Türkiye, sel gibi üzerine üzerine gelen saldırılarla daha makul ve kudretli planları devreye sokarak mücadele etmek zorunda. Ancak günden güne büyüyen, yoğunlaşan sıkıntı ve saldırılar sadece Türkiye’ye mahsus değil. Her ülkenin kimi derin kimi yüzeysel açmazları var ve her toplumu kendi musibetleri kapı arkasında beklemekte.
Türkiye bir taraftan yanı başındaki Suriye, Irak, Filistin hatta Kıbrıs’ın kronikleşen sorunlarını çözümlemeye çalışırken binlerce km mesafe uzaklıktaki Venezüella için de bir tutum ve tavır belirlemek mecburiyetinde. Üstelik bu tutum ve tavırlar öyle renksiz kokusuz statükocu “yurtta sulh, cihanda sulh” türü boş sloganlarla belirlenecek gibi değil. Ne var ki, yaşanan ekonomik dalgalanmanın oluşturduğu karamsar hava yaklaşan yerel seçimlerle birlikte dış politikada hem stratejik düzeyde hem de taktik düzeyde ciddi yalpalamalara, neredeyse kırılma düzeyinde sapmalara yol açabilecek kimi sinyaller vermekte maalesef. Zaaf görüntüsü vermemek önemli ama bu tür bir risk meseleleri açıktan tartışmayı boğacak bir mantıkla işlerse yakın ve orta vadede altından kalkılması imkânsız faturalarla muhatap olabiliriz ülke olarak.
Münbiç’i Pas Geç, İdlib’e Odaklan
Türkiye, yüzyıllardan bu yana muhacirler yurdudur. Muhacirler yurdunu inşa eden İslam milleti akıp giden zaman içinde gerek kendi ülkesine gelen insanlara gerekse elinin, sesinin erişebildiği coğrafyalardaki insanlara ensar oldu, kadınıyla erkeğiyle ensar olmak için varını yoğunu seferber etti. Elbette bu seferberlik ruhunun emperyalist devletleri tedirgin etmesi, despotik iktidarları huzursuz etmesi sürpriz olmayacaktı. Nitekim Amerika ve Rusya’dan başlayıp Suudi Arabistan, Mısır ve İran’a kadar bir dizi devletin doğrudan veya dolaylı kuşatma politikalarıyla diplomatik, iktisadi ve askeri alanlarda aleyhimize oluşturulmak istenen tuzakları boşa çıkarmanın türlü türlü hesabını yapıyoruz.
Mesela Münbiç meselesini ele alalım. Evet, bir operasyon yapılacak ama sadece Amerika’yla anlaşmak yetmiyor çünkü müzakereler sürerken Rusya ve Esed askerleri ortak devriyeye çıkıp Türkiye’ye karşı bayrak gösteriyorlar. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’yla ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Münbiç’e dair ortak yol haritasını tartışırlarken Cumhurbaşkanı Erdoğan “rejimle alt düzeyde istihbarat temasları” kurulduğunu beyan ediyor mesela. Fırat’ın doğusuna ilişkin Amerika’yla varılmak istenen mutabakat 32 km’lik güvenli bölge için Türkiye’nin sınıra olağanüstü bir askeri yığınak yaptığı dönemde Rusya’nın da İran’ın elini zayıflatmak üzere İsrail’le epeyce ileri askeri ilişkileri pratiğe döktüğünü görüyoruz. İran şu sekiz sene boyunca üzerine düşen misyonu hakkıyla eda etti, katledebildiği kadar Sünni Müslümanı katletti, yıkabildiği kadar şehri yıkıp harabeye çevirdi. Şimdi Amerika’nın PKK-YPG üzerinden, Rusya’nın da İsrail üzerinden İran’ın Suriye’deki askeri-stratejik hareket alanlarını iyice daraltma, boğazlama vakti geldi. Kiralık katillerin sonları devletler düzeyinde de birbirine benzer, malum.
Ancak Türkiye için son haftalarda ilgi ve dikkatleri daha doğrusu öncelikli tehdit algısını Rusya ve İran’ın koruyup kolladığı Esed rejiminden ve Amerika’nın Fırat’ın doğusunda besleyip büyüttüğü PKK-YPG’den İdlib’e doğru, İdlib’de Heyetü Tahrir-i Şam’a doğru yöneltmeye dönük bazı gelişmeler yaşanıyor. Amerika, Rusya ve İran’ın PKK-YPG dışında Esed rejimine muhalif hemen tüm İslami grupları İŞİD’le özdeş tuttuğu, değişik gerekçelerle bombardıman ettiği sekiz yıllık acı ve kanlı bir vaka. Böyle olmakla beraber uzun bir zamandır Suriye’de hala işleyen bir düzen kuramadılar ve bunun için Türkiye’yi Esed rejimiyle uzlaşmaya, PKK-PYD varlığına razı olmaya itekleyen diplomatik bir baskı süreci işletiliyor.
Özetle Türkiye’nin İdlib’e yönelmesi, İdlib’deki HTŞ varlığını ortadan kaldırması teklif ediliyor. Yani Türkiye’nin bütün taleplerine rağmen Esed rejimini yeni anayasa filan türü bazı makyajlarla sürdürme, PKK-PYD garnizon devletinin sınırlarını ve nüfuz alanlarını biraz daraltma karşılığında İdlib’e operasyon öneriyorlar.
