Mensur Akgün / Karar
Fransa ile Türkiye’yi karşılaştırmak yerine…
Biliyorsunuz, 27 Haziran’da trafik ışıklarında durdurulan 17 yaşında bir çocuğun polis tarafından vurulması önce vurulan çocuğun yaşadığı kentte, sonra da bütün Fransa’da şiddet, yağma ve kundaklama içeren protestoların düzenlenmesine, ülke çapında dirlik ve düzenin bozulmasına yol açtı. Dükkanlar yağmalandı, karakollar ve toplu taşıma araçları yakıldı. Bazı yerleşim birimlerinde olağanüstü hal ve benzeri uygulamalar başladı.
Pazar ve pazartesi günleri şiddet olaylarında düşüş yaşandığı, tedbirlerin ve dayanışmanın işe yaradığı, düzenin yavaş yavaş sağlanmaya başladığı söyleniyor. Fakat bu eylemlilik hali Fransa’ya pahalıya patladı, imajı erozyona uğradı ve diğer ülkelerle karşılaştırılıp ayıplandı. Maddi zararın 1 milyar Avro üstünde olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca turizm gelirlerinde de ciddi azalma bekleniyor.
Macron’un emeklilik yaşını düşüren reform paketi nedeniyle aldığı yaraları saramadan bu krizle karşılaştığı, kendisinin ve onu destekleyen kesimin siyasi anlamda hırpalandığı da gerçek. Bir başka gerçek de bu krizden en çok Fransa’daki ve Türkiye de dahil dünyanın bambaşka yerlerindeki aşırı sağcı, daha doğrusu göçmen karşıtı partilerin yararlanacak olması.
Kaybedeni de Fransız şehirlerinin banliyölerinde yaşayan eski sömürgelerden gelen etnik ve dinsel azınlıklar ve derme çatma teknelerle Akdeniz’i geçmeye çalışan, sıfatının başına “düzensiz” eklenen göçmenler, müstakbel mülteciler olacak. Frontex muhtemelen daha çok göçmenin boğulmasına sessiz kalacak, insani facialar bir öncekinde olduğu gibi yine ben geliyorum diyerek gelecek.
Biz de Avrupa’da başımıza günün birinde bela olacak aşırı sağın yükselişinden endişe etmek, Fransa’nın hatalarından dersler çıkartmak, başka bir ülkede, mesela Almanya’da niye benzeri olayların yaşanmadığını sorgulamak yerine Suriyeli göçmenler Kuzey Afrikalılar gibi ayaklanır mı, Afgan gençler sorun çıkartır mı diye tartışmayı sürdürüp toplumsal kutuplaşmanın başka bir eksende keskinleşmesine katkıda bulanacağız.
Oysa biraz Fransa’ya, biraz da kendimize bakabilsek bu tür tartışmaları aşmamız mümkün. Fransa’nın hakim ekseriyetinin Hristiyan, sömürgelerinden göç edenlerinse Müslüman olduğunu, bu insanların büyük çoğunluğunun kelimenin gerçek anlamıyla gettolarda yaşadığını, ayrı toplumsal düzenlerin ve sistemlerin parçası olduğunu, işsizlik, ayrımcılık ve düşük gelirin suç oranını arttırdığını görmemiz gerek.
Unutmayalım ki savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen insanların hemen tamamına yakını inancı anlayış ve algılayış tarzı farklı olsa da Müslüman. Üstelik bu insanlar bundan sadece 105 yıl önce aynı ülkenin eşit vatandaşlarıydı. İmparatorluk Türkiye’si savaşa girmeseydi veya yanlış tarafta girmeseydi ya da tarafı savaşı kazansaydı, İngilizler de Arap isyanını teşvik etmeseydi, olasıdır ki Suriye de başka pek çok yer gibi Türkiye’nin parçası olarak kalacaktı.
Bu tespit sığınmacıların ilelebet burada kalması, ülkelerine dönmeleri için gerekli siyasi, diplomatik ve ekonomik çabanın harcanmaması, kalanların daha iyi entegrasyonu için çalışılmaması anlamına doğal olarak gelmez. Fransa ve diğer yerlerdeki hatalar tekrarlanırsa, çocuklar durup dururken arabalarında vurulursa, bu insanlar ayrımcılığa maruz kalırsa, gettolarda yaşamaya zorlanırlarsa günün birinde isyan etmeyeceklerini de kimse garanti edemez.
Yapılması gereken Fransa’dan dersler çıkartmak, onların hatalarını tekrarlamamak, hepsinden önemlisi de zaten pek çok eksende bölünmüş, sosyolojisinde derin çatlaklar oluşmuş Türkiye’yi bir de Suriyeli-Suriyeli karşıtı ekseninde bölünmeye teşvik etmemektir. Bu nedenle ülkesini sevdiği için göçmen karşıtı olanların basit şablonların ötesinde düşünmesinde göçmen karşıtı görüş, parti ve siyasilere fazla prim vermemesinde yarar olabilir.
Çünkü Fransa, Almanya, İtalya ve daha pek çok ülkede göçmen karşıtı partilerin güç kazanması ve iktidara talip olması bizdeki benzer siyasi oluşumların da güç kazanmasına zaten yardımcı olacak, üstelik onların görüşleri seçim döneminde benim şahsen üzüntü ve teessüfle izlediğim gibi muhtemelen ana akım muhalefet tarafından da bir kez daha benimsenecek.
Ancak sığınmacı karşıtlığının bizde ve Avrupa’da güç kazanması bana öyle geliyor ki Türkiye için hoş olmayan sonuçlar doğuracak. Bir yandan içimizdeki kırılmalar çatlaklar aşılması güç sorunlar haline dönüşecek, diğer yandan bizi daha da fazla Avrupa’nın dışına itip ötekine dönüştürecek, orada yaşayan Türkiye kökenlilerin rahatını kaçıracak, almakta zorlandığımız vizeler iyice alınmaz hale gelecek, Gümrük Birliği’nin revizyonu dahi mümkün olmayacak…