Önceki gün toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun ardından yayınlanan bildiride açıkça geçmese Fırat Kalkanı Harekâtı’nın bu süreçte nihayete erdirileceğine dair ne bir bilgi ne de bir işaret vardı. MGK’daki ‘başarıyla sonuçlandı’ ifadelerinin ne anlama geldiğini Başbakan Binali Yıldırım aynı gece katıldığı bir canlı yayın programında izah etmeye çalıştı. Gerek MGK bildirisinde gerekse Başbakan Yıldırım’ın beyanlarında dikkat çekici olan hususlardan biri de terörle mücadele vurgusunda DEAŞ vurgusuna rağmen PKK/PYD’nin hiç zikredilmemesiydi.
MGK bildirisinde konuya ilişkin şu uzun cümle kurulmuştu: "Ülkemizin sınır güvenliğini sağlamak, DEAŞ terör örgütünün ülkemize yönelik tehdit ve saldırılarını önlemek, yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönüşlerine imkân vermek ve Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde huzur ve güven içerisinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak maksadıyla yürütülen harekâtın başarıyla sonuçlandığı ifade edilmiştir." Başbakan Yıldırım’ın konuşması da benzer vurguları ihtiva ediyordu. İlaveten “güvenliğimizi tehdit edecek bir şey olursa, herhangi bir icraat yaparsak, bu yeni bir harekâttır. Fırat Kalkanı Harekâtı bitmiştir, bundan sonra ihtiyaç olması halinde artık yapılabilecek bir hareket artık başka bir isimle anılacak” diyerek bundan sonrasına dair atılacak adımların zamanlaması ve mahiyetine ilişkin ipucu vermedi.
Bir Operasyon Noktalandı
Bu hızlı ve sürpriz gelişme ister istemez kimi soruların sorulmasını gerekli kılıyor. Son güne kadar Fırat’ın doğusunu tamamen temizlemek gayesiyle, gizli açık bütün tehditlere rağmen Münbiç operasyonunun muhakkak yapılacağını beyan eden Türkiye farklı bir strateji mi belirlemiştir? Amerika ve Rusya’nın PKK-PYD ortak paydasıyla sahada uyguladığı yoğun baskının Münbiç operasyonunu zaten imkânsız hale getirdiği değerlendirmesi yapılıp yeni bir planlama icra edilene kadar geri çekilmek en iyi seçenek mi sayılmıştır? Kaldı ki Rakka’ya yönelik adım adım örülen askeri harekât için Türkiye’nin hemen bütün tekliflerine rağmen PKK-PYD’siz bir seçeneğe ikna olmayan Amerika kadar Rusya’nın da PKK-PYD’yi lejyoner gibi kullanma arzusunun aşılacağına dair herhangi bir emare ufukta gözükmüyor.
Fırat Kalkanı’nın nihayete erdirildiği vasatta Tabka Barajı ve havaalanı bölgesinin PYD’ye teslim edildiği, PYD lideri Salih Müslim’in de “Rakka’yı Rojova federal bölgesinin bir parçası kılma” yönündeki açıklamaları gündemden düşmüyor. PKK-PYD açısından saldırılacak bölgeler, işgal altına alının etnik temizliğe tabi tutulacak şehirler hususunda bizzat Amerika ve Rusya güvenceli katliam projelerine “Rakka’dan sonra İdlip’e gireceğiz” ilanları eşlik ederken ortaya çıkan tablonun izahı pek kolay olmasa gerek. Peki, İdlip’e nasıl girecek PKK-PYD güçleri? İşte en yetkili isimlerden birinin, Sipan Hemo’nun Rakka operasyonu için verdiği cevabı İdlip için de uyarlayabiliriz: “Amerika liderliğindeki koalisyon güçleri savaş uçaklarıyla ağır bombardımanlar yapacak, ağır topçu ateşleri, tanksavarlar ve Apaçi helikopterleriyle bize destek verecekler.”
Amerika liderliğindeki koalisyon ve Rusya’nın Suriye için yürürlüğe koyduğu çözümün bu şekilde her geçen gün daha somut bir şekle şemale kavuştuğu ortada. İşte MGK tarafından Fırat Kalkanı’nın bitirildiğine ilişkin açıklamanın hemen ertesinde Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un ortak basın açıklamalarında sarf ettiği cümlelerde ne görüyoruz? Uzun dönemli dostluğun güçlendirilmesinin önemi, barışçıl çözümlerdeki çabaların takdiri falan filan. Tillerson’un konuşmasında daha net bir şey yok muydu derseniz şunları da ekleyebiliriz: “Daha önce bahsettim, çok güzel bir konuşma gerçekleştirdik. Çok alternatif söz konusu. İki tarafın da görüşleri mevcut. Bunlar üzerinden devam edeceğiz.” Sadece evet sadece IŞİD’in yok edilmesi noktasında kararlılık belirmek üzere kurulan birkaç cümle dışında esasen Tillerson’un neden geldiği, gelişinin ne işe yarayacağı pek kolay anlaşılacak gibi gözükmüyor.
Taktik Hamle, Stratejik Kararlılık
Daha bu hafta İstanbul’daki bir açık hava toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gidişatı işaretlercesine şu kaygı dolu cümleyi paylaşıyordu kamuoyuyla: “Dün Halep'e sessiz kalanlar yarın İdlip'te de böyle davranırlarsa bir gün feryatlarını duyan kimseyi bulamayacaklarını bilmiyorlar mı?” Hatırlatmakta fayda olur, bu cümlenin önünde ifade edilenler tablonun ne kadar ağırlaşmakta olduğunu bir kez daha nazara veriyordu: “Bugün Suriye'ye, Irak'a olanın yarın başka yerlerde olmayacağının garantisini kim verebilir? Musul'da, güya kurtarma operasyonu adı altında camilerin, okulların, evlerin bombalanarak masum insanların ellişer, yüzer katledilmesine göz yumanlar, bir gün kendilerinin de merhamete ihtiyaç duyacağını düşünmüyorlar mı?”
Velhasıl yaklaşık yedi ay süren Fırat Kalkanı Harekâtı tüm zaaflarına rağmen 2 bin kilometrekareden daha fazla bir alanın güvenliğe kavuşturulması noktasında ciddi bir kazanımdır. Yeniden yerleşime açılan beldelerde hayatın normalleştirilmesine yönelik atılan hızlı adımların kalıcılaştırılması en önemli mesele şu anda. Fakat bu süreçteki kazanımları koruma kaygısı Münbiç’ten Rakka’ya, Halep’ten İdlip’e hatta Şam’a, Humus’a, Lazkiye’ye kadar bütüncül bir Suriye politikası üretmenin önünde bir engel değil esasen arkasında bir dayanak hatta bir moral kaynağı olarak değerlendirilmelidir.
Siyasi ve askeri mücadelede şartlar gereği taktik beklemeler, yön değiştirmeler hatta geri dönüşler de uygulanır. Ancak ahlaki ve hukuki temelleri sağlam ana stratejinin hayata geçirilmesini temin edecek şartları oluşturmak, aktörleri yetiştirip teçhiz etmek hedefini bir an olsun ihmal etmeksizin. Türkiye’nin yol haritası da bundan başka bir şey değildir.