Sefa Saygılı / Yeni Akit
İmam-ı GAZALİ
Son yıllarda İmam-ı Gazali Hazretlerine bilimin gelişmesini önlediği gibi saldırılar olmaktadır. Hâlbuki Gazali yalnız İslâm dünyasının değil, dünyanın ender yetiştirdiği büyük insanlardandır. Muhteşem zekâsı, çok üstün bir tahlil ve terkip kabiliyeti olup emsalsiz bir kritikçi olarak tanınırdı. Hüccetül-İslâm unvanını hak etmiş bir dâhiydi.
Tûs’tan Nişabur’a geçen Gazali, burada Nizamiye Medresesi baş müderrisi İmamu’l-Haremeyn el-Cüveynî’den akaid, kelâm, tefsir, hadis, cedel, mantık, felsefe, hendese ve matematik gibi yüksek ilimleri okuyarak icazet aldı.
Gazali bu ilimleri sadece öğrenmekle kalmadı, derinliklerine nüfuz ederek muarızlarıyla mücadele gücünü de elde etti. Devrinin en ileri nazariyatçısı durumuna gelen Gazali, hocasının sağlığında onun kürsüsüne çıkarak ders verdi ve kitaplar yazdı. Hocasının vefatı üzerine gerek ilmin ve gerekse ilim adamlarının koruyucusu olan büyük devlet adamı Nizamü’l-Mülk’le yakınlık kurdu ve onun nezdinde önemli bir mevki aldı.
Gazali, tahsil ettiği ilim dallarında derinlik kazandı. Öyle ki zamanın neredeyse bütün aklî ve şer’i ilimlerini öğrendi, hatta onlar hakkında eser yazacak kadar maharet gösterdi.
Çünkü kendi ifadesiyle “Allah’ın kendisine doğuştan verdiği, hadiselerin özünü araştırma” isteği ile dopdoluydu. Şüpheyi, araştırmanın ve hakkı bulmanın bir şartı olarak görüyor ve şöyle diyordu: “Zira şüpheler hakka ulaştıran şeylerdir. Şüphe etmeyen araştıramaz, araştırmayan ise görmez. Görmeyen ise karanlık ve sapıklık içinde kalır. Bundan Allah’a sığınırız.”
Gazali ve felsefe
Döneminin eşsiz dâhisi Gazali, o güne kadar çeşitli dalâletlere götüren Yunan kaynaklı felsefeye karşı yeni bir bakış açısı koydu. Yunan felsefesinin sebep olduğu düşünce tarzını, İslâm âleminin safiyetinin bozulması ve zihnî bağımsızlığının ortadan kaldırılması olarak görüyor ve filozofları tenkid ederken, Yunan felsefesi karşısında taklitçi, teslimiyetçi ve pasif kaldıklarını söylüyordu. Nitekim Farabî ve İbn-i Sina’yı eleştirirken onların da taklitçi olduğunu vurgulamış ve Sokrat, Eflatun ve Aristo gibi Yunanlıları sanki hiç hata yapmayan insanlar olarak aşırı yüceltmeye gittiklerini söylemiştir. Gazali, “Felsefecilerin doğruyu bırakıp serabın parlaklığına aldandıklarını, ilmin özünü bırakıp kabuğu ile uğraştıklarını ortaya koyacağım” demiş ve bunu yapmıştır.
Gazali, ilimleri önce dinî ve dünyevî ilimler olarak ikiye ayırır. Gazali’ye göre felsefe ve diğer ilimler sahasında ortaya konan bilgi birikimi ile varlık dünyasını kavramada güçlü bir vasıta olan akıl, açıklayıcı bir model olarak kullanılabilir ve bunun İslâmî açıdan hiçbir mahzuru olmadığı gibi bilakis teşvik edilmelidir. Ancak ilahiyat sahasında aklın izahtan aciz kaldığı konuları, aklı mutlak kabul ederek izaha kalkışmak doğru değildir. Şöyle diyordu:
“Şüphe etmeyen doğruyu göremez, doğru bakamayan basiret sahibi olmaz ve basiret sahibi olmayan da zulmette ve sapıklıkta kalır.”
“Tabiat ilimlerinden elde edilen bilgileri din adına tenkit etmeyi vazife sayan kişi aslında dine karşı suç işlemiş ve dine zarar vermiştir. Dinsizleri en çok sevindiren şey, fen ilimlerine din adına karşı çıkılması ve bu konuların dine aykırı olduğunun söylenmesidir, zira dini çürütmenin en kolay yolu budur.”
Çeşitli Konulara Bakışı
Araştırmayı şu sözleriyle teşvik ediyordu:
“İnsanoğlu küçük bir âlem olması bakımından kâinatın fihristesi hükmündedir. Onun vücut yapısı sadece hekim olmak isteyenler tarafından değil, Allah’ı daha iyi bilme, yani marifete ulaşmak isteyenler tarafından da bilinmelidir.”
“Aklın fonksiyonu, peygamberlik ve vahiy ışığıyla bize ulaşan bilginin seviyesinin farklılığını anlayabilmemiz için yol göstermek, nübüvvet gözüyle idrak olunan bilgiyi (duyu organlarımızın verileri ve mantıkla) tamamen ihata etmeye muktedir olmadığımızı (yine müşahede, tecrübe ve mantık vasıtasıyla) bize kavratmak, elimizden tutarak körleri kılavuzlarına, aciz hastaları müşfik hekimlerine ulaştıran emin bir kılavuz gibi bizleri nübüvvet makamına teslim etmektir. İşte, aklın görevi budur.”
“Riyaziye (matematik) hesap, geometri ve cebir ilimlerinden ibarettir. Bu ilimlerin müsbet veya menfi yönden dinî işlere herhangi bir surette zararı yoktur. Anlaşılıp öğrenildikten sonra, bunları inkâra mahal kalmaz.”
“Ay tutulması, Dünya’nın Ay ile Güneş arasına girmesinden ileri gelir. Çünkü Ay, ışığını Güneş’ten alır. Arz yuvarlaktır. Eğer Ay, Arzın gölgesine düşürse Güneş’in ışığını alamaz. Güneş tutulması da Ay’ın, Güneş’e bakan tarafıyla Dünya ile Güneş arasına girmesinden ibarettir. Bunlar, geometri ve matematik delillerle sabit olan şeylerdir. Dine aykırı sanıp bunları inkâra kalkan kimse, bunlara değil, dine şüphe sokmuş olur. Öylesinin dine faydasından çok zararı dokunur.”