'Tam bağımsız Türkiye' sloganına hiçbir zaman itibar etmedim. Zira hiçbir ülkenin, hele yaşadığımız dönemde 'tam bağımsız' olabileceğine inanmıyorum. Devletler çıkarları öncelerler ve çıkarlar, aynı doğrultuda yer alan devletlerle işbirliğini ve -ülkenin özelliklerine göre değişen oranlarda- bağımlılığı gerektirirler.
Tek bir devletin 'büyük ağabey'liğe soyunduğu günlerden geçmiyoruz artık. ABD'nin en büyük ticaret hacmini yakaladığı ülkeler yakın komşuları Kanada veya İngiltere yerine Çin ve Japonya iken, Assange vakasında olduğu gibi 'imparatorluğu' köşeye sıkıştırabilen veya yine ABD'nin sırlarını ifşa eden Snowden'ı koruyup kolladığını belli etmekten imtina etmeyen Rusya ve Çin gibi ülkeler varken, tek veya çift kutuplu dünyadan giderek uzaklaştığımızı söylemek mümkün.
Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin büyük güçler satrancındaki piyonlardan öte bir işlev üstlenmeye başladığını gözlemlemek de mümkün.
Türkiye'nin, Çin merkezli The China Precision Machinery Import-Export Corporation (CPMIEC) şirketine altı ay içindeki görüşmelerden sonuç alınırsa vereceği füze savunma sistemi ihalesi, değişen dünya dinamiklerinin somut göstergelerinden birisini oluşturuyor.
İhale sırasında ABD, AB ülkeleri ve Rusya varken, Türkiye'nin ABD tarafından Şubat ayından beri yaptırım uygulanan, Kuzey Kore ve İran'la ilişkileri sebebiyle 'kara listesindeki' bir şirketle anlaşmasının ihtimali bile büyük tartışmalara yol açtı.
NATO'dan açıklama üzerine açıklama gelmeye devam ediyor. NATO'nun kurucularından olan ve hali hazırda NATO'nun kurduğu füze radar sistemini ve Patriotları kullanan Türkiye'nin, Çin tarafından üretilen ve NATO füze sistemleriyle uyumlu olmayan bir sistemi tercih etmesi ABD başta olmak üzere NATO üyesi Batılı devletleri huzursuz ediyor.
Ancak Türkiye de herhalde 'kapris' yapmak için Çinli bir firmayı tercih etmiş değil. İhaleye katılan ABD, Rusya ve Hollanda firmalarının hiçbiri, Çinli firmanın (CPMIEC) sunduğu şartları önermiyor. Bunların içinde projenin hem diğer önerilerden 1 milyar dolar daha ucuza gelmesi, hem Kurtköy (Sabiha Gökçen değil) Havaalanı yakınına kurulacak olan devasa bir teknoloji parkı var. Ancak şüphesiz en önemli şart, Türkiye'nin istediği ama diğer Batılı firmaların yanaşmadığı teknoloji transferi ve ortak üretim meselesi. Bu sayede, Türkiye kendi silah endüstrisini inşa etme yolunda büyük ivme kazanmış olacak.
Ne var ki, Türkiye'nin Batı ittifakına göbekten bağlı kalması ve diğer tüm seçenekleri gözardı etmesi bekleniyor. NATO yetkilileri, açık biçimde ihale Çinli firmaya verildiği takdirde, NATO sistemine entegre olmayacağını, Türkiye'nin kendi imkânlarıyla başbaşa kalacağını belirtiyor. Yetmiyor, projede yer alacak ASELSAN ve HAVELSAN gibi Türkiyeli şirketlerin de Batılı şirketlerle ilişkilerinin kötü yönde etkileneceği 'uyarı'sını yapıyor.
Yalnız Erdoğan faktörünü de unutmamak gerekli. Kosova ziyareti öncesi yaptığı basın toplantısında NATO'ya açık cevap veren Başbakan, şunları söyledi:
'NATO bu konularda bu kadar hassas ise önce şu anda NATO üyesi birçok ülkede hala Rusya'nın silahları var, onların envanterlerinde mevcuttur.'
Ne yazık ki savaşlarla örülü, güçlü olanın haklı da olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bir ülkenin güçlenmesinin ve nispeten bağımsızlaşmasının bariz emarelerinden birisi de silah teknolojisi... Türkiye, bu yolda bir dönüm noktasında duruyor. Altı ay sonra çıkacak sonuç, ülkemizin bölgedeki ve dünyadaki stratejik konumunu etkileyecek kadar mühim. Financial Times'dan Wall Street Journal'a kadar nice odağın hedefinde olmamızı biraz da buradan okumakta fayda var.
Füze Çin'de de olsa alacak mıyız, ne dersiniz?
YENİ ŞAFAK