Fransa’daki Hadsiz Bildiriyi Yazanların Asıl Derdi Ne?

Fransa’da yayımlanan ve Kur’an’dan bazı ifadelerin çıkartılmasını talep eden bildiriye yönelik tepkilerini dile getirdiği bugünkü yazısında Yasin Aktay, bildirinin aslında neyi amaçlamış olabileceği üzerinde değerlendirmelerde bulunuyor.

Yasin Aktay tarafından kaleme alınan ve bugün Yeni Şafak gazetesinde “Bildiriyle Gelen Bu Haçlı Seferi Nereye?” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Geçtiğimiz günlerde Fransa’da 300 Fransız entelektüel, yazar ve siyasetçi, şiddet ve Yahudi düşmanlığı içerdiği ve yaydığı iddiasıyla Kur’an-ı Kerim’den “bazı ayetlerin çıkartılmasını” talep etti. Le Parisien gazetesinde yayımlanan bu 300 entelektüel, yazar ve siyasetçinin imzasını taşıyan bildiri bu talebi gerekçelendirirken, Kur’an-ı Kerim’in Müslümanları şiddete yöneltecek, onları başkalarına karşı saldırgan kılacak ifadeler içerdiğini iddia etmiş.

Tabii ilk etapta akla gelen soru, aralarında eski cumhurbaşkanının da bulunduğu bu yazar ve siyasetçiler bu taleplerini kimi muhatap alarak yapmış olabilecekleri. Bugün Müslümanları topyekün temsil eden kilise veya konsül benzeri bir yapılanma, dini otorite veya bir siyasi temsil mekanizması yok. Otorite zaten bizatihi Kitab’ın kendisidir. Herkes kendi eylemlerinin meşruiyetini o Kitab’tan alır.

Bu durumda bildirinin muhatabı tek tek bütün Müslümanlar. Zaten hiçbir siyasi temsil mekanizması bırakılmamış olan bütün Müslümanlar böylece okudukları, inandıkları ve tabi oldukları Kur’an-ı Kerim dolayısıyla doğrudan ve zorunlu olarak şiddetin temsilcileri olarak görülecek ve potansiyel tehdit olarak görülecek demektir. Bu da Müslümanlara karşı yeni bir sürek avının başlayacağının veya İslam nefretinin yeni bir boyut alacağının ifadesi. Yeni bir Haçlı Seferine bildiriyle koşuluyor yani. Sonu nereye varır bu seferin?

Zaten bu bildiriye Türkiye’nin dışında hiçbir siyasi kurum veya devlet de şimdiye kadar dişe dokunur bir tepkide bulunmadı. Tek tek Müslümanlar ise çok iyi biliyorlar ki, Müslüman olmanın şartı kitabın tamamına eksiksiz inanmak ve onun tamamına inanmaktır. Ayrıca bilirler ki, Kur’an-ı Kerim’in bir tek harfini değiştirmeye hiç kimsenin gücü yetmez, kimse bu konuda yetkili de değildir. Tek tek muhatap alınsa da hiçbir Müslümandan böyle bir kabul alamazlar.

Bildiriye Türkiye’den, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Başbakan Binali Yıldırım’ın yüksek sesle verdikleri karşılık, aslında bir yandan da bildirinin Batıdaki Müslüman azınlıklara karşı tetiklemesi muhtemel şiddet dalgasına karşı ilk tedbir olarak düşünülebilir. Böylece bildiriye imza atanların taşıdıkları ve kustukları nefret dilinin korumasız Müslümanlara karşı çok daha acımasız bir şiddete yol açmasının önü kısmen de olsa kapatılmış oluyor.

Bildiriye Arap ülkelerinden devlet olarak hiç kimsenin tepki göstermemesine karşı Türkiye’nin bu seviyede tepki göstermesine aslında artık kimse şaşırmıyor. Hatta artık herkes rolünü kanıksamış durumda. Böyle durumlarda kimse Batılılara kendi varlıklarının bekası için rüşvetler vererek günlerini gün eden Arap devletlerinden böyle bir tavır beklemiyor, ama tam da bu tür durumlarda Türkiye’nin ne diyeceği büyük bir merakla beklenmeye başlıyor. Aslında zaten Türkiye’nin ne diyeceği, bu tür durumlarda tam da kendine yaraşır bir tepki otaya koyacağı da bekleniyor. Erdoğan liderliğindeki Türkiye de bu konuda hiç şaşırtmıyor, tam da bu yüzden İslam dünyasında, özellikle halklar arasında yıldızı parlamaya devam ediyor.

