Belkıs Kılıçkaya, Fransa'da son beş yılda artan Müslüman karşıtlığının seçime olası etkilerini AA Analiz için kaleme aldı.
Emmanuel Macron birinci tur öncesi yaptığı mitingde seçmenleri uyardı. Fransa’da artık aşırı sağın sıradanlaştığını, medya ve siyaset çevrelerinde 20 yıl önceki gibi bir tepki verilmediğini söyledi ve çağrıda bulundu: "Birlikte meydan okumalıyız, sosyal demokrasiden Gaullizme, çevrecilere kadar herkes, hepimiz."
Macron 2017’de ikinci turdan önce ve seçim gecesinde de aynı şeyleri söylemişti. Fransa'nın büyük bir bölünmüşlüğe sürüklendiğini, çoğulculuğu dikkate alacağını, demokrasiyi tekrar canlandıracağını, "ülkenin altını oyan" bu duruma karşı "savaşacağını" belirtmiş ve eklemişti: "Ben aşırı sağa oy gitmemesi için gereken her şeyi yapmak istiyorum."
İşte o gece medya ve siyasi çevrelerde artık büyük ölçüde reddedilen çok kültürlülüğü yeniden bir değer olarak ortaya koyan, kapsayıcı, açık ve liberal bir toplum vaadi üzerine seçilen Macron’un, rakibi Marine Le Pen'in siyasetini devlet katına taşıyacağına ve böylece İslamofobi'nin ana akım siyaseti belirleyeceğine ihtimal veren kimse yoktu.
Son beş yılda Fransa'nın geldiği durum
Beşinci Cumhuriyet’in tarihinde olmayanlar oldu. Macron ve hükümetinin İslam ve Müslümanlar hakkındaki söylem, politika ve yasal düzenlemelerinin doğrudan bir sonucu olarak, Fransa bugün artık 2017’ye nispetle çok daha Müslüman ve İslam düşmanı bir ülke. O kadar ki; Fransa'da son beş yılda kabaca hudutları ortaya konulan ve bununla yetinilen değil, "terör" ve "İslamcı" denilirken, “göçmen, Müslüman, cemaatçilik” gibi kavramların birbirine karıştırıldığı, Müslüman inancına dair ne varsa “öcü” diye parmakla gösterildiği, Avrupa’da hiçbir ülkede bu düzeyde var olmamış mükemmel bir İslamofobi uygulamasına girişildi.
Fransız devletinin Müslüman algısı
Müslüman düşmanlığı konusunda devlet düzeyinde kaleme alınmış “İmamlar Şartı” diye eşsiz bir metni var Fransa’nın. Müslümanların Fransız anayasası ve yasalarına göre ayrı ve tehlikeli bir entite olduğunun resmi ilanı gibi. İmamlardan ve dolayısıyla Müslümanlardan asla düşünmemeleri ve yapmamaları konusunda taahhüt etmeleri istenen fikir ve eylemlere bakılırsa onlar “Hasta ve engelli insanlara ayrımcılık” yapacak kadar her türlü kötülüğü yapmaya müsait bir topluluk.
Devletin ortaya koyduğu bu algı ve icraatlarına dair tepki ve eleştiriyi de yasaklayan, zira “tüm mağduriyet duruşları gibi, iddia edilen devlet ırkçılığına yönelik suçlamalar da karalama kapsamındadır” ve “hakaret ve yanlış bilgilerin yayılması suçtur. Bunları yasaklamak ahlaki bir gerekliliktir” diyen bir metin.
Macron hükümeti 25 bine yakın mescit, okul, dernek ve iş yerini arayıp, aynı dönemde 20’den fazlası cami ve mescit olmak üzere bunların 718’ini kapattığı gibi Müslümanlara yönelik nefret suçlarını belgeleyen ve önde gelen ayrımcılık karşıtı kuruluşlardan biri olan Fransa’da İslamofobi'ye Karşı Kolektif’i de kapattı.
Ayrılıkçılıkla Mücadele yasası, Fransız İslam’ı icat çalışmalarıyla Müslümanlar şeytanlaştırıldı, İslam kitlesel gözetime ve baskıya ihtiyaç duyan tehlikeli bir din olarak tasvir edildi. Üstelik bütün bunlar klasik Fransız laikliği dahilinde değil, bir kültür hiyerarşisi ve özünde kültürel ırkçılık barındıracak motiflerle yapıldı. Müslümanlar ülkenin “medeniyeti”, “geleneği” ve “değerleri” için adeta varoluşsal bir tehdit olarak pazarlandı. Bu retorik güvenlik korkusunu, beraberinde yer yer polis şiddetini taşıdı topluma. Bugün seçmen için hangi “cumhuriyetçi değerlerin” tehlikede olduğu konusu fevkalade muğlak artık.
Aşırı sağın yükselen oyları
Seçimlerde ikidir “Ya ben ya o diyerek” aşırı sağcı rakibini resmen alternatif gibi merkeze taşıyan Macron’un Fransası’nda seçim sonuçları ne oldu? 20 yıl önce 2002’de aşırı sağcı lider Jean Marie Le Pen’e karşı seçimi yüzde 82,21’le bitiren Chirac’a karşılık 2017’de ara önemli ölçüde kapanmış, Macron yüzde 66, Le Pen yüzde 34 oy almıştı.
Önümüzdeki pazar günü yapılacak seçimlerde ise artık farkın 2-7 puan arasında değiştiğini söylüyor anket şirketleri. İlk turda Macron’un yüzde 27,84’lük oy almasına karşılık Le Pen yüzde 23,15 oranında, aşırı sağcı diğer iki aday Zemmour yüzde 7,07, Nicolas Dupont-Aignan yüzde 2,28 oranında oy aldı. Böylece aşırı sağın toplam oyu ilk turda yüzde 32,50 oldu. Bu arada Zemmour doğrudan ırkçı ve Müslüman düşmanı propagandasının yanı sıra tarihi vakalar üzerinden bazı antisemit söylemlere giriştiyse de İsrail’deki Fransızlardan yüzde 53,59 oranında oy alarak rekor kırdı!
Geçen seçimlerde ülkenin geleneksel solda ve sağda iki partisi zayıflamıştı, bu sefer gömüldü. Gaullist geleneğin merkez sağ partisi lideri Pécresse ise yüzde 4,78 oranında, Sosyalistlerin adayı Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo yüzde 1,75 oranında oy aldı.
Bütün bunlara karşılık eski Troçkist, aşırı solcu La France İnsoumise Partisi Lideri Jean-Luc Melenchon ise sürpriz bir başarıyla yüzde 21,95 oranındaki oyuyla Le Pen’in hemen arkasına yüzde 1,2 oranında farkla yerleşti. Neredeyse Macron’la ikinci tura kalabilecek bu skorda anket şirketlerinin verilerine göre Müslümanların oylarını yüzde 70 oranında Melenchon’a vermesi etkili oldu. Muhtelif medya organlarındaki ifadelerine göre ideolojik olarak yakınlık hissetmedikleri halde “Aşağılamaması, parmakla göstermemesi, onların üzerinden korku yaratarak gerçek sorunları perdelememesi ve bu düşmanlığı kınaması” sebebiyle.
Haziran'daki meclis seçimleri önemli
Şimdilerde "tarihi sorumluluk" diyerek karşısında herkesin birleşmesi istenen Le Pen’i aşırı sağcı yapan nedir bir kere daha altını çizmek lazım. Onu aşırı sağcı yapan elbette ekonomik tedbirleri yahut Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çıkarmak değil. De Gaulle de ülkesini 1966’da NATO’nun askeri kanadından çıkarmıştı. “Fransa’yı AB’den çıkaracağım” demiyor ancak fiili bir durum yaratacak şekilde “Bir referandum yaparak Anayasa hukukunun Avrupa hukuku üzerinde üstünlüğünü sağlayacağım” diyor.
Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışına önderlik eden Muhafazakar Parti neticede aşırı sağ bir parti değil. O halde, üstelik biraz da muğlak olan bu vaat de onu aşırı sağcı yapmaya yetmez. Onu aşırı sağcı kılan, siyasi pozisyonun ortaya koyduğu ve hedef aldığı bir “düşman” var: Müslümanlar ve göçmenler.
Fransa’da sömürge döneminden sonra yeniden hortlayarak 2000’li yıllarda görünen Müslüman düşmanlığının artık meşrulaşmış olması sadece Müslümanlar için değil hukuk devleti, AB, ülkenin stratejik tercihleri, müttefikleri için de bir tehdit artık.
Macron seçim gecesi 10 dakikalık konuşmasında kendi kendini tekzip edip alelacele “Müslümanların veya Yahudilerin dinlerinin emrettiği gibi yemek yemelerini engelleyen bir Fransa istemiyorum, hayır biz bu değiliz!” ya da meydanlarda “Madam Le Pen başörtüsünü yasaklayarak bütün Fransızların cumhurbaşkanı olmayacağını söylemiş oluyor!” derken elbette ikna edici değil. Fakat “Le Pen seçilirse Fransa AB’den ve NATO’nun askeri kanadından çıkacak” propagandasının ne ölçüde etkili olacağını anlamak için sadece gelecek pazar değil, haziranda yapılacak meclis seçimlerinin sonucuna da bakmak gerekiyor.