Fener Rum Patriği Bartholomeos, Milliyet Gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'a verdiği röportajda (24 Aralık 2009) şunları söylüyor: "Oksijenimiz kalmıyor. Patrikhane tükeniyor... İbadet özgürlüğü var deniyor ama mümin yok...
Cemaatimiz üç bin kişiye indi, eğer Yunanistan'dan hafta sonu gelen hacılar olmasa kiliselerimiz bomboş... Ben 70 yaşındayım, benden sonra kim Patrik olacak, Heybeliada Ruhban Okulu 1971'den beri kapalı... İstiklal Marşı'nı en güzel okuyan Gökçeadalı Marina kızımızın iki yıl önce evini yaktılar, kardeşini öldürdüler... Patrikliğimize defalarca bombalı saldırı yapıldı, Ergenekoncuların 'Kafes' planlarında adımız geçiyor, Ermeni Patriği Mesrop'la beni öldürmeyi planlıyorlarmış... Hazine'nin el koyduğu mülklerimizden çoğunu hâlâ geri alamadık. Ruhban Okulu'nun açılmasına 'derin devlet' izin vermiyor." Ve soruyor: "Bunlar çarmıha gerilmek sayılmazsa ne sayılır?"
Patriğe kızabiliriz. Ama tamamen "haksız" olduğunu söylemek mümkün mü? Tabii ki, cevap durduğumuz bakış açımıza göre değişir. Eğer konuya salt 'siyaset' ve tarihsel acı tecrübeler açısından bakarsanız, bu sorunlar sizi hiç rahatsız etmez. "Din özgürlüğü" açısından bakarsanız, durup bir vicdan muhasebesi yapmanız lazım.
Bu açıdan hâlâ "İslamcılık"larının devam ettiğini söyleyen bazı zatların Patrikhane ve Ruhban Okulu'yla ilgili serdettikleri dehşetengiz görüşlerin arkasında İslam'la uzaktan yakından ilgisi olmayan ulusalcı dürtülerin; Dışişleri Bakanı'mızın "hakimane" bir tavırla "Umarım Patriğin dili sürçmüştür" şeklinde yaptığı açıklamanın gerisinde "salt siyasi" mülahazaların yattığını söyleyebiliriz. Bizim işimiz her şeye ve ilk başlangıç noktasında "ulusal siyaset ve devlet merkezli çıkar" gözüyle bakmak değildir. Bize İslamiyet'in öğrettiği temel prensip, gayrimüslimlerle ilişkilerde "ihtiram ve adalet"in esas alınmasıdır. "İslam'la ve İslamcılık"la pamuk ipliğine bağlı ilişkisi kalmış olsa bile, kişilerin bu temel prensibi göz ardı edip İslamiyet'i şahsi ideolojileri yolunda suistimal etmeye hakları yoktur.
İnsanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerin ne olması gerektiği sorusuna cevap ararken, ideallerle gerçekleri çatıştırmak zorunda değiliz. İdeal politiğe ulaşmaya çalışırken, reel politiği de göz önünde bulundurabiliriz. Maharet, reel politik içinde ideal politiğe doğru yol almaya çalışmak; akıllı, işe yarar, sonuç verici ve sorun çözücü adımlar atarken, yüksek ahlaki hedeflerden, iyilikten, adaletten ve hukuktan ayrılmamaktır.
Bu, gayrimüslimlerle olan ilişki için de geçerlidir. Kur'an bakış açısından, Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki sosyo-politik ilişki, karşılıklı ihtiram, hakların teyidi ve iyilikle adalet üzerine sürmesidir. (60/Mümtahine, 8-9) Fakat, insanlar arasındaki ilişkilerin her zaman iyi niyet, ihtiram ve adalet üzere sürmediğini biliyoruz; şu veya bu sebeple taraflardan biri 'niyet'i bozar, anlaşmalısına (muahid) ihanet etmeye kalkışabilir. Bu durumda ilişkilerin mahiyeti değişir, hasmane tutuma göre yeni bir politika benimsenir. Hükümler illete bağlı olduğuna göre, illetin değişmesiyle hüküm de değişir. Gayrimüslimlerle ilişkimizi belirleyen hükmün ilk illeti, karşılıklı barış, iyilik ve adalet üzere bir arada yaşamak idiyse, bunun hükmü "ihtiram ve hakların adaleti tesis edecek şekilde tanınması"dır; ama benim anlaşmalım (muahid), anlaşmayı bozup aleyhimde hasmane faaliyetler içine girmişse, bir arada yaşamamızı sağlayan hükmün illeti değiştiğinden, "ihtiram ve adalet" hükmü de değişmiştir. Yeni illete göre yeni bir hüküm ihdas edilecektir.
Geçmişte, bilhassa 19 ve 20. yüzyılların başlarında gayrimüslimlerle aramızda nahoş olayların yaşandığında hiç kuşku yok. Balkan savaşlarında, Yunanistan'ın kuruluşunda ve Kurtuluş Savaşı'nda büyük bölümü gayrimüslimlerden kaynaklanan olaylar yaşandı, arkasından trajediler vuku buldu. Ama bugün böyle bir durum mevcut değil. İllet çoktan değişmiş, biz eski hükümlerde diretiyoruz.
ZAMAN