Bir gazete haberi.. ‘Antakya'da, Alevîlerin ‘Gadir-i Hum Bayramı’ dolayısıyla, ‘Habib-i Neccâr’ dağı eteklerinde toplanıp kurbanlar kesildi, semahlar dönüldü.. Şehirdeki diğer müslümanlarla hristiyanlar ve yahudiler de ‘alevî’lerin bu sevinçlerini paylaşmak için kepenklerini kapatıp, çarşı fiilen tam gün tatil edildi..’
Haberin tafsilatından anlıyoruz ki, o gün, ‘alevî’lerce, ‘Resul-ü Ekrem (S)’in ‘Vedâ Haccı’ dönüşünde ‘Gadir-i Hum’ denilen yerde irâd eylediği hutbede Hz. Ali'yi ‘vasî’ (kendi yerine ümmet üzerinde vesâyet sahibi) tâyin ettiği gün’ kabul ediliyormuş..
Haberin devamında, Antakya Ehl-i Beyt Vakfı’nın toplantısında konuşan Başbakan Yard. A. Latîf Şener de, ‘Gönüllere kök salmış, âdil, içimizden birisi olan Hz. Ali’nin yiğitliği, asaleti, yoksul ve yardımseverliğiyle daima halkın içinde olması, en büyük özelliklerindendi. (..) Buradan herkese ilan ediyorum: Benim dinim ve mezhebim, Hz. Ali’nin dini ve mezhebidir. Açıkçası, hepimiz alevîyiz.’ demiş.. Ehl-i Beyt Vakfı Başk. A. Yeral da, ‘milyonlarca alevî için bir Ehl-i Beyt veya Caferî Fakültesi’nin açılmasını istediklerini’ dile getirmiş.. Ne güzel bir istek.. Keşke, Cafer-i Sâdık Hz.lerinin çizgisinde bir ilim merkezi olsa ve bütün Müslümanların istifadesine sunulsa..
Bu haberlere yazılan yığınla internet yorumları arasında şaşkınlık ifadeleri de vardı.. ‘Bu ne bayramı?’ diye.. Bazıları ise, ‘Biz okurken, alevî diye bir şeyin varlığını duymamıştık..’ diyorlardı. Ahh, resmî ideolojinin kafaları istediği şekilde yontma çabasının yamuk ürünleri, ahh!
Aynı Rabb’e, aynı Kitab’a, aynı Peygamber’e inanan ve aynı Kıble’ye yönelen bir ‘millet’in (inanç toplumunun) siyasî sebeblerle birbirine bu kadar yabancı bırakılması, anlaşılır şey midir? Ki, bazıları ‘Şâfiî’yi bile ‘şiî’ olarak anlıyor ve Türkiye’de ‘alevî’ denilen kesimler adına konuştuklarını ileri süren bazıları da, kendilerinin, hele de İran, Irak veya Lübnan’daki gibi, İslam şeriatinin gereklerine riayet etmeye azâmî dikkat gösteren ‘şiî’ kitlelerle asla karıştırılmamalarını bilhassa vurguluyorlar. Çünkü, bu gibiler, İslam’ın haram bildiği, hemen her türlü ‘laubalilik’ ve ‘fısk’u fücûr’u ‘alevîlik’ gibi gösteriyorlar.. Hattâ, onların nazarında Hz. Ali bile ‘arab’olduğundan, onlar kendilerine Ali adında bir acaib tip yontmuşlardır. Halbuki, ‘alevî,’Hz. Ali’yi seven ve hele de, İslam tarihinde Resul-ü Ekrem (S)’in rıhletinden sonra ortaya çıkan ihtilaflarda, Hz. Ali ve onun çizgisinde olduğu kabul edilenler’in safında yer alanlar’ın kendilerine verdikleri bir isim-sıfattır.. Bu açıdan, denilebilir ki, ‘Hz. Ali’yi sevmek açısından her Müslüman, ‘alevî’dir; ama, o ihtilaflarda ‘Ali ve takibçilerinin çizgisinde olmak’ mânasına gelince.. İşte orası, ayrı bir konudur..