Diğer yandan, bildiride ileri sürülen iddialar tam bir kara cehalet örneği olmaları dolayısıyla belki hiç dikkate bile almamak daha doğru. Ama yine de bir çift lafımızı esirgemeyelim.

Bir defa bildiriyi yayınlayanlar ne Kur’an’ı biliyorlar ne Tevrat’ı ne de İncil’i. Bilseler, Tevrat’ta da İncil’de de “kafirlere” karşı, “paganlara” karşı kullanılan şiddet dilini gördüklerinde Kur’an’a laf etmeye belki utanırlardı. Hem Tevrat hem İncil, biri Yahudilik adına diğeri Hıristiyanlık adına öyle bir gelecek tasavvuruna sahipler ki, bu tasavvurda kendi dinlerinden olmayan hiç kimsenin yeri yoktur. Hırstiyanlar için kıyamet gününe doğru yaşanacak “Tanrı Krallığında” Hıristiyan olmayan hiç kimse kalmayacaktır mesela. Tamamen Hıristiyanların kalacağı bir dünyadır bu. Gerisine ne olacak dersiniz? Tabii ki hepsi kılıçtan geçirilecektir.

Ya Yahudiler, bugün dünyanın en acımasız şiddet makinalarını, silah sanayilerini harekete geçiren Yahudiler kitaplarında yazdığı için mi bu sektörlere yönelmektedirler. Elbette kitapları onlara “öldürmeyeceksin” diyor, ama bugünün Yahudileri bunu nasıl algılıyor acaba? Kendilerinden başka herkesi öldüren İsrailliler bu yaptıklarını kitaplarının hangi ayetlerinden çıkarsıyorlar? Neticede kıyamet gününe doğru gerçekleşecek olan büyük Zion’da Yahudileri bütün insanların efendisi, bütün insanları da Yahudilerin hizmetkarı olarak resmeden ütopya hangi kutsal kaynaktan gelmiş olabilir?

Hıristiyanlar asırlarca Müslümanlara karşı onlarca kez milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan Haçlı seferlerini pagan sayılan İslam dünyasına gül ekmeyi veya en iyi ihtimalle bir yanağına vurana öbür yanağını çevirmeyi emreden kitaplarına dayanarak mı düzenlediler acaba?

Ya Fransızlar? Cezayir’de yüzbinlerce insanın kanına en vahşi en korkunç şekilde işkencelerle tecavüzle girerken hangi kitaplarını referans almışlardı acaba? Bu şiddete bakarak hangi kitaplarında şimdiye kadar hangi revizyonu yapmayı düşündüler acaba? Yoksa bu yaptıklarını yaparken kitaplarını bir kenara mı koyuyorlardı?

Bu sorulara kesin bir cevabın var olduğunu düşünmeyin. Aslında bu konu hep tartışılan bir şey. Şiddet ve metin arasındaki ilişki sanıldığından daha çetrefil bir ilişki. Bu kısa yazıda tüketilebilecek bir konu değil. Ama şunu bu yazının sonunda söyleyelim ki, kendi gelecek perspektifinde sadece Müslümanlara değil, Müslümanların yanı sıra mesela Hıristiyanlara da Yahudilere de, müşriklere de bir yer tasavvur eden tek dini kitap Kur’an-ı Kerimdir. Onun dışındakiler gelecek tasavvurlarında kendi dininin dışındaki herkesin yok olacağını tasavvur ederken Kur’an-ı Kerim gelecekte de hep başka dinlerin de var olacağını vaz edip onlarla Müslümanların hukukunu düzenlemiştir. Yani Hıristiyan ve Yahudiler yok edilecek insanlar olarak değil, hukukları gözetilecek insanlar olarak düşünülmüştür hep.

Tam da bundan dolayıdır ki, Müslümanların tarihte kurdukları bütün medeniyetlerde bütün dinler şehrin tam kalbinde bütün mabetleriyle birlikte var olmaya devam etmişlerdir. Bu Avrupa’nın hiçbir yerinde o dönemlerde hiç görülmemiş bir şeydi. Günümüzde bile Müslümanların camilerine o çok gururlandıkları, yeni keşfettikleri çokkültürlülük adına ancak periferilerde müsamaha gösterenlerin, Müslümanlara bu telden çalıyor olmaları tek kelimeyle küstahlık ve haddini bilmezlik.

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye