Samah Jabr & Esma Aksoy / Perspektif.eu
“Filistin Topluluğu İçindeki Psikolojik Hasar En İyi Şekilde Tarihsel Travma İle Tarif Edilir”
Samah Hanım, Filistin meselesini takip eden herkesin merak ettiği bir alanda, Filistinlilerin ruh ve akıl sağlığı alanında çalışıyorsunuz. Sizi akıl sağlığı hakkında çalışmaya yönelten şey nedir?
Bu işi seçmemin nedeni, Filistin’deki ruh sağlığı krizine dair erken farkındalığımdı. Tıp öğrencisiyken birçok insan tıbbi olarak açıklanamayan semptomlar nedeniyle doktora başvuruyordu. Bu semptomlar genellikle psikolojik stresten kaynaklanır. Tıp öğrencisi olarak talebin büyük olduğunu görebiliyordum. Ayrıca, psikolojiyi seviyordum çünkü babam eğitim psikolojisi profesörüydü ve evimizde her zaman psikoloji kitapları bulunurdu. Bu durum, psikiyatri alanında uzmanlaşmamı teşvik etti. Tıp fakültesini bitirdikten sonra psikiyatri uzmanlığı için Fransa’ya gittim. Şu anda Filistin Sağlık Bakanlığı’nda danışman psikiyatrist olarak çalışıyorum ve ruh sağlığı hizmetlerinin başındayım.
Fransız yönetmen Alexandra Dols tarafından çekilen “Cephenin Ötesinde: Filistin’de Direniş ve Dayanıklılık” isimli filmin ana anlatıcısıydınız. Bu belgeselde kendinizi “anti-emperyalist psikiyatrist” olarak tanımlıyorsunuz. Bu ifadeyi biraz açar mısınız?
Öncelikle, bir Filistinli olarak işgal ve yerleşimci sömürgeciliğe karşıyım, bunda şüphe yok. Tabii ki, ne üzerinde çalışırsam çalışayım, enerjimi ve çabalarımı dezavantajlı durumda olan, kolonize edilmiş, marjinalleştirilmiş ve ezilmiş insanları desteklemek için harcıyorum.
Psikiyatri ve psikoloji bize, yerleşimci sömürgecilik ve işgalle mücadele etmek için ek araçlar sağlıyor. İşgal, yalnızca barikatlar, kontrol noktaları ve askerlerin kara harekâtı yapması değildir. İşgal aynı zamanda zihinsel bir süreçtir. İşgal aynı zamanda kimlik veya temsil üzerine bir saldırıdır. Kültür ya da kolektif güven duygumuza yönelik de bir saldırıdır. Bütün bunlar, insanların özgürleşmelerine yardımcı olmak için psikolojik süreçleri gerektirir.
Ben psikiyatri ve ruh sağlığı alanlarındaki bilgimi, öncelikle ruh sağlığı ve travmanın sonuçlarından mustarip olan insanlara yardımcı olmak için kullanıyorum. Ancak psikiyatri ve ruh sağlığını aynı zamanda bir özgürleşme aracı olarak da kullanıyorum. Hegemonya, egemenlik ve sömürgeciliğin insanların zihinlerini kontrol ettiğini anlamak, bize çıkış yolları sunar. Bu, insanların zihinlerini özgürleştirmemize yardımcı olur.
Batı’da gelişen hâkim psikiyatri anlayışının, baskı altında olan ve güç yapılarından kaynaklanan psikolojik acıya sahip olanlara da dahil, herhangi bir ulusa uygulanabileceğine dair bir varsayım vardır. Oysa ben Filistin’de farklı bir tür ruh sağlığı desteğine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Batı psikiyatrisi bireycidir. Filistin’in baskı deneyimi ise toplumsaldır. Bence işgalin sonuçlarından mustarip olanları desteklemek için bireysel müdahaleler yerine toplu müdahalelere ihtiyacımız var. Şu anda Gazze’de yaşanan korkunç olaylar nedeniyle her Filistinliyi bir terapi koltuğuna oturtamazsınız. Ancak kolektif çalışmalar yapabiliriz: Dinleme grupları, iyileşme çemberleri, insanları kendi meslek ortamlarında destekleme… Bunlar kolektif destek örnekleridir. Biz psikiyatri ve ruh sağlığı desteği sunarken, insanların düşmanca bir gerçeklik tarafından yaralandığını ama onların iyileşme yeteneklerine güvenebileceğimizi varsayıyoruz. Onları psikopatolojiden mustarip hastalar olarak görmüyoruz. Hastalığın kişinin içinde değil, etrafında olduğunu görüyoruz. Kişi direnmeye ve iyileşmeye çalışırken, biz de insanların iyileşme süreçlerinde destek olmak için yanlarında bulunuyoruz.
