Herhalde açılım da böylece fiilen bitmiş oldu.
Kandil’le Mahmur’dan “davet” üzerine gelen PKK’lılar dün tutuklanıp hapse atıldılar.
Bir daha kimse Türk devletinin sözüne güvenip de dağlardan inmez kolay kolay.
Bizim hükümet dünyaya nizamat vereyim derken ülkesinde yönetimin kontrolünü tümden elinden kaçırmış gibi gözüküyor.
Verdiği sözü bile tutamayan bir siyasi iktidar, ülkeyi nasıl yönetecek?
Hani Kürt meselesini çözeceklerdi?
Hani açılım yapıyorlardı?
Hiç öyle “ama PKK da şöyle yaptı” falan demeyin.
PKK yasadışı silahlı bir örgüt, son zamanlarda onun ne yaptığını, niçin yaptığını kimse bilmiyor, yöneticileri biliyor mu ondan da emin değilim, Reşadiye baskınından sonra açıklama yapmak için beklemeleri, yaptıkları açıklamanın muğlaklığı, eylemlerinin gitgide daha tuhaflaşması, o örgüt içinde de ciddi bir karışıklık olduğunu gösteriyor.
İyi de, Türkiye’nin geleceğine PKK’nın tuhaflıkları mı yön verecek?
Yetmiş milyonluk bir ülke, bütün geleceğini PKK’nın yöneticiliğini yapan dört-beş kişinin kararlarına mı bağlayacak?
De ki PKK Türkiye’yi de kendini de yakmaya karar verdi.
Ne yapacağız, ülkeyi bir ucundan da biz mi tutuşturacağız?
Ordunun operasyonları PKK’nın şiddetini, PKK’nın şiddeti ordunun operasyonlarını, ikisi birden de Türkiye’nin gerginliğini arttırıyor.
Şiddetin artmasının ne Kürt halkına, ne Türk halkına, ne de Türkiye’ye bir yararı var.
Bu sadece Türkiye’de bir “savaş halinin” devamından çıkar sağlamayı hesaplayanların, Ergenekon’un, darbecilerin işine yarar.
PKK, “darbecilerin” işbaşına gelmesinin şiddeti ve bölünmeyi keskinleştireceğini, bunun da kendi işine yarayacağını düşünüyorsa, biz de bunu destekleyecek miyiz?
Ankara’da birileri “şiddet artsın” istiyorsa bütün ülke bu isteğe uyacak mı?
Siyasi iktidar bütün bu olanları kenardan mı izleyecek?
Siyasi iktidar ya şiddetin artmasını destekliyor ya da bu şiddet oyununda çaresiz bir seyirci.
Kandil’den ve Mahmur’dan gelenlerin tutuklanması, güven ortamını da, barış imkânını da ortadan kaldırıyor.
Geriye sadece çatışma, silah, savaş ve kan kalıyor.
Yirmi beş yıldan beri savaşıyoruz.
Ne oldu?
Kimsenin kimseyi yenemediği bir savaş bu.
Bundan sonra da kimse kimseyi yenemeyecek.
İnsanlar ölecek, karşılıklı düşmanlık ve nefret artacak.
Türk ve Kürt gençlerinin ruhunda nasıl bir ırkçı nefretin fokurdadığını siyasi iktidar görmüyor mu?
Yakında, savaşla zehirlenmiş bu iki gençlik grubu birbirlerinin varlıklarına tahammül edemeyecekler, ırkçılık iki tarafta da çıldırmaya dönüşecek.
Bu, ülkeyi bölünmeye götürür.
Eğer bölüneceksek, bu sonucu savaşı şiddetlendirerek kabulleniyorsak, bari bunu çok fazla insan ölmeden yapalım.
Ayrılmayı, siyasi gündemimize alalım.
Ayrılacak mıyız, barışacak mıyız, birlikte mi yaşayacağız, her ne yapacaksak bunu siyasetle yapalım.
Siyasi hiçbir sonuç, bugünkü kanlı kaostan daha kötü olmaz.
Bu karşılıklı nefret, bugünden tahmin edilemeyecek kadar büyük belalar yaratır.
Üniversiteli öğrenciler arasında meydana gelen Kürt-Türk çatışmalarının, içinde nasıl zehirli tohumlar taşıdığını görmemek için kör olmak gerekir.
Kör mü bizim siyasi iktidar?
Gazze’yi, Tahran’ı gören göz, Muğla’yı görmüyor mu?
Ülkeyi, savaşa, nefrete, ölüme, kana bulamak için hızlanan bir bela sarmalını bu siyasi iktidar neden durduramıyor?
Bu ülkedeki insanları kurtarması için hepimizin Filistinli ya da Gazzeli olduğumuzu mu düşünmesi gerekiyor?
Bakın, Kürtlerle Türkler ya ayrılmalı ya da barışıp eşit insanlar olarak birlikte yaşamalı.
Bunun derde derman olacak üçüncü bir yolu yok, üçüncü yol yirmi beş yıldır yaşanıyor ve sadece ölüm getiriyor.
Bu ülkedeki insanların yaşama hakkını savunmasını kimden isteyeceğiz, PKK’dan mı, ordudan mı yoksa siyasi iktidardan mı?
İktidarın artık ödlekliği bırakıp bu soruya açık bir cevap vermesi gerekiyor.
TARAF