Taha Kılınç / Yeni Şafak
Gannûşî’nin duruşu
Geçtiğimiz birkaç gün, Ortadoğu ve İslâm dünyası açısından birbirinden önemli gelişmelere sahne oldu: Mısır Dışişleri Bakanı Sâmih Şükri, Ankara’ya gelerek Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile verimli bir görüşme gerçekleştirdi. Cezayir’den üst düzey bir heyet Suriye’nin başkenti Şam’a giderek Beşşâr Esed’le bir araya geldi. Hamas yönetimi, çok uzun bir aradan sonra Suudi Arabistan’la temas kurdu. Yemen’de devam etmekte olan kanlı iç savaşın bitişine dair bir umut olarak, İran’ın desteklediği Hûsîlerle Suudi Arabistan arasında esir takasları yaşandı. Sudan’da yaklaşık üç yıldır birbirine diş bileyen iki muktedir komutan –Abdulffettah Burhan ve Muhammed Hamideti– arasında iç savaş patlak verdi. Ve nihayet, önceki gece Tunus’ta Nahda Hareketi lideri Râşid Gannûşî, evine yapılan bir baskınla gözaltına alındı.
Tüm bu gelişmelerin hepsi, ayrı ayrı yazıların konusu olacak kadar önemli şüphesiz. Ancak “Arap Baharı’nın örnek ülkesi” olarak anılan Tunus’ta yaşananlar, sembolik konumu itibariyle bir adım öne çıkıyor, ben de oraya odaklanacağım:
1956’da Fransa’dan bağımsızlığını kazandıktan sonra, 1987’ye kadar Habib Burgiba’nın otoriter yönetimi altında kalan Tunus, akabinde Zeynelabidin Bin Ali tarafından yönetildi. Kendisini başbakan olarak atayan Burgiba’yı doktor raporuyla emekliye sevk ederek onun koltuğuna oturan Bin Ali, 2010’un son günlerinde başlayan halk ayaklanmasıyla devrildiğinde, “Arap Baharı” adı verilen dönem de resmen başlamıştı. Yıllardır sürgünde yaşayan Râşid Gannûşî’nin Tunus’a dönmesiyle, ülke tarihinde “demokratik” bir sürecin kapıları açılmış oldu. Yapılan ilk seçimde Gannûşî liderliğindeki Nahda Hareketi iktidara geldi, ancak özellikle 2013’ten sonra Nahda iktidarına karşı içeride ve dışarıda yoğun bir direnç oluştu. Dönemin dinamikleri gereği, “Siyasal İslâm’la savaş” konsepti Nahda’ya da uygulandı, medya eliyle Gannûşî’ye yönelik ağır bir karalama kampanyası başlatıldı, eş zamanlı olarak Tunus’ta siyasî suikastlar da sahneye kondu. Böyle bir atmosferde, Tunus’un sürüklendiği kaosu net bir şekilde gören Gannûşî, partisinin iktidardan çekilmesini sağladı ve Tunus’un “zinde” güçleriyle yönetimi paylaştı.
2019’da mevcut cumhurbaşkanı Kays Said’in seçilmesi de, yine böyle bir sürecin ürünüydü. Said’in rakibi Nebîl Karvî “Fransa’nın adamı” olarak görüldüğünden, Nahda Hareketi ve diğer bütün bileşenler, seçimin ikinci turunda Kays Said’den yana meylettiler. Said, yüzde 72 gibi rekor bir oyla cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Gannûşî ile başlangıçta iyi ilişkilere sahip olan Said, 2019’da aniden hükümeti görevden aldı, parlamentoyu feshetti ve parlamentonun başkanlığını sürdüren Gannûşî’nin de aralarında bulunduğu Nahda mensuplarına yasak getirdi. “Niçin böyle oldu?” sorusunu, başından beri Tunus’a müdahaleyi sürdüren bazı dış aktörlerden bağımsız okumak elbette imkânsız. Nahda’nın Tunus’taki varlığını istemeyen Arap ülkelerinin hangileri olduğu zaten biliniyor.
Bütün yapıcı çabalarına, alttan alan yaklaşımlarına ve Tunus’un sosyal barışının korunması için gösterdiği özene rağmen, Râşid Gannûşî’nin yolun sonunda yine gadre uğramasında, iki husus bilhassa vurgulanmalı:
Özellikle 2014’ten itibaren, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sürekli örnek gösterilen bir siyasî aktördü Raşid Gannûşî. Erdoğan’ın da “Gannûşî gibi” yapması, alttan alması ve “uzlaşı”yı seçmesi salık veriliyordu. Gannûşî’nin “bilge” tavrı övülürken, kendisi Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Hareketi’nin “düştüğü hatalar”a düşmemesiyle de göklere çıkarılıyordu. Oysa, âkıbetler farklı olmadı maalesef. “Siyasal İslâm” adlı heyulayı oluşturan odaklar, İslâm dünyasının en munis ve uzlaşmacı siyasî aktörünü de devreden çıkarmak için düğmeye bastılar.
Gelinen noktaya bakarak, “Gannûşî de Erdoğan gibi yapsaydı, kendi çizgisinde sebat etseydi ve alttan almasaydı böyle olmayacaktı” şeklinde tersten bir okuma yapmak ise, Tunus’un gerçeklerine aykırı. Sadece siyasetçi değil, aynı zamanda derin bir mütefekkir de olan Gannûşî, ülkesinin içinde bulunduğu şartlarda başka türlü davranamazdı. Tunus’la Türkiye’nin doğrudan kıyası çok zor. Gannûşî açısından en uç seçenek, liderliğini yaptığı hareketi tamamen feshederek kendini tümüyle toplumdan tecrit etmekti. Bir siyasetçiden bunu beklemenin abesliği bir yana, o zaman bile Gannûşî’nin peşinin bırakılacağının garantisi yoktu.
Yazıyı, “Bakalım, demokrasi havarileri 82 yaşında bir siyasetçinin evinden karga-tulumba gözaltına alınmasına nasıl tepki gösterecekler?” diye bitirecektim. Sonra, yaşanan nice tecrübeden sonra, bu sorunun kendisinin bile ne kadar abes ve tutarsız olduğunu görüp vazgeçtim.