Filistin ve Gazze ile ilgili olarak psikolojik iyileşmenin merkezine direniş ve dayanıklılık fikrini getirmek, sizin de söylediğiniz gibi bugünün hâkim psikolojik söyleminde oldukça sıradışı yaklaşımlar. Bu konseptle aslında bir disiplin olarak psikolojiyi de “dekolonize etme/sömürgecilikten arındırma” gibi bir düşünceniz var mı?
Evet, elbette! Direniş ve dayanıklılığı merkeze alıyoruz. Bizim “sumud” olarak adlandırdığımız Filistin versiyonu dayanıklılığımız (İng. “resilience”) var. Ben “sumud” kavramını, direnç, dayanıklılık, işgale ve sömürgeciliğe karşı meydan okuma olarak okuyorum. Ancak İslam edebiyatından gelen “ribât” kavramı da var. “Ribât” artık politikleştirildi ve bu kavram işgal ve sömürgecilik tarafından tehdit edilen kutsal yerlerine “yapışan” insanları ifade ediyor. Filistin kültürü, insanlara destek olan kavramlar ve erdemlerle dolu. Ruh sağlığı profesyonelleri olarak bu kavramları gözlemlemeli, takdir etmeli, insanlardan öğrenmeli ve onlardan yararlanmalıyız. Ayrıca bunlar hakkında konuşmalı ve teoriler geliştirmeliyiz.
Batı psikiyatrisi ve ruh sağlığı, travma gibi konularda delile dayalı uygulamaların kullanılması gerektiğini söylüyor: EMDR terapi, travma odaklı bilişsel davranışçı terapi, somatik deneyimleme gibi… Delile dayalı bu uygulamaların “delilleri” Batı’da var; bizim bölgemizde değil.
Batı’daki travma, Filistin’de yaşadığımız işgal ve siyasi baskıdan kaynaklanan travmadan farklıdır. Bizim burada yaşadığımız onur kırıcı ve küçük düşürücüdür. Filistin’deki travma, herhangi bir kaza sonucu yaşanan travmadan veya savaşa giden ve ardından güvenli evine geri dönen ve hâlâ acı çeken bir askerin travmasından farklıdır. Bu nedenle, Filistinlilerin baskı ve tüm bu şiddetin sonucu olan ruh yaralanması ve acı ile başa çıkmak için Özgürleşme Psikolojisi (İng. “Liberation Psychology”) ve Müslüman psikolojisi kavramlarını, tarihsel ve kolonyal travmaya uygun kolektif müdahaleleri benimsemeleri gerektiğini düşünüyorum.
Güney Afrika tarafından başlatılan Uluslararası Adalet Divanı (UAD) davalarının sembolizmi hakkında yazdınız. Bu davaların etkili olup olmadığı konusunda hararetli tartışmalar oldu. Siz bu konuda nerede duruyorsunuz? Filistin için adalet, özellikle tarihsel travma ve psikolojik yaralar ile nasıl bir ilişkiye sahip?
Bu davanın etkili olup olmadığı, hangi bakış açısından durumu değerlendirdiğimize bağlı. Ne yazık ki UAD, Gazze’de kan dökülmesini durdurmada etkili olmadı. Bütün Filistinliler için şu an en acil ihtiyaç budur. İnsanlar, Uluslararası Adalet Divanının kararından sonra derhal bir ateşkes olacağını umuyordu. Ancak durum böyle olmadı.