PKK ve Esed’in Hamileri de, Hasımları da Aşikâr
Türkiye’nin kendisine yönelen yakın tehditleri ifade ederken sık sık Münbiç’e, Fırat’ın doğusuna operasyon yapmak üzere kararlı olunduğuna dair beyanları bütün taraflar biliyor. Ancak tuhaf bazı haberlerle Türkiye’nin namluları Fırat’ın doğusuna, Münbiç’e PKK-PYD varlığına değil de İdlib’e, HTŞ’ye yöneltmesi için manipülatif haber ve beyanlar eşliğinde psikolojik bir zemin inşa ediliyor.
Mesela TRT Haber’in “güvenlik güçleri”ne dayandırdığı görüntülü bir haberin metnini beraber okuyalım: “Güdümlü anti tank füzesi. Görüntüler Suriye’de kayda geçti. Türk güvenlik görevlileri (bu silahları) terör örgütü YPG’ye giderken ele geçirdi. Operasyon terör örgütleri arasındaki kirli ilişkiyi deşifre ediyor. Biri HTŞ olarak bilinen terör örgütü diğeri PKK’nın Suriye kolu YPG. Suriye’de faaliyet gösteren iki terör örgütü görünüşte birbirine düşman. Ancak hiç de öyle göründüğü gibi düşman değiller. Tam aksine birbirlerine ağır silahlar satacak kadar yakın ilişkideler. Kirli ittifakı deşifre eden operasyon Türk güvenlik güçlerine gelen istihbaratla başladı. HTŞ’nin elinde bulunan tank savar ve roket atarların da bulunduğu bazı silahları ve mühimmatları YPG’ye sattığı bilgisine ulaşıldı. İdlib’ten alınan silahlar Azez ve Cerablus üzerinden Türkiye’nin operasyon düzenlemesi gündemde olan Münbiç’e sevk edileceği istihbarat bilgisinin ardından Türk güvenlik operasyonları sıklaştırdı. Afrin-Azez karayolunda bir kamyona operasyon yapıldı…. Bu başarılı operasyon, terör örgütü PKK’nın ağır silahlar toplamaya çalıştığını ve iki terör örgütü arasındaki kirli ilişkiyi bütün açıklığıyla ortaya çıkardı.”
Türkiye’nin İdlib bölgesinde oluşturduğu 12 askeri gözlem noktası için Heyeti Tahrir-i Şam’la mutabakatla hareket ettiği biliniyor. Üstelik HTŞ ile Türkiye arasında hemen hiçbir çatışma yaşanmadı. HTŞ’nin Türkiye’ye yönelik en küçük bir eylemi olmadığı gibi Esed rejimi ve PKK başta olmak üzere bütün düşman unsurlarla en yoğun çatışan grup olduğu da izahtan varestedir. Ne oluyor peki? HTŞ’yi aşırı dincilikle, Vahhabilikle yaftalama veya İŞİD’le özdeş kılma propagandalarının kamuoyunda belirleyici bir tesiri olmayınca yeni bir etiketleme girişimi organize edilmiş belli ki.
HTŞ’yi PKK’nın işbirlikçisi ilan ederek, uyduruk birkaç görüntü eşliğinde de bu tezi güya teyid ederek Münbiç ve Fırat’ın doğusuna yapılacak operasyonu İdlib’e kaydırmak yönünde planlar var anlaşılan. İyi de gözlerimizin önünde sınırımıza 20 bin TIR silah sevk eden Amerikan yönetimi PKK-PYD liderlerine şöyle mi demiş acaba?: “Anti-tank füzelerini ve roket atarları da aşırı dinci HTŞ’den alırsınız artık. Bizdeki tanksavarlar ve füzeler sizin işinize yaramaz ama HTŞ’ninkiler son model ve etkili. Türkiye’ye karşı kurulacak PKK-HTŞ beraberliği Amerika’yı çok mutlu eder.” Saçmalığın, tutarsızlığın ve daha önemlisi kendi ayağına sıkmanın bundan ala örneği zor bulunur.
Amerika ve Rusya arasında süren rekabet, PKK-PYD’nin hangi ülkenin kontrolünde kalacağından öteye bir rekabet değil. Türkiye’ninse HTŞ dâhil Suriye’deki bütün direniş gruplarıyla dayanışmaktan başkaca seçeneği bulunmuyor. Çünkü Esed rejimi ve PKK-PYD’yi hızlıca büyütmenin en kestirme yolu Türkiye’yi İslami direniş gruplarıyla çatıştırmaktan geçiyor. Tehdit algısını İdlib olarak tanımlayan, namluları Esed rejimi ve PKK-PYD’dan gelen tehditler yerine asparagas haberlerle HTŞ’ye çeviren Türkiye, ne Amerika’nın ne de Rusya’nın bölgeye yönelik parçalayıcı, çökertici tasallutunu savuşturabilir. Bütün baskı ve tehditlere rağmen Amerika’nın lejyoneri olmayı reddeden Türkiye, Rusya’nın da lejyonerliğini şiddetle reddedecektir, reddetmelidir. Çünkü varlık sebebini inkâr edemez.
Yeni Akit