2014 yılı Temmuzuydu. Aylardır evden çıkamadığım ağır bir hastalık ve tedavi süreci yaşıyordum. Bu süreçte yakınlarım dışında kimseyle görüşmemiştim. Planlı tedavim bitmeden ansızın annemi kaybetmiştim. Ailemde art arda sarsıcı kayıplar yaşanmıştı. Yorgun ve üzgündüm. İşten ayrılmıştım. Bir süre kabuğuma çekilip yasımı tutmak arzusundaydım. İnsanın evrendeki yeri ve zamanı gibi konuları düşüneyim, sükunete varayım istiyordum. Ne var ki Filistin’den gelen haberler kendimizi unutturacak kadar karaydı.
Kudüslü Muhammed Ebu Hudayr, sabah namazı için camiye giderken Yahudi yerleşimciler tarafından zorla bir arabaya bindirilip kaçırılmıştı. Sonra Batı Kudüs’te Deir Yasin çalılıklarında kömürleşmiş cesedi bulundu. Adli tıp raporlarına benzin içirilerek canlıyken yakıldığı yazıldı. Şüphesiz hunharca katledilen ilk ve tek Filistinli o değildi. Çünkü Filistin’de 100 yıldır hiçbir Filistinli güvende değildir.
İsrail, her zaman katliam ve işgal için hazırdır. Yine bütün zorbalığıyla Koruyucu Hat Operasyonu adı altında Gazze’ye saldırıyordu. Bu saldırılarda iki binden fazla Filistinli şehit, binlercesi yaralı veya mahpus olacaktı.
Çocuk yaştaki Muhammed Ebu Hudayr’ın dünyaya yan bakışı düştü haberlere. O zeytin karası masum gözler neler neler söyledi bize…
‘Biz Filistinli çocuklar, büyüyemeyiz. Rahat döşek ölümü haram bize. Şehit düşeriz bir bir. Mabetlerimize, mahremlerimize uzanan tehditlere karşı nöbet tutarız kısa ömrümüzce. On beş yaşlı, sapan taşlı, savaşçı çocuklarız. Yasımız ve yaşımız küçük; cesaretimiz ve yükümüz büyüktür bizim. Yürekli analar doğurur bizi. Şehitlerimizi toprağa verir, mevziye koşarız sıramız gelene kadar. Kollarımız kaç yerinden kırıktır bilinmez. Acı eşiğimiz yüksektir. Kabuk tutmamış yaralarımız, şehadet takdimnamemizdir saf saf dizildiğimiz zaman ölüm meleği önünde...’
Abartılı hüznüm için mahcup olarak Filistinlilerin Taksim’de yapacağı İsrail protestosuna yollandım. Yalnızdım. Konuya duyarlı dostlarımın çoğu ya köylerinde ya da mesai günü olması sebebiyle işindeydi. Çoğunlukla Filistinlilerin bulunduğu bu eylemde tanıdık yüz aramıyordum. Bir asırdır süren bu zulme karşı duran +1. kişi olayım istemiştim.
Başım dönüyordu. Galatasaray Lisesi’nin duvarlarına yaslandım. Annesini yitirmiş bir çocuk gibi mahzundum. Sadece fiziken oradaydım. Arapça konuşmaları boş gözlerle dinlerken kalabalığın arasından biri bana yöneldi. Sıcak bir selamla sarılıp;
-‘Seni gördüğüme çok sevindim, iyi ki karşılaştık. Hastalandığını öğrendim, ben de sana geçmiş olsuna gelmek istiyordum’ dedi.
Bana adımla hitap edişine, durumumdan haberdar oluşuna şaşkındım. 28 Şubat’tan beri eylem meydanlarında karşılaştığım ve hal diliyle selamlaştığım biriydi. Okul ya da iş arkadaşı değildik. Haksızlık karşıtı protestolarda ve ilmi toplantılarda yollarımız hep kesişirdi. Her karşılaştığımızda, aynı şekilde sessiz baş selamını alırdım. Birbirimizi aynı ortamlarda görme, aynı şeyleri, aynı kişileri bilme tanışıklığıydı bizimkisi. Uzun zamandır meydanlar sakindi. Konferans ve toplantılara katılımlar azalmıştı. Epeydir karşılaşmamıştık.
Aradan yıllar geçmişti. İnsanlarda iz bırakacak kadar maharetim yoktu. Benim adım hatırlanmaz sanıyordum. Fakat ondaki Allah’tan başkasına minnet etmeyen o asil duruşu herkes tanırdı. Hiçbir yere yakın ya da uzak değildi. Sessiz bir gölge gibi her zaman hepimizin arasındaydı. Filistin kefiyesi örtüsü ve tebessümüyle hafızalara kazınmıştı. Hepimiz onu Filistinli Zekiye olarak, iyi biliyorduk. Yine pamuklu kefiye örtüsüyle bana gülümsüyordu. O kimseyi unutmuyordu. Onu kimse unutamazdı...