Ama, asıl görülmesi gereken konu şudur ki, Hz. Ali’ ile hiç bir ilgisi olmayan, ‘Ali’siz, Kur’an’sız ve Peygamber’siz’ ve hattâ ‘ateist’ gibi çarpık zihniyetlilerin ‘alevî’ kelimesi üzerine ambargo koyarak kendilerini ‘alevî’lerin sözcüsü’ göstermeleri, özellikle Türkiye’de yaşanan bir saçmalıktır. Ama, bu saçmalıkların meydana getirdiği soğukluk yüzünden, dünyadaki şiî müslümanlar hakkında da ilgisiz ve bilgisiziz.. 1,5 milyar kadar olduğu sanılan dünya Müslümanlarının en azından 200 milyonunun, yani 6’da bir kadarının şiî olarak nitelendiği bir dünyadan haberimiz yok! Mes’elenin nereden çıktığından habersiziz. Sahi, nedir bu, ‘Şiî- Sünnî’ terimleri? Nereden çıktı bunlar? Asıl mes’ele şu ki, şiî müslümanlar, Mâide sûresinin 67. âyetini, Hz. Peygamber (S)’e, -Hz. Ali’yi kendisinden sonra ümmetin başına geçmesi için vazifelendirdiği’ şeklinde- ilâhî bir ikaz olarak tefsir ediyorlar. Bunun üzerine, Resul-ü Ekrem (S) de, ‘Ben kimin ‘mevlâ’sı isem, Ali de onun ‘mevlâ’sıdır, ve her kim Aliye düşman olursa, bana düşmandır..’ buyuruyor. Ki, bu hadis rivayeti,hemen bütün muteber sünnî ve şiî kaynaklarında zikredilir.. Ancak, bir kısım müslümanlar, bu ‘mevlâ’ kelimesini (dost) olarak alırken; bir kısmı, ‘mevlâ’yı ‘velayet hakkı’ olarak tefsir etmişlerdir. Amma, Hz. Peygamber’in rıhletini müteakib, ‘ümmet’in yönetimi, Hz. Ebubekr’in uhdesine geçince, bir kısım Müslümanlar bunun, o işarete aykırı olduğunu ileri sürmüşler ve ‘şiî’ (tarafdar) ve ‘sünnî’ (sünnete uygun hareket eden) ayırım da o noktadan başlamıştır. Halbuki, daha sonra ‘sünnî’ denilenler Hz. Ali’ye karşı olmak durumunda olamıyacakları gibi, ‘şiî’ler de sünnet-i nebîye karşı değildirler.. Yani, alevî veya şiîler ‘sünnî’ ve ‘sünnî’ler de ‘alevî’ veya ‘şiî’dir.
Ama, bugünlerde, emperyalizm, bu konudan başka yönde istifadeye çalışmaktadır. Hattâ, ‘Saddam’ın îdamının sünnîlerce kutsal bir gün olan Kurban Bayramı’nda gerçekleştirilmesi, şiîlerin intikam almasıdır..’ şeklindeki yorumlar şeytanlıkla yazılmıyorsa, aptallığın, câhilliğin daniskasıdır. Çünkü, Kurban Bayramı’nı Suûdî ve Mısır vs. rejimleri Cumartesi günü ilân ettiler; Irak, İran, Türkiye, Pakistan vs. ülkelerdeki şiî ve sünnî, yüzmilyonlarca Müslüman ise, Pazar günü kutladılar.. Kaldı ki, 24-25 milyonluk Irak halkının yüzde 60-65’i (14 milyon kadarı) şiî müslüman kabul ediliyorsa, yüzde 30-35 (7,5 milyon) kadarı sünnî müslümandır ve bu ‘sünnî’lerin 5 milyon kadarı da sünnî kürdler olup, Saddam’a yüzbinlerce kurban vermişlerdi.. 600-700 bin de, çoğu şiî olan Türkmenler.. 2,5 milyon kadar da sünnî arab var ki, onların Saddam’ı destekledikleri kabul ediliyor. ‘Yüzde 5’ (1 milyon) kadar da gayrimuslim!
Ve, 18 yaşından son yıllarına gelinceye kadarki bütün ömründe, en kanlı, en zâlim uygulamaların içinde bulunan birisinin -îdâm yoluyla- öldürülmesi, siyasî açıdan tartışılsa bile, onun ‘sünnîlerden intikam almak için o gün öldürüldüğü’ gibi bir iddianın neresinde bir mantık; veya öyle bir görüntü vermek isteyenlerin oyunlarına gelmenin neresinde bir basîret vardır? Ama, kendilerini uyanık zanneden niceleri bile ‘emperyalist/ şeytanî güçler’in oltasına takılmaktan kurtulamadılar, son hadisede..
Dün, Yeni Şafak’ta, emperyalist entrikaları özetleyen -ve kendisi de bir şiî müslüman olan- Huseyn Hâtemî, ‘İmdi ey kardeşler, İslam halkların afyonu değildir, halkların afyonu emperyalizm laboratuarlarında hazırlanan bu gibi nifak haplarıdır. (…) önce Yüce Sevgili' de -Resul-ü Ekrem (S)’de- birleşmenin coşkusuna varalım. Kurtuluşun ilk adımı budur.’ diyor ve kardeşliğimizin beşer planındaki odağını işaret ediyordu.
e-mail: cakırgil@yahoo.de