın..
Biri hem de kadın.. Okulun müdiresi imiş..
Yani Başbakan’ın emri altında çalışan bir memur... Hiyerarşik olarak, Başbakan’ın onlarca altındaki bir memure..
Başbakan’ın başörtü konusundaki özgürlükçü yaklaşımını sanki hiç duymamış.
Güney Afrika’dan gelmiş sanki hanımefendi..
Hiç takmıyor bile..
“Başörtülü iken, size ödül vermem” diyor. Bir de ailelerle kavgaya tutuşuyor..
Şikayetçi bile oluyor..
Hiç korkmuyor..
Ve bu ülkede, “Başbakan’ın tek adam olduğu” ileri sürülüyor!
Tekil bir örnek değil..
İkinci örnek de, tam zıttı yönde, aynı hafta içinde yaşanıyor..
Başbakan’ın; okul alanlarında, eğitimle ilgisiz gösterilere, çıplaklığın teşhirine ne kadar tavizsiz olduğu bilindiği halde.. Bir okul müdürü, okulun kapılarını, mayolu dansçılara açıyor!
Hiç korkmuyor..
Devlet memuru olduğu halde, korkmuyor..
Maaşını Başbakan’dan almayan gazeteciler ise, “Biz korktuk. Yazamıyoruz. Sonra atılırız” diyorlar..
Soru şu: Memurlar mı çok cesaretli? Gazeteciler mi çok korkak?
Yoksa ikisi de değil; her şey senaryo mu?
YENİ AKİT