UAD deneyimini, İsrail’in uzun süredir tam bir cezasızlık yaşamasından hareketle değerlendiriyorum. Filistinlilerin yaşadıkları, politik güçler tarafından maskelendi ve yalanlarla örtüldü. İsrail; Filistin tarihini, Nakba’yı, Filistin halkının üçte ikisinin sürülmesine ve Filistin topraklarının üçte ikisinin boşaltılmasına yol açan 1948’deki kök şiddeti örtmeyi başardı.
Filistin’de yaşananlar tarihsel bir travmanın tüm özelliklerine sahiptir: Mevcut tarihsel travma, bir ulusun başka bir ulus tarafından egemenlik ve hâkimiyet altına alınması, tarih boyunca yinelenen sonuçlara maruz kalması ve Filistin halkının tüm geleceğinin değiştirilmesidir.
Filistinlilerin travması Balfour Deklarasyonu ve Britanya mandasıyla başladı. Ancak büyük travmatik olay Nakba’ydı. Bu önemlidir çünkü Filistin topluluğu içindeki psikolojik hasar en iyi şekilde tarihsel bir travma ile tarif edilir. Bu travma, Filistinli bireyler arasındaki bağlantıları, ilişkileri ve kendi benlik kavramımızı etkiler. Travmatize olan insanlar, işgale karşı direnmezlerse bir aşağılık duygusu içselleştirirler. Bu durumun kendi suçları olduğunu, çünkü daha aşağı insanlar olduklarını düşünürler. Direniş, Filistinlileri bu aşağılık duygusundan kurtarır. Durumumuzu, “nesneleştirilmiş bireyler”den “kendi gerçekliklerini değiştirebilecek özneler”e dönüştürür. Tam da burada UAD süreci, Filistinlilerin acısının kabul edilmesine dair ilk deneyimimizdir. Mahkeme, Filistinlilere karşı yapılan büyük haksızlığın şahidi oldu. Acımızı, gerçeğimizi ve bakış açımızı doğruladı ve umarım bunun düzeltilmesine de katkıda bulunabilir. Ne yazık ki mahkeme, politik düzeyde çok etkili olmadı ama ben UAD’nin Filistinlilere psikolojik olarak yardımcı olduğunu düşünüyorum.
UAD mahkeme sürecinin Güney Afrika gibi bizimkine benzer haksızlıkları yaşamış bir ulus tarafından başlatılması da önemliydi. Benzer şeyleri yaşayan, mücadelelerini kazanan, değişimin aktörleri olan bu ülke ile birlikte bir ortak insanlık hissi ve dayanışma deneyimledik. Güney Afrika’nın davası, küresel anti-apartheid hareketi gibi uluslararası bir dayanışma hareketinin doğabileceğine dair bize umut veriyor.
Filistinliler, sadece işgal ve baskı altındaki mevcut gerçeklikleri için bir özne olmaya çalışmıyorlar; aynı zamanda dünya düzenine karşı da duruyorlar. Çünkü karşımızda İsrail’in, bize karşı uygulanan baskının tek sorumlusu olmadığı bir dünya düzeni var. Bu baskı, özellikle Amerika Birleşik Devletleri tarafından destekleniyor. Tam da bu nedenle dünyadaki halkların taban hareketlerine karşı büyük bir umudumuz var. Kalpleri doğru yerde olan, adaleti anlayan ve dünyadaki adaletsiz güç yapılarına karşı çıkan bireyler, bizim mücadelemizi destekleyecek ve küresel güney halklarını, Filistinliler gibi kolonize edilmiş ülkelerin halklarını ezme eğiliminde olan hegemonyaya ve değişen dünya düzenine karşı duracaklardır.
Uzun süredir devam eden tarihsel travma göz önüne alındığında, Filistin halkı bu mücadelenin özneleri olarak algılanabilir mi gerçekten de?
Elbette, bu ağır bir yük, ancak bu bizim seçimimiz değil. Bu bizim başımıza geldi. Filistinlilerin çoğu bu gerçekliğin içinde yaşıyor. İki seçeneğimiz var: İlk seçenek, sömürge güçlerinin bizi Amerika yerlileri ve diğer yerli uluslar gibi yapma isteğini kabul etmek. Bu kaderi kabul etmek, direnmeyi bırakmak ve şartların içinde erimek. Bu Filistin toplumunun yok edilmesi anlamına gelir. İkinci seçenek ise, egemenlik arzusu olan belirgin bir kimliğe sahip bir topluluk olarak kendimizi savunmaya çalışmak.
