HAKSÖZ HABER
Kemalist rejim en üst perdeden Müslümanları ve gayrimüslimleri hedef almıştır. Müslümanları, Tevhidi Tedrisat, şapka ve alfabe inkılapları, tekke ve zaviyelerin kapatılması ile toplumdan ve siyasetten soyutlanmaya çalışmıştır. Bu hususlar üzerine ayrıca düşünmek gerekirken gayrimüslimlerin yaşadıkları da bu durumdan çok bağımsız olarak değerlendirilemez.
Gayrimüslim halkın yaşadığı problemler Cumhuriyet ile sınırlandırılamaz. 1. Dünya Savaşı sürecinde ve öncesinde artan milliyetçi eğilimler büyük kırılmalara yol açtı. Rum ve Ermenilerin tebaa olduğu bir toplumdan ulus devlete doğru yaşanan değişimde bu halklar azınlık durumuna düştüler. Tabi ki tek taraflı bir problemden bahsetmek güçtür. Zira milliyetçilik sadece tek bir topluluğa sirayet etmedi. Ancak burada İttihat ve Terakki eliyle işlenen örgütlü bir azınlık düşmanlığından söz etmek mümkün gözükmektedir.
Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları
Bu yaşananlar Cumhuriyet ile zirve yaptı. Varlık vergisi ve 6-7 Eylül Olayları Türkiye’deki Rum ve Ermeni toplumlarını tamamen "sessiz azınlık" konumuna indirdi. Bu hususa bu iki topluluğun sahip oldukları ancak bugün atıl durumda olan dini ve kültürel miras üzerinden yaklaşılabilir.
Cumhuriyet’in ulus devlet mantığıyla tek dil-tek ülkü anlayışı önce dil üzerinden kendisini gösterdi. Ermenice ve Rumca artık hoş karşılanmıyor ve bu insanlardan sadece Türkçe konuşmaları isteniyordu. Lozan Antlaşması’nda yer alan azınlık hakları maddeleri işlevsiz hale getirilmeye çalışıldı. Baskılar neticesinde azınlıklar kendi istekleriyle bu haklardan vaz geçmiş gibi gösterilerek Türkleştirme programı işletilmeye başlandı. Azınlıkların Türkçe konuşup yazmaları, adlarını Türkçeleştirmeleri, Türk harsına intibak etmeleri ve dinsel/etnik kimliklerini unutup sadece ve sadece Türklük ülküsüne sadık olmaları istendi. Azınlıkları kültürel anlamda Türkleştirmenin birincil hedefi Yahudi cemaati oldu.1
11 Kasım 1942’de yürürlüğe giren Varlık Vergisi ise azınlıklar için ekonomik bağımsızlığın son bulması anlamına geliyordu. Rum ve Ermeni cemaatlerine ödemeleri mümkün olmayan ekonomik vergiler yükleyen bu düzenleme ile Türkiye’de kalmaya ısrar eden azınlıklar kısa sürede ciddi anlamda fakirleştiler. Ağır vergilerini ödemeyenler ise Nazi kampları misali ‘bedenen çalışma’ kamplarına (Aşkale) alındılar. Burada ağır şartlarda çalışarak ‘borçlarını’ ödemeye çalışan Rum ve Ermenilerden ölenler dahi oldu. 1944 senesinde devlet uluslararası baskılardan da çekinerek bu vergiyi yürürlükten kaldırdı ama iş işten geçmişti. Devlet son adımı ise 6-7 Eylül Olayları ile attı. Kısaca, Selanik’te Atatürk Evi’ne bomba bırakıldığı yalanını ortaya atan devlet ve medya halkı galeyana getirdi. 1955 senesinde Taksim başta olmak üzere İstanbul’un çeşitli yerlerinde azınlık avına çıkıldı tabiri caizse. 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır. Olaylar esnasında saldırıya uğrayan Müslümanlar dahi olmuştur.
Bugün ise artık Rum ve Ermeni nüfus Türkiye’de yok denecek kadar az. Sadece dini ve kültürel mirasları ile ‘burada’ bulunan eski komşu halkların taşınamaz mülklerinin korunması görevi ise kalanlara düşüyor. Kemalizm’in ve milliyetçi körleşmenin saldırganlığı karşısında insani ve vicdani olanı savunmak adına Rum, Ermeni ve Yahudilerin atıl kalmış olan ibadethanelerinin ayakta tutulması gerekiyor.
AK Parti hükümetinin bu konuda önemli adımlar attığı unutulmamalı. Ancak bunun yeterli olmadığını da belirtmek gerek. Ulusçu tektipleşmeye karşı çok kültürlü ve dinli toplumlarında varlığını hatırlatacak yapılar hakkında daha köklü yasal düzenlemeler yapılması elzem gözüküyor.
Diyarbakır Çermik'teki Sinogog
Kayseri'de Surp Asdvadzadzin Ermeni Manastır
Kayseri, Yanartaş Kilisesi
Şanlıurfa, Germuş Kilisesi
Ayvalık, Hagia Triada Ortodoks Kilisesi
Diyarbakır, Surp Sarkis Kilisesi
Bursa, Dereköy Kilisesi
Palu, Surp Lasoroviç Kilisesi
[1] https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-115-kasim-1998/2309/cumhuriyet-doneminde-azinliklar-politikasi/6372