Fotoğrafımı...

Ahmet Altan

Bazı cümleler vardır, okur okumaz bir daha onu unutmayacağınızı bilirsiniz.

Daha sonra Marquez’in de Kırmızı Pazartesi romanında alıp aynen yazdığı Macbeth’teki kralın son anında “beni öldürdüler” diye bağırması gibi...

Lermontov’da, “bildiğim tek şey karanlık ve fırtınalı bir gecede doğdum” diyen adama bilge doktorun “benim bildiğim tek şey ise güzel bir günde öleceğim” demesi gibi...

Danton’un giyotine yatmadan önce cellât Samson’a, “keseceğin bu başı halka göster, bu baş buna değer” demesi gibi...

Böyle cümleleri unutmazsınız.

Galiba beni en çok insanların kaderleriyle ve ölümleriyle ilgili söyledikleri sözler etkiler.

Bizim çok başarılı muhabirlerimizden Tuğba Tekerek’in, aralarında karısının da bulunduğu altı kişiyi öldüren savaş gazisinin köyünden yazdığı haberdeki bir cümleyi okuduğumda da o cümle içimi yakıverdi.

Kocasının yakında kendisini öldüreceğini bilen genç kadın yengesine, kocasıyla birlikte çekilmiş bir fotoğrafını verip, “Şafak beni öldürürse bu resmimizi oğluma ver” demiş.

Öldürüleceğini biliyor.

Katilinin kim olacağını da biliyor.

Ve, oğlu, “katiliyle birlikte yaşadığı mutlu günlerden bir anıyı” saklasın istiyor.

“Beni öldürürse resmimizi oğluma ver.”

Bilmiyorum o ufak oğlana, öldürülen annesiyle “öldüren” babasının birlikte çekilmiş resmini verecekler mi...

O çocuk neler hissedecek o resmi gördüğünde?

Babası, savaşın belasından geçerken sakatlanmış, hem bir kurban, hem bir katil.

Annesi, hiç bilmediği bir savaşın, bedeni yuvarlak çelik mermilerle parçalanmış bir başka kurbanı.

Çocuk da hayata bir kurban olarak başlıyor.

Bu savaş şimdi bitse bile o küçük çocuk için hiç bitmeyecek.

Savaş, onun hayatına damgasını en korkunç biçimde bastı.

Annesi bir ölü, babası bir katil.

“Savaş devam etsin, barış asla olmasın” diyenlerin konuşmalarını dinleyip, yazılarını okudukça hep aynı şeyi düşünüyorum.

Bu insanlar savaşın ne olduğunu biliyorlar mı gerçekten?

Bir kurşunla böbreğinin parçalanmasının ne olduğunu biliyorlar mı, şakağına bir şarapnel parçasının girmesinin ne olduğunu biliyorlar mı, bir havan topuyla kopan bacağının metrelerce öteye savrulmasını görmenin ne olduğunu biliyorlar mı?

Bütün bunları bilerek mi savunuyorlar savaşı?

Bütün bunları bilerek mi “savaş sürsün” diye böyle ahlaksızca tepiniyorlar?

Kaç ailenin hayatının mahvolduğunu biliyorlar mı?

Savaş sürerse kaç ailenin daha hayatının mahvolacağını biliyorlar mı?

Savaşın insanları nasıl çıldırttığını biliyorlar mı?

Savaşın, ölümün, acının gerçek olduğunun farkındalar mı?

Elli bine yakın insan öldü.

Savaştan kendilerine bir çıkar uman, vicdanını kaybetmiş bu savaş çığırtkanlarının sakinleşmesi için daha kaç bin insanın ölmesi gerekir?

Söyledikleri her cümlenin, yazdıkları her kelimenin içine kaç bin ölüyü sığdırdıklarını kavrayarak mı bağırıyorlar böyle “savaş sürsün” diye?

Oy hesaplarıyla, siyaset hesaplarıyla insanların ölümünü savunmak bana ahlaksızca, utanmazca, rezilce bir iş olarak görünüyor.

Bu savaş sürerse kaç kişi daha ölecek?

Kaç kişi daha savaştan çıldırmış olarak dönecek?

Kaç katliam haberi daha yazacağız?

Bunlara aldırmıyorlar mı gerçekten?

Zonguldak’ın bir köyünde altı kişiyi gömdüler.

Bir adamı bir daha çıkmamak üzere hapse koyacaklar.

Bir buçuk yaşında bir oğlan bir daha annesini hiç görmeyecek.

Babasına düşman olmazsa, babasından nefret etmezse ve babasını görmeye razı olursa, onu ancak parmaklıkların arkasından görecek.

Belki görmek bile istemeyecek.

Büyük yengesinde, kendisine bırakılmış bir resim olacak.

Annesinin, “Şafak beni öldürürse bunu oğlumuza ver” dediği bir resim.

Annesiyle babasını “mutlu” gösteren bir resim.

Büyüdüğünde o resmi ona gösterirlerse ne hissedecek?

“Bu annen” diyecekler, “bu da baban”, “baban anneni öldürdü.”

Neler yaşatıyoruz biz bu insanlara?

Ne acılar yaşatıyoruz?

Niye yapıyoruz bunu?

İhtiyar iki politikacının politik hesaplarıyla, insanlardan nefret eden birkaç yazarın kirli öfkeleri yüzünden mi?

Bu adamlar için mi öldürteceğiz bu genç insanları?

Hep savaş, hep kan, hep ölüm, hep acı mı olacak?

Bu sefillerin insanları öldürtmelerine bu toplum izin vermeyecek.

Barışın umudu bile insanları sevindiriyor.

O umudu ve sevinci hissediyorsunuz.

Bencil ihtiyarlarına inat bu toplum gençlerini kurtaracak.

Kimse dağlarda, mevzilerde, karakollarda, barınaklarda ölmeyecek, ölüm haberleri verilmeyecek annelere.

İnsanları savaşlarda çıldırtmayacağız.

Hep savaşı anlatan, hep ölümü ve öldürmeyi düşünen gençlerimiz olmayacak.

Küçük oğlanlara, “mutlu günlerde” çekilmiş resimler yadigâr bırakılmayacak.

Ve, “beni öldürürse resmimizi oğluma ver” diyen kadınların vasiyetleriyle içimiz böylesine kanamayacak.

TARAF