Gazze ve genel olarak Filistin’de insani kriz henüz sona ermemiş olmasına rağmen Gazze’nin geleceğine dair planlar yapılıyor. Bir psikiyatrist olarak bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ne olacağını tahmin edecek bir konumda değilim ama bir ruh sağlığı uzmanı olarak, şimdiye kadar olanların Filistinlilere ciddi fiziksel ve zihinsel zarar verdiğini, genel sağlık sistemini hedef aldığını tespit edebilirim.
İsrail ateşkes olsa bile Filistinlileri öldürmek için uygun koşullar yarattı. Filistinlilerin hayati bağlantısı olan sağlık sistemini hedef aldılar, çoğu ambulansı yok ettiler. Gazze hastanelerinin çoğunu tamamen hasara uğrattılar. Birinci basamak sağlık kliniklerinin büyük çoğunluğu zarar gördü. Gazze’deki tek psikiyatri hastanesi hasar gördü. 6 topluluk ruh sağlığı merkezinin 5’i zarar gördü. Birçok sağlık personelini ve ruh sağlığı personeli öldürüldü, birçoğu yaralandı ve en az 100’ü tutuklandı. Tutuklanan sağlık personeli ağır işkencelere maruz kaldı. İşkence insanları psikolojik olarak felç edebilir. Bu yüzden İsrail Filistinlilerin ölmesine devam edecek koşulları açıkça yaratmak için sağlık sistemini kasıtlı olarak hedef aldı. Yiyecek, ilaç, su, elektrik, internet gibi temel ihtiyaçlarda kesintiler yaptı ve insanlara yardım etme kapasitemizi engelledi. Güvenli bir yer olmadan ve temel ihtiyaçlar olmadan, herhangi bir sağlık hizmeti sunamayız.
Bu, İsrail’in nekropolitikasının bir parçasıdır. İsrail, Filistinlileri bombardımanla, sağlık sistemini hedef alarak ve kıtlık yaratarak öldürüyor. Bu, bizim hazır olmadığımız çok zor bir durum. Filistin’de herhangi bir sağlık krizi için acil durum hazırlığımız vardı. Filistinliler, işgal altındaki bir ulus olarak pandemiyi iyi bir şekilde atlattılar. Ancak biz soykırım için hazırlıklı değiliz. Saldırının yoğunluğu, işlevsel olmayı sürdürmemizi imkânsız hale getiriyor.
Sorunuza geri dönelim: Gelecekte neler olabilir? Zaten mevcut durumda felaketi yaşıyoruz. Bu felaket genişleyebilir, tamamen kontrol dışına çıkabilir ve daha fazla insana yayılabilir. Ya da umut ettiğimiz şekilde ateşkes olabilir. Ancak ateşkes olsa bile, sağlık sisteminin mümkün olan en kısa sürede yeniden inşa edilmesi gerek.
Filistinlilerin refahını önemli ölçüde artıran başka bir önemli yapı da eğitim sistemi. Okulları yeniden inşa etmek ve Gazze’deki insanlar için bir rutin oluşturmak önemli. Rutinin yokluğu toplum için çok rahatsız edicidir. Bu yüzden önce sağlık sistemi, ardından eğitim sistemi ve sonra yıllar alacak şekilde Gazze’yi yeniden inşa etmek ve orada herkes için barınak sağlamak gerekiyor. Ayrıca bu hasarın tümü için İsrail’i sorumlu tutma mücadelemizi sürdürmenin, bu psikolojik tazminat için adalet duygusunu elde etmenin eşit derecede önemli olduğunu düşünüyorum.
İyileşme adımlarına değindiniz. Uluslararası toplumun, Gazze’de sağlık ve eğitimi yeniden inşa sürecinde sorumluluğu ne sizce?