O gün orada görüştüğüm, tek tanıdık kadındı. Karşılıklı olarak ilk kez konuşuyor olduğumuzu fark ediyordum. Neden daha önce hiç hatır sormamışız birbirimize? Bilmiyordum.
“Hayatına dair bazı bilgileri veriyordu. 28 Şubat’ta her başörtülü gibi meslekten çıkarılmıştı. Meslekten ihraç sonrasında tedavi görmüş. Üzerinden epeyce zaman geçmiş. Tetkikleri temizmiş… İyilikte de hastalıkta da benden kıdemli. Tedavi aldığı merkezin, hastaları iyileştirme oranı yüksekmiş. Öğretmenliğe, çok yenilerde, başörtü yasakları tamamen kaldırılınca geri dönmüş…”
İkametlerimiz uzaktı. Ne zaman evlendi? Ne zaman çocukları oldu? Ne zaman hastalandı? Ailesi, eşi nasıldı? Bilmiyordum. Söylemedi. Yüzü pırıl pırıl, sözleri mütevekkil, gözleri huzur doluydu. Onu görmek bana iyi gelmişti. Büyülenmiş gibi onu dinliyordum. Tam teçhizatsız tedavi ortamlarına pek güvenemiyordum. Ona söyleyemedim. 6-9 yaşlarındaki iki çocuğu yanındaydı. Annelerinden dondurma istiyorlardı. Halsizdim. Eve dönsem iyi olurdu. Ayrıldık. Metropolde kaybolduk…
Bana gelmedi. Bir zaman sonra bir arkadaşımdan selamını ve paketini aldım. Paketin içinden tedavi bilgileri, fitoterapi numuneleri, Filistin kefiyesi çıktı.
Yıllar sonra ortak bir arkadaşımız, hastalığının nüksettiği haberini ve telefonunu verdi. Bu kez doktorumun bilgisini paylaşmak bana düştü. Tedaviye başladı fakat kendisine verilen vade dolunca ilerlemiş hastalığı şifa bulmadı. 16 Ocak 2021’de Rahman’a yürüdü 28 Şubat’ın gül yüzlü kızı. Biz Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz şüphesiz.
************************************
Kim bilir bizim bildiğimizi? Biliriz ki vakit, insan ölçeği kadar küçük bir ölçekle sayılmaz Hakk katında. Gün de sandığımız gibi her yerde, herkesçe eşit yaşanan 24 saatlik bir zaman diliminin adı değildir. Allah, günlerini bir murada matuf döndürür durur aramızda. Niyetlerimizi, tercihlerimizi, amellerimizi kaydeder yazıcılar Din Gün’ü için. Kişiye çabasından başka karşılık yoktur dünya ve ahirette… ’Sana verilenle ahiret yurdunu ara’ buyuruyor Rabbimiz. Bunca tuğyanı görünce ‘iyi ki ademoğluna her şeyden az bir ölçü verilmiş’ diyor insan. Rabbimizin her takdiri hikmetlidir şüphe yok. Rabbimiz her şeyi bilmekte, görmekte, yönetmekte. Onun izni olmadan bir yaprak dahi kımıldamaz. Belli ki zamanı, insanı bir yere doğru evirmekte.
Bizde yıl 2023, mevsim sonbahar. Yine Filistin’de arş-ı âlâyı titreten zulüm, katliam var. Bir kez daha Beyazıt Meydanı’ndayız. Bizi iyi bilir. Darülfünun, Edebiyat Fakültesi, Laleli, Yeditepe İstanbul. Zulmü durdurmak için hep yoldayız. Çırpınıştayız. Arayıştayız. Ulu çınarlara karargah kurmuş haberci güvercinler göğe yükseltir isyanımızı. Cümle alem iyi bilsin. Susmayacağız! ‘Katil İsrail, Filistin’den Defol!’ ‘Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!’
Biz iyi biliriz birbirimizi. O vakur tebessüm canlanıyor gözümde. ‘Kesinlikle buradadır. Şehitler ölmez. Kınalı çocuklarla elele tutuşup birlikte gelmişlerdir.’ Düşüncesi sarıyor beni. Ne dönüp duruyor havada kuşlar…
Kefiyemi maske yaparak iğne atsan yere düşmez alandan Ayasofya’ya yöneliyorum.
Onca insan içinden iki bayan sesi değiyor kulaklarıma.
-‘Sen kefiyeni başına takmışsın, ne güzel olmuş. Gecikme telaşından kefiyemi almayı unuttum.’
Diğeri;
-‘Böyle bir günde hiç unutur muyum Rahmetli Zekiye’nin mirasını?
İlk konuşan;
-‘Biliyor musun bana da Zekiye hediye etmişti kefiyemi. Keşke bugün takmayı unutmasaydım’…
Dönüp bakıyorum. Yüzleri tanıdık gelmiyor...
Bitki ekstreleriyle birlikte gelen kefiyemin saçak düğümlerini tesbih yapıyorum kendime.
‘ Subhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber… İnnâlillâhi ve innâ ileyhi raciun… Hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl…’