Flash belleğimi getirin bana!
Türk filmlerinde unutulmaz bir sahne vardı. Başrol oyuncusu savaşçı, cenge gitmeye karar verince hemen askerlerine seslenirdi; “Atımı getirin bana!” At gelirdi ve bizim savaşçı bir anda dünyanın en güçlü adamına dönüşürdü. At bu, öyle başka bir şeye benzemez.
Savaşçının en sadık dostu ve yılmaz savaş arkadaşı at olmuştur bu coğrafyada. Bu toprakların tarihi kadar eskidir atın hikâyesi de. Atından güç alan savaşçılarımız cenk etti yüzyıllar boyunca meydanlarda. Gücünü sağlam yerden alan savaşçıyı tutmak da pek mümkün olmadı. Her şey atı isteyene kadardı. Atın gelişiyle birlikte her şey değişti. İşin seyri, savaş müziği, yüzlerdeki ifade, içlerdeki huzur bir anda zafer marşı havasına büründü.
Son yılların en büyük silahı da flash bellekler. Geniş anlamda bellekler desek yeridir. Yıllarca hoyratça kullandığımız beynimizin ve daha da önemlisi hafızamızın yerini bellekler aldı. Taşınır, sabit derken “gigabyte” bitti şimdi yeni moda “terabayt”. Sınır tanımaz bir iştiha ile yığıyoruz ne bulursak. Bilgiler, belgeler, en çok da fotoğraflar. Deklanşöre değil de cep telefonlarının dokunmatik ekranlarına tıklamaya başladığımızdan beri, nefes nefese bir ömürde ışık hızında pozlar verip bilinmez bir kuyuya atıyoruz pozlarımızı anılar biriktirme bahanesi ile.
Verdiğimiz her pozda da biliyoruz ki objektife doğru attığımız bu bakış ancak bir sosyal medya sitesinde arkadaşların anlık beğenilerini beklemeye başlayacak. Beğenilerini aldıktan sonra sosyal medyanın bilinmez gayya kuyusuna doğru sürüklenecek. Birkaç şanslı fotoğraf da sığındığı flash bellekte belli olmayan bir zaman dilimini beklemeye başlayacak. Tâ ki bir virüs gelip de bütün hafızayı yok edene kadar.
Hafızamızda yer bulan onlarca telefon numarası varken şimdi tek numarayı bile ezberlemek için kendimizi zorlamıyoruz. Belleklerin bilinmez karanlığına gönderiyoruz ne bulursak. Ezberlemeyi bıraktığımızdan beri yaşadığımız anın çizdiği çemberin içinde dönüp duruyoruz. Sık sık rastlıyoruz sosyal medya sayfalarında; “Telefonumun hafızası gitti. Elbette numaralar da gitti. Hadi bana özelden numaralarınızı gönderin.” Bu paylaşımın sonuna gözünden yaş damlayan bir sarı kafa da mutlaka gelmeli ki durumun vahameti anlaşılsın.
Hiçbir şey ezberlenmiyor. Şiirler, şarkılar, güzel sözler, dost yüzler, hüzünlü vakitler, gönle şifa zamanlar ve nice anlar…
Ezberci eğitime kesinlikle karşı değilim. Kavram karmaşası oluşturularak artık ezber denen zihin jimnastiğinden uzaklaşan bir neslimiz var. Hiçbir şey ezberlenmiyor. Şiirler, şarkılar, güzel sözler, dost yüzler, hüzünlü vakitler, gönle şifa zamanlar ve nice anlar… Hepsi bir sanal dünyanın koynuna teslim ediliyor. Bir şey sorulduğunda telaşla ya telefona hücum ediliyor ya da flash belleğin emanet hafızasına akıyor zihinler.
ilerin beyin jimnastiğini ezberler oluştururmuş. Şiirler, dualar, ayetler ezberleyerek hem zihinlerini hem de ruhlarını besleyen bir neslin torunlarının şimdi kaç GB’lik hafızası varsa, onun kadar gücü olduğuna şahit oluyoruz. Belleğinin kapasitesi kadar kendine güveni olan bir nesle aşinayız ister istemez.
Sadece gençlerle ilgili değil bu durum. Söyleşiye çıkacak bir konuşmacının yanında getirdiği isminin önündeki akademik unvanı ile birlikte cebindeki flash belleği de günü kurtarmaya yetecek en önemli silahıdır. Sahneye çıkıp da ceplerini, çantasını kurcaladıktan sonra bulamadığı hafızasının telaşı ile asistanına; “Flash belleğimi getirin bana.” demesinden sonra bütün salonun nefes bile almadan beklediği; konuşmacının unvanının heybetiyle anlatacaklarından çok flash belleğinden çıkacak sihirli bir cinin salona dağıtacağı unutulmaz ışıltıdır. Ekranda ilerleyen sunumun her sayfası konuşmacıyı biraz daha karanlığa doğru iterken, dinleyiciler de sayfadan yansıyan renklerle biraz da aydınlanmış olurlar.
- Savaşçının atı geldiğinde yüzündeki hoşnutluğu, şimdi konuşmak için sahnedeki yerini alan ve flash belleğini getirdiklerinde yüzündeki zafer gülüşünü bozmayan akademisyenlerde görüyoruz.
Her gün büyüyen hafıza kapasiteleri ile flash bellekler ve cep telefonları dar vakitlerde kendine bile yetmeyen bir dünyayı paylaşmaktan korkan herkes için bir sığınak gibi kuşatıyor iç evrenimizi.
Tuhaf bir bakış açısı, biraz telaş, çokça hızlı bir döngüde yolunu bulmaya çalışan kim varsa çıkışı bulmak için harcayacak vaktini. Bir ışık, bir işaret ve çokça azim iyi gelecek ruhlara.
Kaynak: Mustafa Uçurum / CİNS