Crystal M. Fleming / Fikir Turu
Fransa’da ırkçı polis şiddeti – Genç Nahel’in öldürülmesi
Cezayir asıllı 17 yaşındaki genç Nahel’in polis tarafından vurularak öldürülmesi, Fransa’nın dört bir yanında şiddetli protestolara neden oldu. Bu cinayet, Fransa’da Afrika kökenli vatandaşlara yönelik ırkçılığı ve bunun geçmişini tekrar gündeme getirdi.
Stony Brook Üniversitesi Sosyoloji ve Afrika Araştırmaları Profesörü Crystal M. Fleming, Aljazeera haber sitesi için kaleme aldığı yazıda genç Nahel’in polis tarafından öldürülmesinde ve bunun sonucunda ortaya çıkan protestolarda Fransa’nın ırkçılık geçmişinin rolünü ele alıyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Bu hafta Fransız polisi 17 yaşındaki bir genci güpegündüz trafik çevirmesi sırasında acımasızca öldürdü. Polis önce genci bir polis memurunu ezmeye çalışmakla suçlayarak yalan söyledi. Çoğu zaman olduğu gibi, ulusal medya polisin yalanlarını gerçekmiş gibi yansıttı, ta ki bir görgü tanığının cep telefonuyla çektiği görüntüler acı gerçeği ortaya çıkarana kadar.
Şimdiye kadar dünyanın dört bir yanındaki insanlar, Fransız polisinin Paris’in Nanterre banliyösünde silahlarını doğrultarak sarı bir aracın içindekileri tehdit ettiği ve genç sürücüyü aracıyla uzaklaştığı sırada kafasına bir kurşun sıkarak infaz ettiği korkunç görüntüleri izledi. Polisin asılsız iddialarının aksine, aracın önünde duran ya da arabayla uzaklaşmaya çalışan genç tarafından fiziksel olarak tehdit edilen hiçbir polis memuru yoktu.
Silahlı saldırı görüntüleri, Fransız sosyolog Émile Durkheim’ın deyimiyle “toplum vicdanında şok etkisi” yarattı. Ülke genelinde patlak veren protestolara, binlerce polisin gönderilmesi, göz yaşartıcı gaz ve “kamu düzenini” yeniden tesis etme vaatleri ile karşılık verildi.
Ne yazık ki, hayatı polis tarafından trajik bir şekilde sonlandırılan Fransız genç Nahel’in Cezayir kökenli olması bir tesadüf değil.
Fransa’nın, Karayipler’deki Haiti, Guadeloupe ve Martinik’ten Hint Okyanusu’ndaki Réunion Adası’na, Kuzey ve Batı Afrika’dan Vietnam’a kadar uzanan, “beyaz olmayan” olarak sınıflandırılan halklara karşı uzun ve kirli bir sömürgeci ırkçılık ve şiddet tarihi var. Fransa, özellikle Fransız vatandaşı olanlar da dâhil olmak üzere Cezayir halkına acımasızca baskı uyguladı.
Nitekim Cezayir’deki Fransız sömürgeciliği 1800’lü yılların başlarına kadar uzanıyor. Burada Fransız egemenliğinin kurulması amacıyla acımasız şiddet uygulandı ve toplu katliamlar yapıldı.
Cezayir’in bağımsızlık savaşı sırasında (1954-1962), yüz binlerce ve muhtemelen 1 milyondan fazla Cezayirli, Fransız rejimi tarafından “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” adına sömürge imparatorluklarını sürdürmek için sistematik olarak katledildi ve işkence gördü.
Fransa’da polis şiddeti tarih boyunca Arapları ve Siyahileri de hedef aldı. 1961 yılında Fransız polisi Paris’te barışçıl bir şekilde protesto gösterisi yapan 100’den fazla Fransız Arap’ı öldürdü.
On binlerce insan Cezayir’in bağımsızlığını desteklemek ve muhalefeti sindirmek için uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto etmek için yürüyordu. Buna karşılık polis sokaklarda Fransız Cezayirlileri öldürdü, hatta protestocuları Seine nehrinde boğdu. Kayıtlara geçen en genç ölüm ise 15 yaşındaki Fatima Beda adlı bir genç kızdı. Akıllı telefonların henüz kullanılmadığı bir çağda, Fransız yetkililer bu olayı on yıllarca küstahça ve büyük ölçüde başarılı bir şekilde örtbas ettiler. Olup bitenlerin bir Fransız cumhurbaşkanı tarafından kabullenilmesi bile 50 yıldan fazla sürdü. Henüz resmi bir özür bile gelmedi.
Nanterre’de Nahel’in öldürülmesine yol açan sömürgeci ırkçılığın ve baskının tarihi arka planı, beyaz Fransız siyasetçilerin ve medyanın açıklamalarında büyük ölçüde yer almıyor.
Fransa’da polis cinayetlerinin artmasına ve kurbanların çoğunun Siyah ya da Arap olmasına rağmen, Fransa’daki sistematik ırkçılık gerçeği Fransız yetkililer tarafından görmezden geliniyor ve kültürel kibir ile rutin ve agresif bir şekilde inkâr ediliyor.
Beyaz Fransızlar ise 2023 yılında Kuzey Afrikalı bir Fransız gencin infaz edilmesini, banliyölerdeki göç ve yoksulluk gibi içinden çıkılmaz sorunların bir sonucu ya da kötü eğitimli bir polis memurunun tetiği çekme konusunda dikkatsiz davranması olarak yorumlayarak kendilerini rahatlatıyorlar.
Devasa protesto gösterilerinin ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron cinayeti “izah edilemez”” olarak nitelendirdi. Ancak bu da bir başka Fransız uyutmacası ve ısrarla sürdürülen bir inkâr biçimidir. Nahel’in ölümü çözülemeyecek bir gizem değil, sistematik ırkçılığın bir sonucudur.
Yapılan çalışmalar uzun zamandır Fransız polis teşkilatında özellikle Arap ve Siyahları hedef alan yoğun bir ırkçı eğilimin olduğunu ortaya koyuyor. 2020 yılında Fransa’nın insan hakları denetçi kurumu, Arap veya Siyah olarak tanımlanan genç erkeklerin polis tarafından fişlenme ve durdurulma ihtimalinin 20 kat daha fazla olduğunu tespit etti.
Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, Fransız polisi tarafından uygulanan ırksal ayrımcılık konusunda uzun süredir uyarıda bulunuyor ve bölgedeki halk da bu ırkçı ideolojinin bir sonucu olarak şeytanlaştırılmanın ve şiddete maruz kalmanın yarattığı olumsuzlukları sık sık dile getiriyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sık sık olduğu gibi bu tür polis cinayetleri meydana geldiğinde, medyada, liberaller ve solcular arasında genellikle bunun temel nedeninin ırkçılık olduğu kabul ediliyor.
Fransa’da ise liberaller ve solcular, Fransa’da ırkçılığın varlığını inkâr etmek için sık sık aşırı sağcılarla güç birliği yapıyor. Nitekim Köleliğin Dirilişi: Fransa’da Irkçılığın ve Beyaz Üstünlüğünün Mirası adlı kitabımda da belirttiğim gibi, ABD’nin özellikle ırkçı bir toplum olarak küresel ölçekteki kötü şöhreti, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin kendi ırkçı bağnazlıklarını ve ayrımcılıklarını inkâr etmelerini sağlayan kilit bir etken.
Yirminci yüzyılın başlarından ortalarına kadar Fransa’ya taşınan birçok önde gelen Afro-Amerikan yazar ve entelektüel de Fransa’nın ırk ayırt etmediği efsanesini körükledi. James Baldwin bu konuda dikkate değer bir istisnaydı. Fransa’daki deneyimini yansıtırken şöyle yazmıştı: ” Genellikle ‘sefiller’ arasında yaşadım – ve Paris’te ‘sefiller’ Cezayirlilerdi.”
Günümüzde kendilerini ırkçılığın, İslamofobinin ve polis kurşununun hedefi olarak bulan ‘sefiller’ yine Cezayirliler.
Fransa’nın artık devlet kaynaklı bu şiddet ve inkâr döngüsünün ötesine geçerek sistematik ırkçılığın varlığını açıkça kabul etmesinin yanı sıra emniyet, istihdam, eğitim ve siyaset alanlarında yaygın bir şekilde görülen ayrımcılık ve önyargıları giderecek politikalar uygulama kararlığını göstermesinin zamanı geldi.
Burada söz konusu olan gerçek şiddet yalnızca binaların yakılıp yıkılması ve insanların mallarının tahrip edilmesi değil, yüzyıllardır süregelen Fransız zulmünün yol açtığı can kaybına Nahel gibi kurbanların eklenmesiyle ortaya çıkan gerçek bir insani bedeldir.”