“Çivisi Çıkmış Dünya” adlı kitabını okuduktan sonra kendi kendime şöyle demiştim: “Amin Maalouf, yakında Obama’nın başdanışmanı olur.”
Bu şimdilik gerçekleşmedi fakat Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da “Arap baharı” yaşanırken, Suriye’de şiddet ve kıyım artarken, Fransa’nın başını çektiği güçler Libya’yı bombalamaya devam ederken ünlü yazar nihayet Fransız Akademisi üyeliğine kabul edildi.
2004 ve 2007 yıllarında adaylığı iki kez reddedilen, Goncourt Ödülü sahibi Maalouf, bu kez birinci turda 24 oydan 17’sini alarak, 100 yaşına bastıktan sonra 2009 sonlarında ölen Claude Lévi-Strauss’tan boşalan 29 numaralı koltuğa seçildi. Maalouf, tutuculuğuyla bilinen Fransız Akademisi’ne 2005’te seçilen Cezayir asıllı Assia Djebar’dan sonra ikinci Arap kökenli yazar oldu.
Katolik eğitimden gelmesine karşın Ortadoğu ve Arap / Müslüman dünyası üzerine yazdığı, özellikle tarihi romanlar ve inceleme niteliği ağır basan denemeleriyle tanınan Maalouf’un Fransız Akademisi’ne üçüncü kez aday olduktan sonra seçilmesi ise, kökeni 17. yüzyıl ortalarına kadar uzanan bu tutucu kurumun da dünyaya ayak uydurma zorunluluğunun göstergesi olarak yorumlandı.
*
Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi olan Amin Maalouf, Doğu’ya ait hikâyeleri Batılı bir bakış ve dille anlatan bir yazar. Aynı zamanda kültür, kimlik, aidiyet, tarih, çevre gibi konularda sıkı denemeler yazan, kafa yoran biri. Zaman zaman Doğulu okuyucunun gönlünü okşayacak şeyler söylese de son çözümlemede, alternatif bir tezi / ana düşüncesi olmayan ya da ver(mek iste)diği mesajlar itibariyle Batılı tasavvuru, postmodern yaklaşımları olumlayan bir çıkış ya da varış noktasına sahip.
Gelinen nokta itibarıyla, Batı uygarlığının diğer uygarlıklardan daha fazla evrensel değer ürettiği ön kabulünden hareket ediyor Maalouf. Fakat Batı, bu değerleri başkalarına gerektiği gibi aktarmayı başaramamıştır ona göre ve bugün bütün insanlık bu kusurun bedelini ödemektedir. Yerleşik düşüncenin aksine, Batılı güçlerin yüzyıllık hatası, dünyanın geri kalanına kendi değerlerini benimsetmeye çalışmaları değil, tam tersine, egemenlikleri altına aldıkları halklarla olan ilişkilerinde kendi değerlerine göre davranmaktan sürekli olarak kaçınmalarıdır. Avrupa ve epeyce bir zamandır ABD, üstünlüğünün manevi meşruiyetine dünyanın geri kalanını ikna edememekte, bu yüzden de tüm dünya sıkıyönetim hâlinde yaşamaktadır.
Yazar, hem daha önceki Ölümcül Kimlikler adlı kitabında hem de Çivisi Çıkmış Dünya’da, farklılıklar içerisinde bir arada yaşamanın adresi olarak Batı medeniyeti ve demokrasisini, modernizmi hatta açıkça Amerika’nın empoze ettiği yaşam tarzını tek çare olarak sunmakta. Soruna böyle yaklaşılınca eklektizm kaçınılmaz olmakta; özlü, evrensel ve ilke (inanç) merkezli bir dünya görüşünü savunanlar da katı bir ideolojik tutuma sahip olmakla suçlanmaktadır. Bu durumda duruş, tavır ve ciddiyet eksenli kimlik tercihleri, postmodernizmin renkli ve aynı oranda kirli çuvalına girmedikleri, yozlaşmayı ve uluorta uzlaşmayı reddettikleri için hayatın dışına itilmektedir. Yeni dünya düzenine ve Avrupa Birliği’nin kriterlerine uyum göstermedikleri gerekçesiyle kötülenmekte; tanım yanlış ya da tek taraflı olunca, bu tanımın dışında kalanları kötülemek, suçlamak da kolaylaşmaktadır.
*
Maalouf’a göre çıkış yolu, kendi değerlerimizi Batılı değerler içerisinde uzlaştırıp eritmek ve bu modern tasavvura eklemlenmektedir. Yerel diller ve kültürler, bu mihver içerisinde yaşayıp kendilerini koruyabileceklerdir. Bu, yazara göre, karşılıklı etkileşimi ve anlaşmayı da doğuracak ve evrensel bir zenginlik oluşturabilecektir. Yazar, dünyaya baktığında daha iyi bir adres ve örneklik görememektedir. Sonuçta bu, bir bakıma, çaresizliğin ve hatta yenilgiyi kabullenmişliğin getirisi olmaktadır. Demokrasi salt bu yüzden kutsanmakta; sefalet ve yoksunluklar içerisinde boğulan “öteki” dünyalara bu çaresizlik sonucu kalkınmacı, ilerlemeci, öykünmeci ve başkalarına muhtaç bir modern hayat kurgusu önerilmektedir. Bu noktada, şu soruyu ısrarla sormak gerekmektedir: İnsani / manevi boyutunu bir kenara bıraksak bile Batı’nın maddi / dünyevi anlamda kalkınmış, gelişmiş olması neyle açıklanabilir? Sömürgecilikten, kendi dışındaki ülkeleri talan etmekten, Doğu’nun / Güney’in yer altı ve yer üstü kaynaklarını gasp etmekten bağımsız bir Batı uygarlığı düşünülebilir mi? Savaşlar, katliamlar, soykırımlar, sömürge faaliyetleri, soygun ve talanlar olmasaydı Batı bugünkü endüstriyel gelişmişliğine, dünyevi kalkınmışlığına, görece rahat ve konformist yaşayışına ulaşabilir miydi? Modern tasavvur acılardan, kan ve gözyaşından, kitlesel kıyımlardan ne kadar uzaktır? Aynı zamanda gelişebilmek için başkaları da aynı şeyleri mi yapmalı, Batılı devletlerin yolunu mu takip etmelidir?
Amin Maalouf, aynı zamanda bir “meşruiyet” tartışmasına da girmektedir. Bu ölümcül labirentte bir çıkış bulabilmek için “fener” görevi görebilecek kavram, ona göre meşruiyettir. “Dünyanın az çok uyumlu biçimde, ciddi karışıklıklar yaşamadan işleyebilmesi için, halkların çoğunluğunun başında meşru liderlerin olması gerekir.” diyen Maalouf’a göre, bu liderleri de zorunlu olarak aynı şekilde meşru olarak algılanan dünya çapındaki bir yetke denetim altında tutmalıdır. Bunu elbette ABD yapmalıdır yazara göre: “Dünyanın Amerika’ya her zamankinden fazla ihtiyacı var, ama söz konusu olan, hem dünyayla hem de kendisiyle uzlaşmış bir Amerika, dünya çapındaki rolünü doğrulukla, hakkaniyetle, yüce gönüllülükle hatta incelikle, zarafetle başkalarına ve başkalarının değerlerine saygı çerçevesi içinde üstlenen bir Amerika. Yapılması gereken şey, yeni bir ekonomik ve mali işleyiş tarzı, yeni bir uluslararası ilişkiler sistemi oluşturmak. Bazı aşikâr düzensizlikleri gidermek tek başına yeterli değil. Geç kalmadan, bambaşka bir siyaset, ekonomi, iş, tüketim, bilim, teknoloji, ilerleme, kimlik, kültür, din, tarih görüşü yaratılması ve bunun insanlara kabul ettirilmesi şart.”
“Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” kitabının yazarı hiç de onurlu ve emperyalizm karşıtı bir Arap gözüyle, Doğulu bir duruş ve vakarla konuşmuyor değil mi? Başta da dedim ya, Fransız Akademisi’nden önce ABD’li yetkililer taltif etmeliydi Amin Maalouf’u.