İlk olarak şunu söyleyebilirim: Şiddeti kınamayanlar, insani yardım sağlamak için adım atmamalıdır. Şiddeti kınamadığınızda, soykırıma itiraz etmediğinizde, insani yardım sahte bir yardım olacaktır. Amerika’nın İsrail’e askerî ve diplomatik yardım sağlarken Gazze’ye yiyecek yardımı atması buna bir örnektir. Tüm bu dehşetin Filistinlilere getirilmesine izin verme suçunu üzerlerinden atmaya çalışıyorlar. Bunu istemiyoruz.
İkinci olarak, Filistin’deki askerî saldırı ve soykırımın bir parçası olmayanların yardımının başımızın üzerinde yeri var. Ancak yardım etmek isteyenler, özellikle de ruh sağlığı uzmanları, kültüre ve deneyime duyarlı olmalı ve tercihen Özgürleşme Psikolojisi açısından durumu incelemelidirler. Çünkü biz Filistin’de hasta bireyleri tedavi etmiyoruz. Biz Filistin’de güç yapıları tarafından zarar gören bireyleri tedavi ediyoruz. Filistin’den ayrılmak istemiyoruz. Alışmak istemiyoruz. Filistinlilerin tüm yaşananlara alışmasına yardım etmek de istemiyoruz. Biz Filistinlilere, kendi gerçekliklerini değiştirmeleri için yardım etmek istiyoruz. Bunu yaparken de Filistin tarihine, mevcut bağlama ve İslam kültürüne duyarlı bir duruş geliştiriyoruz.
Elbette tüm Filistinliler Müslüman değiller ya da İslam’ı yaşamıyorlar. Ancak Filistin’de genel olarak bir İslam kültürü var ve iyileşme için güvenebileceğimiz birçok erdem var. Zulüm sırasında insanların kök salmak için kültürlerine geri döndüğünü görüyoruz. İnsanlar ruhsal ve kültürel değerleriyle kök salarlar. Bu yüzden Filistinlilere yardım etmek isteyen herkesin bunu takdir etmesi gerekiyor. Bize delile dayalı bilim hakkında ders verilmesini istemiyoruz. Sadece kendimiz için geliştirdiğimiz bu özel terkibi kabul etsinler.
Sosyal medyada aktifsiniz, konuşmalar yapıyorsunuz. Verimli bir yazarsınız. İnsanların platformunuzla etkileşimde bulunurken yanlarında götürmelerini istediğiniz şey nedir?
Kendimi herhangi bir krizde enerjik hissettiğimi fark ettim. Ben travmayı, “bize kimse yardımcı olamaz” hissiyatını yaratan büyük olaylar olarak tanımlıyorum. Belki de çaresizliği reddetmek için enerjik oluyorum. Kriz zamanlarında daha az uyurum, daha fazla çalışırım, daha fazla yazarım, her gün daha fazla paylaşım yaparım. Filistin ruh sağlığı hakkında farkındalık yaratmak ve Filistinlilerle daha geniş bir dayanışma sağlamak için halka açık bir konuşma veya ders veririm.
İnsanlara mesajım; kaynaklarıyla ve uzmanlık alanlarıyla uyumlu küçük faaliyetler bulmaları ve çaresizlik hissi karşısında pozitif bir şeyler yapmaya çalışmaları yönünde. Yardımsızlığı kabul etmeyin! Her birimiz karar verebiliriz. Bunlar küçük mücadeleler olabilir ama bu felakete karşı bir tepki verebilirler.
Filistin’de yaşananlar, Gazze’deki insanları doğrudan travmatize ediyor ancak Batı Şeria ve Kudüs’te de bekleyen bir travma var. Dünya genelinde kendisini Filistinlilerle özdeşleştiren birçok insan da bu temsil üzerinden travmatize olabilir. Arap dünyasında, İslam dünyasında da geçmiş travmalarımız var. Çoğumuz sömürgeci sistemlerden geliyoruz, bu yüzden insanların yeniden travmatize olması çok kolay. Suriyeliler, Iraklılar, Yemenliler… Bu nedenle insanlara yardımcı olacak olan şey, bu gerçeklikte kendi küçük mücadelelerini bulmaktır. Bu, bir makale yazmak, bir röportaj yapmak, arkadaşlarınızla Filistin hakkında konuşmak, sizi Filistin hakkında bilgilendiren bir film izlemek, bir protesto gösterisine katılmak olabilir. Herkes kendisi için seçim yapabilir. Bu insanların psikolojik olarak iyi hissetmelerini sağlar. Ama her şeyden önemlisi bu yaptıklarınız Gazze’deki gerçeği değiştirmese bile, gerçeğin bizim kim olduğumuzu değiştirmesini engeller.
Psikolojik olarak ağır bir gerçeklikle ve detaylarla uğraşırken diğerleriyle bağlantı kurmamız gerekir. Başkalarıyla ağ kurarak tasdik edilmiş hissedebilir ve tükenmişlikten korunmayı sağlayabiliriz. Travma bireyleri ve insanları izole eder. Diğerleriyle bağ kurmak ise bizi korur.
Filistin davası adil bir davadır ve insanlar bu davaya katılarak kapitalizmden, emperyalizmden, kolonyalizmden ve post-kolonyalizmden kurtulabilir. Filistin davası bize bunu öğretebilir. Filistin dışındaki insanlar, hayatlarını olumlu yönde etkileyen ve marjinalize olanların yanında olmalarına ve siyasi baskıya, sömürgecilik sonrasına, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele etmelerine yardımcı olabilecek şekilde Filistin mücadelesinden etkilenebilirler.
Son bir şey: Travmatik olaylar çok acıya neden olabilir, ancak bazen psikolojik büyüme ve manevi yükseliş getirebilirler. Gazze’de bunun bazı örneklerini görüyoruz. Travmaya yanıt vermeye en üst düzeyde çaba gösteren doktorları ve gazetecileri gördük. Bu, verme kapasitemizi, diğerlerine bakma yeteneğimizi, sevgimizi ifade etme ve başkalarını destekleme yeteneğimizi sürdürmek içindir. Bu, travmatik olaylara sağlıklı bir tepki sağlar, travma sonrası gelişme ve manevi büyüme sağlar.
İnsanlar Gazze’deki görüntüler karşısında kendini çaresiz hissediyor. Protesto edenler var, yayınlar yapanlar var, ama yine de bireyler olarak hiçbir şey değiştiremediklerini düşünüyorlar. Gazze’de internet erişimi olan biri için Batı’da ve dünyanın diğer bölgelerinde, Filistinlilere adalet için mücadele eden insanların nasıl bir anlamı var?
Uluslararası dayanışma, Filistinlileri insanlaştırıyor. Filistinlilere yönelik saldırganlığın büyük bir kısmı, Filistinlileri insanlıktan çıkaran bir söyleme dayanır. Uluslararası dayanışma, bu insanlık dışı süreci düzeltir. Bizi güçlendirir, insani bir neden için bir araya getirir. Sosyal medyadaki bir yorumu okuyabilir, sonra diğer bir paylaşımı okuyabilir ve oradan daha fazla ayrıntıya ulaşabilirsiniz.
Ancak size şunu söylemek istiyorum. Ben çocukken dünyanın diğer bölgelerinde Filistinlilere destek için düzenlenen gösterileri gördüğümüzde, bu bize açık yaralarımıza bandaj koymak gibi hissettiriyordu. Bu çok önemli! Elbette tüm bunlar politik olarak etkili değil, ama yine de önemli! Bu destek, psikolojik olarak Filistinliler tarafından çok takdir ediliyor. Dayanışmaya katılan insanların yaptıklarının etkisiz olduğunu hissetmemelerini isterim. Hayır, Filistinliler bunu izliyor, görüyor ve takdir ediyor!
Dayanışma, Filistinlileri ihanet ve izolasyon duygularından korur. İzolasyon ve ihanet radikalleşmeyi tetikler. Zaten düşmanlarımızdan çok fazla acı ve korku yaşıyoruz. Dışarıda dostlarımızın olduğunu bilmek, iyilik hâlimizi ve aklımızı korur ve bazı Filistinlilerin radikalleşmesini önler.
Konuşmamız, itiraz etmemiz gerekiyor. Konuşmak ve itiraz etmek bir zorunluluktur ve bu zorunluluk, benim görüşüme göre, sadaka ve zekâttan bile daha önemlidir.